Osmanlı cam sanatının izinde: Beykoz Cam ve Billur Müzesi
Beykoz Cam ve Billur Müzesi, Osmanlı cam sanatının tarihini ve zanaat geleneğini yansıtan önemli bir müze olarak hizmet veriyor. 19. yüzyılda Abraham Paşa tarafından inşa edilen tarihi taş yapı, Osmanlı mimarisinin karakteristik detaylarını barındırıyor ve Millî Saraylar Başkanlığı tarafından restore edilerek bugünkü haline kavuşuyor. Müze, cam sanatının gelişimini tematik bölümler aracılığıyla tanıtırken, 117 farklı ağaç türüyle zenginleştirilmiş bahçesiyle botanik bir değer de taşıyor. Türk ve Avrupa cam eserlerinden oluşan koleksiyonuyla, cam zanaatının kültürel ve sanatsal yönlerini gözler önüne seriyor.
Bugünkü yazımıza konu olan Beykoz Cam ve Billur Müzesi, ismini Osmanlı döneminde bu bölgede faaliyet gösteren ve dönemin en önemli cam üretim tesislerinden biri olan Beykoz Cam ve Billurât Fabrika-i Hümâyûnu’ndan alıyor. Müze, Beykoz Merkez Mahallesi’nde, Mehmet Yavuz Caddesi üzerinde 115 numarada konumlanıyor. 9 Nisan 2021’de kapılarını açan müze, ziyaretçilerine sanat atölyesi, çocuk atölyesi, süreli sergi alanı ve kafe gibi olanaklar sunuyor. Ayrıca, cam sanatıile sanat tarihi üzerine 1.034 yayını içeren bir kütüphaneyi barındırıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı döneminde inşa edilen tarihi taş yapı, günümüzde müze olarak hizmet vermeye devam ediyor. Kesin yapım tarihi bilinmese de, 1870’li yıllarda Abraham Paşa tarafından inşa ettirildiği düşünülüyor. 1837 yılında Sultan II. Mahmud döneminde inşasına başlanan Beykoz Cam ve Billurât Fabrika-i Hümâyûnu, Osmanlı camcılığında öncü bir rol üstleniyor. Abraham Paşa ise 19. yüzyılın ikinci yarısında, fabrikanın bulunduğu arazide çeşitli yapılar yaptırıyor. Bu nedenle, fabrika ve taş binanın yapım tarihleri, farklı dönemlere işaret ediyor. Doğal taş malzemeden inşa edilmiş müze yapısı, Millî Saraylar Başkanlığı tarafından restore ediliyor. Restorasyon çalışmaları kapsamında, sonradan eklenen bölücü duvarlar kaldırılıyor, çatıya yıldırımdan korunma sistemi ekleniyor, konferans ve sergi alanları düzenleniyor ve katlar arasında bir asansör yapılıyor. Beykoz Cam ve Billur Müzesi'nin restorasyonunu üstlenen ERGYAPI, yapıyı Osmanlı mimarisine özgü karakteristik detaylarını koruyarak yeniliyor. Müze, cam bahçe, kristal piyano ve Osmanlı revzenleri gibi etkileyici cam eserlerle özgün bir sergi alanı sunuyor.
Beykoz Cam ve Billur Müzesi, Türkiye’nin ilk ve en kapsamlı cam müzesi olarak, tematik şekilde düzenlenen 12 bölümde Türk cam sanatının evrimini ve Avrupa camlarını ziyaretçilerine sunuyor. Millî Saraylar Koleksiyonu’na ait 12.952 cam eser arasından seçilen 1.500 parçayı sergiliyor. Bu eserlerden 455’inin, daha önce Topkapı Sarayı depolarında âtıl durumda beklerken sergiye kazandırılıyor. İlk bölüm olan Erken Dönem Türk Camları Salonu’nda, Memlük Meliki Nasureddin Hasan İbn Muhammed’in Orhan Gazi’ye armağan ettiği Memlük kandili sergileniyor. Ayrıca, Osmanlı saray protokolüne ait ziyafet kültürünü yansıtan bir sofra düzeni sergileniyor. Bu düzende, Sultan Abdülaziz tuğralı sofra takımları ile birlikte Baccarat ve Bohemya kristalleri dikkat çekiyor. Müze, Selçuklu Sultanı 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in adını taşıyan ve serbest üfleme tekniğiyle yapılmış 'Kubadabad Tabağı' ile Sultan 2. Mahmud’a ait renkli camlarla süslenmiş saltanat arabasını sergiliyor.
