Tarih, hafıza ve mekân: Kolumba Müzesi

Almanya’nın Köln kentinde yer alan Kolumba Müzesi, savaşın yıkıcı etkilerini barındıran bir hafıza mekânı olarak varlığını sürdürüyor. II. Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde tahrip olan St. Kolumba Kilisesi’nin kalıntıları, mimar Peter Zumthor’un dokunuşuyla, geçmişle günümüz arasında köprü kuran bir müze haline geliyor. Müzede, Gotik dönemden kalma bazı öğeler korunarak ziyaretçilere tarihsel bir deneyim sunuluyor.

Almanya’nın Köln şehri, tarih boyunca büyük yıkımlar yaşıyor. Nazi işgali sırasında hava saldırıları şehri harabeye çeviriyor. Savaştan sağ kalanlar, önemli yapıların kalıntılarını toplayarak anıtlar inşa ediyor. Bu yapılar arasında, Romanesk tarzda inşa edilip Gotik üsluba dönüştürülen St. Kolumba Kilisesi de bulunuyor. II. Dünya Savaşı’nda bombardıman sonucu kilisenin büyük bölümü yıkılıyor, geriye sadece bazı dış duvarlar, kule temeli, giriş salonu ve Gotik bir Meryem heykeli kalıyor. Kilisenin anısını yaşatmak için mimar Gottfried Böhm, renkli vitray pencereler ve mermer sunaktan oluşan sekizgen bir yapı tasarlıyor. Bu eserleri koruma amacıyla 1853’te kurulan Hristiyan Sanat Derneği, 1989’da Köln Başpiskoposluğu’na devrediliyor.

Sanat eserlerini korumak ve sergilemek için düzenlenen bir yarışmada, kilise ile Köln Katedrali’ndeki eserlerin Kolumba Kilisesi’ne taşınması planlanıyor. Gelen projeler arasında, İsviçreli mimar Peter Zumthor’un sade ve minimalist yaklaşımı öne çıkıyor. Zumthor’un tasarımı, çevresiyle uyumlu bir dil kullanarak güçlü bir mimari ifade oluşturuyor ve jüri tarafından seçiliyor.

Peter Zumthor’un önerdiği tasarım, kilisenin kalıntılarıyla bütünleşen ince bir yapı katmanından oluşuyor. Bu yeni yapı, 16 sergi salonu, bir kütüphane, ibadet alanı ve bir avlu içeriyor. Proje kapsamında, Gottfried Böhm tarafından tasarlanan "Harabeler İçindeki Meryem" şapeli de korunuyor. Zumthor, arkeolojik kalıntıların önemini anlayarak onları yapının bir parçası olarak değerlendiriyor ve bu kalıntıları kullanarak alanın tarihi değerini vurgulamayı amaçlıyor.

Müze tasarımında eski ile yeni arasında köprü kuran bir anlayış benimseniyor. Kilisenin mevcut duvarlarını temel alan plan, bu duvarların üzerine inşa ediliyor. Eski ve yeni arasındaki kontrastı vurgulayan duvarlar, geleneksel yöntemlerle üretilen Kolumba taşlarıyla örülüyor. Danimarka’daki Petersen Tegl’e ait tuğla fırınlarında, ıslak kilden el presiyle şekillendirilen ve kömür ateşinde pişirilen bu tuğlalar, müzeye organik bir görünüm kazandırıyor. Ana yapı, ince ve uzun silindirik kolonlar üzerine yükselerek ziyaretçilere serbest bir dolaşım alanı sunuyor.

Müze içerisindeki yükseltilmiş yürüyüş yolu, ziyaretçilere harabeler boyunca bir keşif rotası sunuyor ve Köln’ün yaşadığı yıkımı hissettiriyor. Perfore duvarlar sayesinde içerideki sıcaklık, nem, hava dolaşımı ve ışık dengesi korunuyor. Bu alan, şapele ve ibadet mekânına açılıyor. İç mekân düzenini bozmamak için çelik merdivenler yapının dışına konumlandırılıyor.

Müzenin perfore dış cephesi, mekanda ışık oyunlarının oluşmasını sağlıyor. Dış cephe parlak görünürken, iç mekânlar sıcak ve loş bir atmosfer oluşturuyor. Işık, mekânın kullanımına göre yönlendiriliyor; sergi alanları karanlık ve odaklanmış bir aydınlatmaya sahipken, dolaşım alanları daha aydınlık bırakılıyor. Perfore duvarlardan süzülen ışık, müzenin içini aydınlatırken tavanlarda gölge desenleri oluşuyor.

İç mekânlarda beton duvarlar kullanılıyor. Bu duvarlar, müzenin ana merdivenlerini taşıyor ve ziyaretçileri, Köln Başpiskoposluğu’na ait eserlerin sergilendiği bölüme yönlendiriyor. Koyu, loş ışıklandırılmış bu alanlarda kalker taşından döşenmiş zemin ile duvarlar bütünlük sağlıyor. Mekânın akıcılığı, el işçiliğiyle dikilmiş ipek perdelerle daha da güçleniyor.

Müzenin deneyim açısından en dikkat çekici yönü, sergi alanlarının karanlık atmosferinden dolaşım alanlarına geçişte hissedilen aydınlık farkı oluyor. Ziyaretçiler, karanlık ve loş ışıklı mekânlardan geçerek sonunda gizli avluya ulaşıyor. Bu alanlar, müzenin içindeki yoğun atmosferden bir kaçış noktası sunuyor.

Kolumba, "yaşayan müze" anlayışını benimsiyor. Yıl içinde sergi düzenini birkaç kez değişerek, ağırlıklı olarak kendi koleksiyonunu farklı bağlamlarda sunuyor. Her yıl 15 Eylül’de yeni bir seçki sergiye ekleniyor. Kolumba’nın karakteristik özellikleri arasında, eserlerin etiketlenmemesi ve tarihsel, üslupsal ya da medya temelli bir sınıflandırmaya bağlı kalmaksızın birbirleriyle bağlantılı bir şekilde sergilenmesi yer alıyor. Sunum biçimi, sanat eserlerinin varlığını güçlü bir şekilde hissettirmeyi amaçlıyor.


| Proje | Kolumba Müzesi |
| Mimar | Peter Zumthor |
Proje tamamlanma tarihi | 2007 |
| Proje yeri | Köln, Almanya |