Anne babayı suçlama salgını

“Sorumluluğu üzerine almak yerine başkalarını suçlama” yarışının bu yüzyıldaki hedef noktasında anne babalar var. Psikiyatrinin insanın varoluşsal sorunlarını göz ardı edip tüm insani sorunları kişinin çocukluğuna hapsetmesinin bunda büyük bir payı olduğu kanaatindeyim. Varsa yoksa anne baba.
Ebeveynler hakikaten de kötü anne babalık yapmış olabilirler. Az sevmişlerdir, hiç sevmemişlerdir, aşağılamışlardır, fiziksel ve/veya ruhsal şiddet uygulamışlardır ya da tam tersi aşırı sevip şımartmışlardır, sınır koymamışlardır. Bunlar elbette insanın kalbinde, ruhunda derin yaralar açmıştır. Değersiz hissettirmiş, hayattan soğutmuştur. Bunları yok saymak mümkün değildir. Bir terapist olarak yıllarım bu acılı hikayeleri dinleyerek geçti. Lakin şunu da sıklıkla müşahede ettim. Aileden fiziksel ve/veya ruhsal şiddet görmüş olan kişilerin hepsinin anne babalarının bu tür davranışlarına maruz kalanların eşit şekilde etkilenmediklerini gördüm.
Benzer hikâyesi olanları dinlediğimde travmatik yaşantıya maruz kalanlar hemen ikiye ayrılıyor. Yaşadıklarına saplanıp kalanlar ile kendilerini mağdur ve kurban görenler. Bunlar bolca kendilerine acıyor ve derin bir şekilde anne babalarına öfke ve kızgınlık duyuyorlar. Buna travmaya saplanıp kalma diyoruz. Bir bakıma “Bu niye başıma geldi?” diye musibetlere saplanıp kalma durumu.
İkinci grubu oluşturanlar ise yaşadıklarının üzerinden atlamayı bilip, saplanıp kalmadan, “Bunları yaşadım evet, yaşadıklarım basit şeyler değildi. Ama hayatıma bir şekilde devam etmeliyim ve bunun için ne yapmam gerekiyor?” deyip yoluna devam etmek için çare arayanlar.
Birinci grubun içine düştüğü kapkaranlık kuyu ise mütemadiyen anne babayı suçlamaları. Ayaklarına taş değse anne babalarından biliyorlar ve bu kuyudan çıkmadıkça ne hayatla ne de kendileriyle bir türlü tanışamıyorlar.
İkinci gruptakiler yaşadıklarına takılı kalmadıklarından, “Şerrin içinde hayır yaratılıyor, Rabbim nasıl ki, ölüden diriyi çıkarıyor; benim ölü çocukluğumdan da hayat dolu bir insan çıkarabilir elbet.” diyerek travmanın karanlık kuyusunun üzerinden atlayabilenlerdir. Bunlar sanki J. K. Rowling’in şu enfes tespitine kulak vermişlerdir. “Ebeveynlerinizi, sizi yanlış yöne sevk ettikleri için suçlamanın da bir son kullanma tarihi vardır; dümene geçecek yaşta olduğun an, sorumluluk sana aittir.”
Anne babayı suçlamaya meyilli insanların, suçlama eğilimleri anne babayla sınırlı olmaması diğer bir gözlemim. Sorumluluktan kaçınmak için hayatlarında yolunda gitmeyen şeylerden başkaları sorumluymuşçasına bir tutum takınırlar. Bu insanın acayip bir özelliğidir. “Onun yüzünden, onların yüzünden böyleyim, bu haldeyim.” sorumluluktan kaçmak isteyenlerin dilinde pelesenk olur. Ayağı taşa değse başkası hatalıdır, başkasının yüzündendir.
Başkasını suçlama insanın nefs-i emmaresinde öylesine derin bir marazdır ki ahirette bile devreye girer. İnsanın en büyük dış düşmanı şeytandır. Şeytanın içimizdeki temsilcisi nefsi emmare, hadisin ifadesiyle yine en büyük düşmanımızdır. En büyük düşmanımız şeytanın ahirette, insanlar tarafından suçlandığında şeytanın vereceği cevap bana hep manidar gelmiştir. İnsanoğlunun başkasını suçlama hastalığı ahirette bile zuhur eder.
Akla karanın belli olduğu, hükmün açığa çıktığı o dehşetli günde Şeytan der ki: “Allah size gerçek bir vaatte bulundu. Ben de size bir vaatte bulundum ve yalancı çıktım. Ama sizin üzerinizde benim bir gücüm yoktu. Sizi çağırdım, siz de kabul ettiniz. Onun için beni değil, kendinizi kınayın. Artık ne ben sizi kurtarabilirim ne siz beni kurtarabilirsiniz. Sizin beni Allah'a ortak koşmanızı ben zaten kabul etmiyordum ki! Zalimlerin hakkı işte böyle acı bir azaptır.” (İbrahim 14:22)
Ayet, insana sorumluluğunu hatırlatır. Şeytan “Kendinizi kınayın.” der. Ebedi hayatı kazanmak ve kaybetmek davasında dahi insanın en büyük düşmanı, hakikatten caydırıcısı olan şeytanı suçlamaya hakkı yoktur. Allah’ın vaadine karşı o da bir vaatte bulunmuş, insana vesvese vermiş, insan da bir tercihte bulunmuştur. İnsan olmanın en büyük vasfı önüne konulan hayır şer tercihinden birini seçebilme yetisidir. Şeytanın bu tercihte hiçbir fiili katkısı yoktur. Allah’ın vaadine karşı o da sadece bir vaatte bulunmuştur, o kadar. Başka bir ayetin işaret ettiği gibi üstelik: “Şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa: 4:176)
Geçmişin yaralarından, acılarından, musibetlerinden, travmalarından kurtulmanın olmazsa olmazı, suçlamayı bırakmaktır. İyileşmenin ilk basamağı ve olmazsa olmaz basamağı budur. Suçlama yerinde saydırır insanı. Bir çabanın içindeyim duygusu uyandırır ama insanı ileri götüren bir çaba değildir bu.
İnsan ne yaşarsa yaşasın, kaderi, Yaratıcı’yı, insanları, hatta kendini suçlamayı bırakıp bırakmayacağı önemli bir merhaledir. Bu merhalenin geçilmesiyle birlikte iyileşme başlar. Unutulmamalıdır ki sonbahar ve kışta yapraksız kalan, bir nevi ölü ağaçlardan ilkbaharda diri ağaçlar yaratılmaktadır. Şu da unutulmamalıdır ki tüm yaralarımız tümüyle ahirette iyileşecek, şifa bulacak ve ölmüş tüm duygular, hisler orada yeşerecek hayat bulacaktır. Hem de ebedi olarak.