Dikdörtgen formunda ve iki katlı olarak tasarlanan müze yapısı, yüksek kemerli bir kapıyla giriş sunarken, bu kapının üzerinde bir balkon yer alıyor. Cephesindeki kare biçimli ahşap çerçeveli pencereler dikkat çekerken, dış yüzeyinde doğal taş malzeme kullanımı göze çarpıyor. Müze yapısında kullanılan taşların, Kanlıca ve çevresindeki taş ocaklarından temin edilen Karataş (Devoniyen dönemine ait siyah kireçtaşı) olduğu tahmin ediliyor. Girişte travertenden yapılmış bir çeşme yer alıyor ve bazı bölümlerde Marmara mermerlerinin kullanıldığı görülüyor. Tarihî müzenin yapısı, Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın kapı kethüdası olarak görev yapan ve Sultan Abdülaziz döneminde vezirlik makamına yükseltilen Abraham Paşa tarafından yaptırılıyor. Müzenin tarihî binasını inşa ettiren Abraham Paşa,entelektüel birikimi ve sosyal yaşamda üstlendiği aktif rolüyle de dönemin öne çıkan isimlerinden biri olarak dikkat çekiyor. 1837 yılında İstanbul’da dünyaya gelen ve Paris’te Collége Sainte-Barbe’dan mezun olan Paşa; Türkçe, İtalyanca, Ermenice ve Fransızca gibi dilleri akıcı şekilde konuşmuş, çeşitli devlet görevlerinde bulunarak Osmanlı İstanbul’unda parlak kişiliğiyle tanınmıştır. Abraham Paşa, 19. yüzyılda Beykoz’daki arazisine köşkler, kuşhaneler, havuzlar, tiyatro binası ve ahır inşa ettiriyor; bu yapılardan günümüze ulaşan 19. yüzyıl mimarisinin izlerini taşıyanahır binası ise Millî Saraylar tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülüyor.
U planlı bir düzenleme içinde tasarlanan bu modüler yapı, avluyu çevreleyen taş örgüsü ve alt katındaki yuvarlak kemer açıklıklarıyla dikkat çekici bir tasarım sunuyor. 19.yüzyıl mimarisinin özelliklerini barındıran U planlı bu taş yapı, etkileyici görünümüyle özgün müze alanları sunuyor. Müze, farklı çeşitte bitkilerin yer aldığı, yaklaşık 117 farklı türde ağacıyla yeşilin her tonunu sergileyen eşsiz bir bahçeye ev sahipliği yapıyor. Abraham Paşa’nın, Beykoz’daki çiftliğinin bahçesine Osmanlı topraklarında bulunmayan bitki ve ağaç türlerini getirip dikmesiyle oluşan zengin ve tarihî flora, koruluğun 117 farklı ağaç türüyle bir 'botanik müze' özelliği taşımasını sağlıyor. Müze, 390 dönümlük bir alanda yer alıyor ve modern bir çocuk oyun parkına ev sahipliği yapıyor. Müzenin girişindeki ilk salon, "Ateşten Sanata"temasıyla cam üretim sürecini detaylarıyla gözler önüne seriyor. Cam yapımında kullanılan hammaddeler, kalıplar, üfleme pipoları ve renk verici maddelerin sergilendiği bu bölümde, ayrıca Sultan III. Murat’ın oğlu Şehzade Mehmed’in 1582’deki sünnet düğününe dair Surname-i Hümayun’dan bir minyatür de bulunuyor. Bu minyatürde, cam ustaları fırınlarının başında çalışırken resmediliyor.
