3 soruda Ahmet Demirhan

Ahmet Demirhan
Ahmet Demirhan

Kâinatı bir ‘tiyatro sahnesi’ gibi düşünüp buna göre okumak nefsimiz için belki de daha iyi bir şey olabilir; ne var ki bunun mecrasının nefsimiz olduğunu unutursak ortada kâinat da kitap da kalmaz.

Neden okuyalım?

Öncelikle şunu belirtmeliyim: “Neden, ne, nasıl okuyalım” soruları, bende ‘dekonstrüksiyon” adıyla bir ‘okuma’ yöntemi geliştiren Jacques Derrida’ya ‘üç-beş kelime’ ile onun ne olduğunu anlatması istendiğinde yaşadığı telaşı yaşattı. Dolayısıyla telaşla ve şaşkınlıkla, ‘üç-beş’ kelimeyle ‘okuma’ üzerine bir şeyler söylemeye çalışayım: ‘Okuma’ üzerine konuşmak için önce ‘okuma’nın ‘üç-beş’ kelimeyle tarifi gerekir, yapılabilirse tabii ki.

Okuma, nefiste, nefisten, nefse gerçeklesen bir ameliyedir belki.

Her şeyden önce bugün ‘okuma’ deyince neyi kastettiğimizin tespiti zorunlu. ‘Gözle okuma’, ‘hızlı okuma’, ‘okuma kursları, kuralları, kuramları’ almış başını gidiyor. Arada bir ‘okuma yazma seferberlikleri düzenlenir, ancak bazen ‘ümmi’ bir kişinin belki de çok okumuş birisinden kendisini, hayatı, dünyayı daha iyi okuduğuna şahit olduğumuzda şaşırıp kalırız. ‘Okuma’, günümüzde, zihinle, şuurla, hatta beyinle alakalı bir iş gibi göründüğünden olsa gerek, ‘okuma’nın nedenini ve nasılını merak ederken ve neyin okunması gerektiğini cevaplamaya çalışırken bunları geliştirecek yöntemler ararız. Oysa okumanın belki de zihinle, şuurla, hatta bilgiyle (beyinle?) alakasını kendinde toplayan bir okuma biçimi de olabilir. İşte ‘üç-beş’ kelimeyle ‘okuma’nın tarifini belki de burada bulabiliriz: ‘Okuma’, nefiste, nefisten, nefse gerçeklesen bir ameliyedir belki. Nefsimizde, nefsimizden, nefsimize okuruz.

Ne okuyalım?

‘Üç-beş’ kelimeyle ‘okuma’ya dair söyleyeceklerimi sığdırmam gereken yerim bitti. Muhtemeldir ki benden istenen bunlar değildi, daha çok ‘kitap okumak’ üzerine bir şeyler söylemem bekleniyordu. Lakin şunu unutmayalım: Sadece kitap okumayız; bela okuruz, bildiğini okuruz, canına okuruz, ciğerini okuruz, birilerini (düğün gibi) düzenlediğimiz cemiyetlere okuruz, çarkına okuruz, hariçten gazel okuruz, şarkı ya da türkü okuruz, Fatiha okuruz, okuyup üfleriz, masal okuruz vesaire.

‘Üç-beş’ kelimeyle ‘okuma’ya dair söyleyeceklerimi sığdırmam gereken yerim bitti.
‘Üç-beş’ kelimeyle ‘okuma’ya dair söyleyeceklerimi sığdırmam gereken yerim bitti.

Kitap okumaya gelince; bu konuda kimseye bir şey söyleyecek durumda değilim. Ancak şunu belirtebilirim: Aynı anda birbirleriyle kıyaslayarak, birinden diğerine geçerek altı-yedi kitabı bir arada okurum. Ayrıca her zaman okuyacak (genelde polisiye) bir roman ve ara ara göz attığım bir şiir kitabı bulundururum. Bunlarda da daha çok ‘izlek’ takip ederim. Yukarıda okumaya dair genel olarak söylediklerim, aslında benimkinden daha iyi ifade edilmiş sözlerin bana kalmış tortuları.

  • Bu nedenle öyle bir okuma yaptığımı iddia edemem. Sadece nasıl bir marangoz iyi bir masa yapmaya gayret ederse, benim de gayretim o doğrultuda. Kelam’a gelince, o, nefse ‘yazılmamışsa’ okunmaz. Aksi ‘yüzünden okuma’ olur.

Nasıl okuyalım?

Okumakla ilgili ‘kâinat kitabını okumak’ tabirini de buraya bağlamak uygun olur. ‘Kainat’ı ‘kitap’ haline getirmek, nefsi kainatın üstüne çıkarmak riski taşıyabilir. Öyle ya, bu durumda nefsimiz o kitabın içinde değildir, ona dışardan bakmaktadır. Oysa ‘okuma’yı bu riske girmemek için yaparız. Kâinatı bir ‘tiyatro sahnesi’ gibi düşünüp buna göre okumak nefsimiz için belki de daha iyi bir şey olabilir; ne var ki bunun mecrasının nefsimiz olduğunu unutursak ortada kâinat da kitap da kalmaz.

Aynı şey ‘okuma’nın ‘dil’de gerçekleştiğini unuttuğumuzda da başımıza gelebilir. ‘Dil’i, sarfıyla nafviyle, genelde öğrenme üzerinden değerlendirmeye, öğrenmeyi de okumaya bağlamaya alıştırıldık. Ancak her ne kadar ister düşüncelerin ifadesi amacıyla kullanılan bir araç, isterse de dildeki seslerin bir takım işaretlerle gösterilmesi olarak anlaşılsın, yazıyı, yani okunmak için yazılmış şeyi, sadece dil üzerinden okumayız. Dile nakletmek için başvururuz. Burada önemli olan (okunmak için) neyin nakledildiğidir. Bu da ‘okuma’yı yine ‘yer’ine, nefse döndürür.