Ahmet Hamdi Tanpınar: Saatleri ayarlama enstitüsü

​Ahmet Hamdi Tanpınar: Saatleri ayarlama enstitüsü.
​Ahmet Hamdi Tanpınar: Saatleri ayarlama enstitüsü.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün belki de en kilit mekânı, neredeyse bütün olayları birbirine zincir gibi bağlayan ve adı açıkça yazılmayan kıraathanedir. Aslında bu kıraathane, İstanbul Üniversitesinde hoca olan Tanpınar’ın gitmekten zevk aldığı, romana birçok katkı sağlayan, garip ve çılgın bir atmosferin var olduğu bir yerdir.

Darüttalim kıraathanesi ve Esâfil-i Şark

Darülbedayi’nin kurulması için çalışmalar başlatan devrin belediye başkanı Cemil Topuzlu, natüralist tiyatronun öncülerinden A. Antoine’ni İstanbul’a davet eder ve Letafet Apartmanı’nda da ilk tiyatro okulunun açılmasını sağlar.
Darülbedayi’nin kurulması için çalışmalar başlatan devrin belediye başkanı Cemil Topuzlu, natüralist tiyatronun öncülerinden A. Antoine’ni İstanbul’a davet eder ve Letafet Apartmanı’nda da ilk tiyatro okulunun açılmasını sağlar.

Romanın belki de en ilginç mekânı olan bu yer, Serasker Rıza Paşa tarafından 20. yüzyılın başlarında yaptırılan Letafet Apartmanıdır. Burası paşanın özellikle Ramazan aylarında hanımlarıyla birlikte yaşamak için yaptırdığı üç katlı bir yapıdır. Darülbedayi’nin kurulması için çalışmalar başlatan devrin belediye başkanı Cemil Topuzlu, natüralist tiyatronun öncülerinden A. Antoine’ni İstanbul’a davet eder ve Letafet Apartmanı’nda da ilk tiyatro okulunun açılmasını sağlar. Darülbedayi, bu binada 13 Ocak 1914’te açılır. Açıldığı yıldan 1917 yılının sonuna kadar tatbikat sahnesi olarak kullanılan mekânda ayrıca sivil amaçlı birkaç kurum ve kuruluşun lokalleri ile idare büroları da bulunur. Apartmanın giriş katında çeşitli dükkânlar ile Darüttalim Kıraathanesi yer alır.

Kıraathane, İstanbul’un merkezi bir yerinde olduğu için burada çok çeşitli meslekten insanlar bir araya gelir. Mahfilin kurulmasını sağlayan bir neden de Darülfünunun buraya çok yakın olmasıdır. Bu yüzden üniversite hocaları ve öğrencilerinden tutun da musikişinaslar, gazeteci ve ressamlara kadar pek çok renkli sima kıraathanede toplanır. Özellikle bu buluşmalar esnasında mekânın kendine has o “karnavalesk” atmosferinin oluştuğunu burayla ilgili bilgi veren ve hatıralarını paylaşanların şahitliğinde söyleyebiliriz.

Midhat Sertoğlu, Darüttalim’in aslında üç bölüme ayrıldığını vurgular yazısında. Kapıdan girince sağ taraftaki bölümde, sohbet yaranı, nam-ı diğer Esâfil-i Şark; dip tarafta şehrin en namlı briç ustaları, sol tarafta ise Mükrimin Halil’in deyimiyle “âhâd-ı nâsa”, yani bir özelliği olmayan kimselerle gelip geçen müşteriler oturur. Mekânın sağ tarafını mesken tutan müdavimler, akşamleyin mahfilde bir araya gelir. Midhat Sertoğlu, Esâfil-i Şark ismi verilen bu grubun hemen her gün akşam yediden itibaren burada toplandıklarını vurgular.

