An gelir...

Mesut Özil
Mesut Özil

Kendi ifadesi ile o Alman vatandaşı bir Müslüman Türk idi. Her maça çıkmadan önce dua ediyor, sahaya sağ ayağı ile basıyor, ısınırken “üç gulhü bir elham” okuyor ve solak olmasına rağmen yemeği sağ elle yiyordu.

“Sen Zidane değilsin. Asla! Hiçbir zaman! Sen onun yanına bile yaklaşamayacaksın” diye bağırıyordu teknik direktör. Oysa hiç de fena oynamadığını düşünüyordu, sadece farklı öne geçtikleri için oyunu biraz rölantiye almış, biraz da estetiği ön plana çıkarmak istemişti hepsi bu…

Hocası bağırırken utandı, tıpkı çocukluğunda fakirliklerinden, yabancılıklarından utandığı gibi. Her iki dedesi de Zonguldak’tan göçmüşlerdi 1960’ların ortalarında. Memlekette maden işinde çalışıyorlardı ama yetmiyordu kazandıkları. Hâl böyle olunca bir fırtına tuttu onları, aldı gurbete saldı… Önce dedeleri, bir süre sonra da nineleri ve çocukları göçtü.

2010 yılında Türk milli takımına gol attığı maçtan sonra Merkel’in soyunma odasında onu tebrik ederkenki fotoğrafı Alman basını tarafından “entegrasyonun zaferi” olarak tanımlansa da arada onu kabullenmeyenler az değildi.


Anne babası görücü usulü de değil, bildiğin “beşik kertmesi” sonucu evlenmişlerdi; iki dedenin yaptıkları anlaşmaya sadık kalarak. Biraz para kazanıp memlekete geri dönme niyetiyle başlayan bu göç hiç bitmedi, çocuklar geldi, torunlar oldu. Yaşadıkları yerde nerdeyse hiç Alman yoktu; Bornstrasse bir “yabancılar” mekânı idi.

Fakirlik dedik ya, hem gurbet hem fakirlik zordu. Ağabeyi ile aynı odada, ağabeyi kanepede o yer yatağında yatıyordu. Kulüp servisine ev numarası olarak iki sokak ötedeki başka bir adresi vermişti; yaşadığı evi arkadaşları görsün istemiyordu. Hoş, kendi apartmanında kapı numarası da yoktu ya neyse…

Mesut’un hikâyesi Zidane’nin hikâyesidir aslında.

İyi bir futbolcuydu ama hiç de kolay olmadı bunu ispatlaması. Henüz 10 yaşında anladı futbolda da “yabancı” olmanın zorluğunu. Defalarca katıldığı Shalke 04 seçmelerinde sahanın en iyisi olmasına rağmen bir türlü kabul edilmedi, çünkü kendi ifadesi ile adı Matthias değildi… Falke Gelsenkirchen ve Rot Wiss Essen’de oynadı. Zorlu bir sürecin ardından artık yavaş yavaş adı duyulmaya, menajerler babasının kapısını çalmaya başladı. Hatta defalarca kapısından giremediği kulüp şimdi onu özel olarak çağırıyordu. Yaşı 19’a geldiğinde yavaş yavaş hangi milli takımı seçeceği gündeme geldi. Ailesine danıştı. Sadece annesi ve küçük kız kardeşi Türkiye’yi seçmesi gerektiğini söyledi. Diğer tüm aile bireyleri doğru ve rasyonel olanın Almanya tercihi olduğunu söylediler. O da öyle yaptı…

Sadece Türkiye’de değil, Almanya’daki Türkler tarafından da çok eleştirildi. Ama kendi ifadesi ile o Alman vatandaşı bir Müslüman Türk idi. Her maça çıkmadan önce dua ediyor, sahaya sağ ayağı ile basıyor, ısınırken “üç gulhü bir elham” okuyor, solak olmasına rağmen yemeği sağ elle yiyor ve hatta sinirlendiğinde Türkçe küfür ediyordu. 2010 yılında Türk milli takımına gol attığı maçtan sonra Merkel’in soyunma odasında onu tebrik ederkenki fotoğrafı Alman basını tarafından “entegrasyonun zaferi” olarak tanımlansa da arada onu kabullenmeyenler az değildi.

  • 2016 yılında önce Ürdün’deki mülteci kampına ziyaretinin ardından Kâbe’de çektirdiği fotoğraf bazı Alman siyasilerin tepkisine sebep olmuştu. Yine de büyük çoğunluk onun arkasındaydı.

Ta ki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la bir İngiltere gezisinde, bir yardım vakfında çektirdiği fotoğrafa kadar. Sonrası malum…

İngiltere Premier Lig'de oynayan Türk futbolcular Cenk Tosun, Mesut Özil ve İlkay Gündoğan'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile çektirdikleri ve eleştirilere hedef olan o fotoğraf.
İngiltere Premier Lig'de oynayan Türk futbolcular Cenk Tosun, Mesut Özil ve İlkay Gündoğan'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile çektirdikleri ve eleştirilere hedef olan o fotoğraf.

Hikâye burada bitiyor veya başlıyor da olabilir. Ama biz başa dönersek, soyunma odasında Mesut’a “Sen bir Zidane değilsin” diyen teknik direktör Mourinho idi. Futbolcuları yarıştırmak oldum olası sevmediğim iştir. Ama oyuncuların hikâyelerini mukayeseye bayılırım.

  • Mesut’un hikâyesi Zidane’nin hikâyesidir aslında. O Zidane ki Mesut’tan çok daha fazlasını yapmıştı Fransa için. Hatta Mesut Alman milli takımını seçmesine rağmen Türk ve Müslümanlığını sürekli vurgularken Zidane Mesut’tan çok daha fazla “beyaz” bir Fransız gibi görünmeye özen göstermiştir.

Lakin ne yapsan kâr etmez bazen. Yıllarca içine attığın öfke, dışlanmışlık ve seni sen olduğun için değil, faydalı olduğun sürece kabul etmelerine, an gelir vurursun kafayı. Zidane itiraf etmese de o kafayı Materazzi’ye değil bütün kirli beyazlara atmıştı.

Mesut’un kafası ise daha adrese teslim, daha sağlam ve daha etkili oldu. Demem o ki ne kadar bastırırsan bastır, ne kadar sabredersen et, ne kadar rasyonel davranırsan davran bir gün o kafayı atman gerekir; an gelir Zidane, an gelir Mesut olursun…