Erken dönem Türk camlarının sergilendiği bölümde yer alan Memlük kandili, müzenin en çarpıcı eserlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Kadeh formunda tasarlanmış bu kandil, dünyada bilinen tek örnek olma özelliğini taşıyor. 1300’lü yıllarda Gelibolu’nun fethini kutlamak için Memlük Meliki Nasureddin Hasan ibn Muhammed tarafından Orhan Gazi’ye hediye edilen bu eser, Osmanlı ile Memlükler arasındaki tarihi bağların nadide bir simgesi olarak öne çıkıyor. Osmanlı cam sanatının zarafetini gözler önüne seren Beykoz Cam ve Billur Müzesi, zengin koleksiyonuyla büyük ilgi uyandırıyor. Osmanlı’nın Erken ve Klasik Dönemlerine ait eserler arasında, tek bir lale için tasarlanan laledanlar, gül suyunu saklamaya yarayan gülabdanlar ve askeri amaçla kullanılan cam humbaralar öne çıkıyor. Ayrıca, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin vazgeçilmez öğelerinden olan revzenlere ayrılmış salonda, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla uzanan dikkat çekici örnekler sergileniyor. Müze, Osmanlı saray mutfağında kullanılan damacanalar, karlıklar, şerbetlikler ve kavanozlar gibi günlük yaşamın zarif objelerini de ziyaretçilere sunuyor. Ayrıca, Osmanlı sarayları ve camileri için Venedik’te özel olarak üretilmiş boyalı ve yaldızlı kandillerin yanı sıra aventurin ve filigranlı laledanlar, vazolar, şekerlikler ve şişeler de koleksiyonun önemli parçalarını oluşturuyor.
1837 yılında Sultan II. Mahmud döneminde inşasına başlanıp Sultan Abdülmecid döneminde tamamlanan Beykoz Cam ve Billurât Fabrika-i Hümâyûnu’nda üretilen mineli,yaldızlı, renklive renksiz camlar, opal camlar ve çeşmi bülbüller, fabrikanın Osmanlı camcılığındaki öncü rolünü ortaya koyuyor. Müze koleksiyonunda, Fransız Baccarat markasına ait opalin vazolar, üzerlerindeki renk ve desenlerle öne çıkan seçkin eserler arasında yer alıyor. 3. Selim döneminde Avrupa’ya gönderilen cam ustalarının, dönüşlerinde “Beykoz üslubu” olarak bilinen bir cam tarzını geliştirdikleri görülüyor. Tanzimat Fermanı’nın ardından cam ve kristale olan ilginin artmasıyla, 1846 yılında Hüdavendigar Valisi Mustafa Nuri Paşa’nın Beykoz Cam ve Billur Fabrikası’nı kamulaştırdığı biliniyor. Abraham Paşa ise 19. yüzyılın ikinci yarısında, fabrikanın bulunduğu arazide çeşitli yapılar yaptırıyor. Bu yapılardan biri olan tarihi taş bina, Millî Saraylar tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülüyor. Müzenin yer aldığı alan, Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı’na devrediliyor. Toplamda 359.422,04 m² büyüklüğünde olan bu alan, kamuya açık bir alan haline getiriliyor. Müze binasının restorasyonunda sonradan eklenmiş bölücü duvarlar kaldırılarak daha geniş odalar oluşturuluyor, giriş kısmına bir galeri boşluğu tasarlanıyor ve elektrik ile mekanik tesisatlar tamamen yenileniyor. Çatıya yıldırımdan korunma sistemi eklenirken, üst katta konferans ve sergiler için geniş bir alan düzenleniyor ve katlar arasında asansör yapılıyor.