Kıraathanenin müdavimleri

Darüttalim Kıraathanesi’nin müdavimleri arasında çok ilginç simalar göze çarpar: Emin li (Çavlı), Türkiyat Enstitüsü Kâtibi Tevfik Celis, rif Dino, Kitapçı Hulusi Karadeniz, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Şekip Tunç’un kardeşi Münip Tunç, Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Ali Nihat Tarlan, Nazmi Acar, İhsan Hamamî, Edebiyat Fakültesi Kâtiplerinden Ethem Kepti, Kıbrıslı T. Süreyya Kartal, Hayriye Lisesi İdare Müdürü Lâz Hamdi, Doktor Lâmi Topuzlu, Sadettin Nüzhet (Ergun), Rıfkı Melül Meriç, Sabahattin Batur, İbrahim Olgun; Yahya Kemal Beyatlı; Mükrimin Halil Yınanç, Tarık Buğra.

Kıraathanede özellikle ilk zamanlarda Klasik Türk musikisinin hemen her konusunun yanı sıra sanat, edebiyat, tarih mevzuları, müdavimlerin ilgi alanlarına göre sosyal ve siyasi daha birçok konu konuşulur. Bu konuşmalar Tanpınar’ın romanında olduğu gibi bir anda komiğe giden taraflarıyla dikkat çekicidir.

Esâfil-i Şark, Adnan Giz’in verdiği bilgilere göre kesin bir tarih olmamakla birlikte 1920–1935 yılları arasında en parlak dönemini yaşamış, 1944’e kadar da varlığını sürdürmüş, içinde birçok ilginç simanın yer aldığı “gülmek için kurulmuş” bir topluluktur. Mahmut H. Şakiroğlu, bu topluluğun 1957’de Nazmi Acar’ın vefatıyla dağılmaya yüz tuttuğunu belirtir. Esâfil-i Şark, Darüttalim Kıraathanesi’nin yanı sıra topluluğun önemli bir üyesi olan Nazmi Acar’ın işlettiği Halk Kıraathanesi’nde, Türk Ocağı Merkezi’nde ve bilhassa yaz aylarında Beyazıt Meydanı’ndaki Küllük ve Çınaraltı Kahvesi’nde, Rıfkı Melül Meriç’in ve Nazmi Acar’ın Laleli’deki evinde toplanır.

Darüttalim’in son demlerine yetiştiğini söyleyen Tarık Buğra, “vakit öldürmenin” en tatlı biçimini uygulayan müdavimlerin isimlerini bir bir sayar. Kocaman bir hangara benzediğini söylediği Darüttalim’de Mükrimin Halil Yinanç, Ali Nihat Tarlan, Rıfkı Melül Meriç’leri görür, onlarla vakit geçirir. Üstat olarak nitelediği bu kişilerin Darüttalim’e “Zaviye-yi Esâfil-i Şark”, yani “Doğulu sefillerin mekânı” dediklerini belirtir. Onlar, önce kendileriyle, sonra da her şeyle dalga geçmeyi bir sanat eserine çeviren insanlardır. Tarık Buğra, her birinin bir ayaklı kütüphane olduğunu da ekledikten sonra, mekânda nelerin konuşulduğunu şöyle sıralar: “Tarih, edebiyat, kozmografya, şifalı bitkiler, ahvâl-i âlem…” “Her biri, kendi dalında bir düzine eser verebilecek iken yasak savmış” insanların bir arada “güzel ve tatlı vakit” öldürdüklerine bizzat şahit olan Tarık Buğra, buradaki edebiyat ve kültür sohbetlerinden de çok fazla yararlandığını dile getirir.

Üstat olarak nitelediği bu kişilerin Darüttalim’e “Zaviye-yi Esâfil-i Şark”, yani “Doğulu sefillerin mekânı” dediklerini belirtir.
Üstat olarak nitelediği bu kişilerin Darüttalim’e “Zaviye-yi Esâfil-i Şark”, yani “Doğulu sefillerin mekânı” dediklerini belirtir.

