3 soruda Handan İnci

Handan İnci: Benim okuma maceram “kaçış” duygusuyla başladı.
Handan İnci: Benim okuma maceram “kaçış” duygusuyla başladı.

Kitaplar için bir piramit düşünürsek, zirvede yer alanların dahi hepsini okumaya ömrümüz yetmez. Çok iyi bir rehber hoca, yaşımıza, düzeyimize göre okuma programı hazırlasa bile yetmez. Kaldı ki böyle bir hoca da talih işidir. Çoğumuz el yordamıyla seçtik kitaplarımızı.

Neden okuyalım?

Maalesef hepimiz sadece bir hayat yaşayabiliyoruz. Doğduğumuz ülke, yetiştiğimiz çevre, tanıdığımız sayılı insanlarla geçen sınırlı bir ömrümüz var. Bize çizilmiş zamanın mahkûmuyuz. Okumak benim için her şeyden önce bu zaman ve mekân çemberini kırmak demektir. Benim okuma maceram “kaçış” duygusuyla başladı. Çocukluğun can sıkıcı dar dünyasından ancak okuyarak çıkıyordum. Bilmediğim, hayal bile edemeyeceğim denizlere, adalara ülkelere gidiyor, hiç tanıyamayacağım insanların arasına karışıyordum. Safiyetiyle büyüleyen bu okuma süreci, büyüdükçe yine aynı zenginleşme talebine cevap veren başka bir mahiyet kazandı. Bu defa düşüncemi genişleten, dünyaya bakışımı etkileyen büyük yazarlarla daha bilinçle konuşmaya başladım. Dar hayatım ve düşüncelerim genişledi, derinleşti. Evet. Sadece bunun için okumalı. Genişlemek, derinleşmek için. Gündelik hayat dediğimiz sathi gerçekliğe ancak böyle boyut katabiliriz.

Okumak benim için her şeyden önce bu zaman ve mekân çemberini kırmak demektir.
Okumak benim için her şeyden önce bu zaman ve mekân çemberini kırmak demektir.

Ne Okuyalım

Benim okuma maceram “kaçış” duygusuyla başladı.
Benim okuma maceram “kaçış” duygusuyla başladı.

Başka bir yerde de söylemiştim, ne okuyacağınız biraz talih işidir, herkesin bir okuma kaderi vardır. Kitaplarla tesadüfen karşılaşırız. Hatta şanslı değilsek o karşılaşma ânını hiç yaşamayabiliriz de. Aynı evden çok iyi okurlarla, eline hiç kitap almayanların çıktığı malumunuz. Ne okuyacağımızı öncelikle bu yakın çevre belirliyor. Doğduğun ev, gittiğin okul, öğretmenlerin…

Tabii bunların çok iyilerine sahip olmak da yetmiyor. Bir “fazla”sı daha var bunun. O fazla neyse işte, sizi okumaya yönlendiriyor. Ne var ki okuyacağımız kitaplar da sınırlıdır. Kitaplar için bir piramit düşünürsek, zirvede yer alanların dahi hepsini okumaya ömrümüz yetmez. Çok iyi bir rehber hoca, yaşımıza, düzeyimize göre okuma programı hazırlasa bile yetmez. Kaldı ki böyle bir hoca da talih işidir. Çoğumuz el yordamıyla seçtik kitaplarımızı. Böyle olduğu için de piramidin altında, ortasında epeyce vakit geçirdik. Bu nedenle engelli bir koşu olan okuma maratonunda “ne okuyacağımızı” değil, “ne okumayacağımızı” söylemekle yetinebilirim: Piramitin altında fazla oyalanmayalım.

Nasıl okuyalım?

Nasıldan kastınız, masada, yatarak, çizerek, kitabı şu açıda tutarak… gibi maddi çerçeveyse buna kimse bir kural öneremez. Kendinizi nasıl rahat hissediyorsanız öyle okursunuz. Ben uzanarak okuyamam mesela, elimde mutlaka kağıdım kalemim olur. Bu konuda tek önerim, metinle arayı soğutmadan okumak olabilir. Özellikle kurgu kitaplarda okumaya ara vermemek gerek. Her metnin, tıpkı iyi bir film veya şiir gibi alımlanma süreci vardır. Bir bütünlüğü vardır. Yazar belirli bir etki yaratmayı düşünerek inşa eder metni. Romana bir hafta ara verip dönerseniz, ya da öyküyü yarıda bırakıp okursanız yazarın bu yöndeki çabasına haksızlık etmiş olursunuz. Tabii teorik kitaplar, felsefi metinler için farklı durum olabilir. Burada önerim, referanslara hemen ulaşmaya çalışarak okumayı ilerletmektir. Mesela bir kitapta bir makaleye gönderme yapıyorsa, mümkünse o süreçte o makaleyi de okumaya çalışmalıdır.