Acı anlamlıdır; çünkü vardır

Van Gogh’un bütün çabası, ifade etmiş olmanın suçluluğunu telafiye yöneliktir. Kaldı ki “teşhir...!” Öyle değil mi?
Van Gogh’un bütün çabası, ifade etmiş olmanın suçluluğunu telafiye yöneliktir. Kaldı ki “teşhir...!” Öyle değil mi?

Van Gogh’un o ünlü tarla tablosundaki kargalar rastgele tarla kargaları değildir. Öyle derler. Sarsıcı ve bizatihi titremiş ve sarsılmış gibi duran Van Gogh sarısının içindeki kara lekeler -kargalar- peki nedir? Van Gogh, hayatın -sarı rengin- içinde kendi hastalığının, akıl karışıklığının, şizofrenisinin habercilerini belirtmiştir.

İnsanlığa göndereceği mektupta -tabloda- kendinden de birkaç cümleyle -kara lekelerle- bahsetmiştir. Bu kadarını çok görmemiştir kendine. Aklındaki karanlık noktaları, her şeyi içine çekmekte olan anaforlar halinde resmetmiştir. Van Gogh’un acısı gerçek bir varoluş acısıdır. Anlamlıdır; çünkü vardır. Aramızda şu kadar yıl ve kilometre duruyorken, ben bir Türk yazar olarak onu anlamaya bile cesaret edemiyorum neredeyse. Açık ki, acılıkla doludur Van Gogh. Tıpkı olmayan, olmak için içine acılık dolan bir yürek gibi. Öte yandan, onun bir sağduyu mihrakı olmaklığı bizi daha çok ürkütmelidir. Neden mi? Artaud’nun dediği gibi; onca şeye rağmen sadece bir elini pişirdiği ve yalnızca bir kulağını kesmekle yetindiği için sağduyu timsalidir Van Gogh.

*

Burada tabii konumuz “acının teşhiri” açısından soru -hâlâ- şudur: Van Gogh, acısını bu tabloda “teşhir” etmiş oluyor mu şimdi? Cevabımın ve görüşümün kesinliğine dikkatinizi çekeceğim: Evet ve hayır.

*

Benim kendimce, kendime yetecek kadar bulduğum bir metafor var. Son zamanlarda işime yarıyor. Birçok şeyi birden anlatabiliyorum onunla. Daha da yaşayacak gibi görünüyor benimle: “Kalpten kalbe bir yol -çünkü mesafe- yoktur…”

*

İncil’in sözünü değiştirelim. O sözü sevgililer sevgilisi Hz. Ali’nin ağzından eğretileyelim. Başlangıçta nokta vardı. Onu sevgisizlik çoğalttı. Kâinatın kalbi birdir başlangıçta. Kalp birdir. Kesret onu çoğalttı. İlimsizlik, bilgisizlik, sevgisizlik her şeyi çoğalttı ve fukaralığımız öyle başladı. Yoksa “Tarlada Kargalar” tablosu nasıl ortaya çıkabilirdi ki? Van Gogh’un bütün çabası, henüz parçalanmamış insanlık kalbine, çok uzaklardan bir çağrıdır. Duyulmayacağına inancı tamdır. Mutlak acı budur. Mutlu bir Sisifos. Ama yine de çağrıdır, değil mi? Teşhirdir, öyle değil mi? Ama mektubu doğrudan göndermenin fazlasıyla kabalık olacağını hisseden rakik bir ruhu mu var? Doğrudanlığı telafi edebilmek için didinerek ve Teo’nun gönderdiği üç beş kuruşla aldığı boyalarla gece gündüz boğuşarak zarfı -tabloyu- her şeye rağmen güzelleştirmek ister. Teşhiri telafi etmek ister, evet.

*

“Kalpten kalbe bir yol -çünkü mesafe- yoktur…” ve mesafeyi küçümseyen her kalpten gelen çağrı bizi sarsar. Çünkü o bizim sarsıntımızdır zaten. Tanıyınca irkiliriz. Tıpkı o tabloda sarıya boyanmış sarsıntı gibi. Dolayısıyla Van Gogh’un bütün çabası, ifade etmiş olmanın suçluluğunu telafiye yöneliktir. Kaldı ki “teşhir...!” Öyle değil mi?

*

Türk edebiyatı 1850’lerde kendine güvenini kaybetmeye başladıktan sonra boşboğazdır artık. Çoğunlukla. Bırakalım 20. Yüzyıl’ı; 19. yüzyıl’da da en büyük zaferlerini -mesela Mai ve Siyah- kazandığında bile boşboğazdır. Teşhircidir. Ölçüyü yitirmiştir. Bugün tek başına İsmet Özel’in Türk edebiyatına uyguladığı ketumluğa rağmen öyledir. Annesini bilmemiş, emmemiş, şiirin memelerinden haberi bile olmayan bir evsiz çocuktur romanımız bugün. Sağlam kolunu paltosunun içinde saklayıp sakat numarası yaparak kaldırımda, açtığı mendilin arkasında üzgün oturmaklığı bundandır. Zarafeti -çünkü ölçüyü- kaybetmiştir. Yenisini bulamamıştır. Acısı yoktur. Onu edinebilecek gücü, kendi bedeninden, acının teşhiri ve boşboğazlığı çekip almıştır. Böylece kendi kendinin parodisine dönüşmüştür.