Salâh Birsel, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında geçen kahveyi ve kahvehane kahramanlarını burada tanıdığını ve eserini karnavalesk bir anlatıya çeviren konuları buradaki günlerinden çıkardığını iddia eder. Kurmacanın imkânlarını tamamen gerçek kabul etmenin sakıncalı taraflarını dikkate alarak Salâh Birsel’in bu iddiasında doğru tarafların bulunduğunu söylemek mümkündür. Tanpınar, Esâfil-i Şark ismi verilen, “gülmek için kurulmuş bir topluluk” şeklinde meşhur olmuş Darüttalim’in müdavimleri arasında yer alır. Nitekim enstitünün meşhur kahramanı Hayri İrdal da buraya gide gele onlardan biri haline gelişini romanda şöyle anlatır:

“Doktor Ramiz’in beni ilk getirdiği günün haftasında, huzurumda, hangi sınıftan olduğum keyfiyeti münakaşa edildi. Sıkılganlığım, daima kendi işlerimle meşgul oluşum, bütün bu konuşmaları ciddi telakki etmeyişim tabiatıyla beni Nizamlık yapıyordu. Sonradan Emine ölüp de hayatım iyice mihverinden çıkınca bu payeyi kaybettim. Ve yavaş yavaş Esâfil-i Şark arasına girdim. Hakları da vardı!”

Bu çevrenin içinde Tanpınar’ın çok samimi arkadaşları ve dostları da vardır. Tanpınar’ın yakın arkadaşı olan Ahmet Kutsi Tecer, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” başlıklı yazısında, bu kıraathanenin adını açıklamaz ama Şehzadebaşı’ndaki bu mekânı yazarın çok iyi gözlemlediğini şöyle dile getirir:

“Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde romanın kişilerinden birçoğunun içinde buluştuğu, tanıştığı bir ‘Kahvehane’ anlatılır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllara rastlayan bu kahvehane sahibi, müşterileri ve içinde geçenlerle beraber tamamıyla gözlem mahsulüdür. Aslında romancının hareket noktası bu kahvehanedir. Romanın kilit taşı olan Şehzadebaşı’ndaki bu kahvehane, Hayri İrdal’ın hayat yolu üzerinde bir dönüm yeridir.”

 Kahvedeki insanlar, buradaki insanları olduğu gibi, bütün hususiyetleriyle, kabahatleriyle, sakatlıklarıyla kabul ederler ama bunda bir affedişten ziyade “hatırlamayı erteleyen” kendine mahsus bir disiplinin varlığı da hissedilir.
Kahvedeki insanlar, buradaki insanları olduğu gibi, bütün hususiyetleriyle, kabahatleriyle, sakatlıklarıyla kabul ederler ama bunda bir affedişten ziyade “hatırlamayı erteleyen” kendine mahsus bir disiplinin varlığı da hissedilir.

İrdal kahveyi “garip bir yer” olarak algılar ve “hiçbir şeye hayret etmeyen” ve “hiçbir şeyin üzerinde fazla durulmayan” bu yeri zamanla benimser. Onun bu tavrının bir tarafında “sinizme” kayan bir vurdumduymazlık diğer tarafında geleceğe uzanmak isteyen yaşama sevgisinin iflası ve içinde yaşanan aktüel zamandan “kaçışının” izleri de gözlemlenebilir. Kahvedeki insanlar, buradaki insanları olduğu gibi, bütün hususiyetleriyle, kabahatleriyle, sakatlıklarıyla kabul ederler ama bunda bir affedişten ziyade “hatırlamayı erteleyen” kendine mahsus bir disiplinin varlığı da hissedilir. Bu disiplinin oluşmasında romanın aktüel zamanındaki sosyo-ekonomik durumla bir dünya savaşının sonrasında ortaya çıkan “insan binasının” her boyut ve biçimde yıkılmasının izlerini görmemek mümkün değildir. Bu yüzden, bir buhran geçiren sadece çağ değil ondan daha ziyade çağın içinde sıkışan ve rahatlamak için sığınılacak yer arayan bilincin özellikle vurgulanması gerekir. Bu bilincin yansımaları sadece bir bireyde ortaya çıkmaz, onun topluma doğru genişlemesinin belki de en homojen örneği bu kahvede bir araya getirilir. Burası romanın gerçek hayata en çok benzeyen yeri olur: Kaotik, tuhaf ve komik…