Antika merakı nasıl başladı ve zamanla nasıl evrildiğini anlatıyor

Bu iş; güzelin güzelini görerek, tadarak, yaşayarak ve hatta zarar ederek öğrenilir. Tabii bu durum, bu işi kendi başına yapmak isteyen için geçerlidir. Aldığım şeyde bu şekilde yanılıp da zarar ettiğim çok müstesnadır.
SÖYLEŞİ: BETÜL DURDU
FOTOĞRAF: ŞAHİN ASLAN
Otuz seneyi aşkın bir süredir İstanbul'da Antika alanında faaliyet gösteren antikacı Muzaffer Gültekin ile antikayı, antikacılığı, antikaya olan ilgiyi ve son dönemde evrildiği yeri Cins için konuştuk.
Sizin hikâyenizden başlayalım. Antikacılığa nasıl başladınız? Nasıl merak duydunuz? Nasıl gerçekleşti bu süreç?
Bizimkisi tabii küçük yaşta başladı. Bir merak diyemeyiz o yaşta. Benim Beşiktaş'ta dükkân sahibi abim vardı. Onun 70'li yıllarda askere gitmesiyle, diğer abimin yanında -ama biraz küçük olduğu için, çırak mı dersiniz yardımcı mı dersiniz- başladım. 11 yaşındaydım, o günden sonra da hiçbir şekilde bu işten ayrılmadım. Yani antikaya; çocukluğumdan beri, 11 yaşımdan beri bağlıyım. Derler ya, insanın ruhuna her şeyine işler, işte öyle. Çok sevdiğimiz için çok da bağlandık ve o günden sonra 18 sene, yani abim askerden geldikten sonra da bu işi beraber yürüttük. Diğer biladerim ise başka bir yerde bu işi kurdu. Onunla da 90 yılına kadar bir ortaklığım oldu Beşiktaş'ta. Antika meraklıları çok iyi tanır, çok iyi bilir. Bu işi iyi bilenler içinden bizim dükkânımızı bilmeyen yoktur.
90 yılında 4 katlı olan Çukurcuma'daki yerimizi satın alarak buraya geldik, tâbiri caizse kuş büyür yuvadan uçar hesabı. Buraya geldikten sonra da aynı şekilde her gün artarak devam ettik. Zannediyorum bir 15-20 sene daha antikacılığı devam ettirdim. 2010 yılında müzayede şirketi kurdum. Ondan sonra da Çırağan Sarayı'nda, Hayat Otel'de müzayedeler yapmaya başladık. Tabii bizim mekânımız da çok müsait olduğu için çalışmalarımıza mekânımızda devam ettik. Şu an 45 yılı devirdim, 11 yaşında bu işe girdim ve sevdiğim için de her gün kendime bir şey katarak devam ediyorum. Benim tek gayem gerçekten bu antikayı- ilerideki sorularınızda mutlaka böyle şeyler olacaktır ama- yeri gelmişken öyle başlık olarak geçeyim, benim tek derdim bu antikayı insanlara nasıl sevdirmek, çünkü dediğim gibi birazdan sorularınız gelecek orada da açarız, bütün gayem insanlara antikayı tanıtmak ve açıklamak ve bu antikanın sadece para gücüne dayalı olmadığını ispat etmek.
Bunun üzerine farklı çalışmalarım hep oldu olmaya da devam ediyor. O gün bugündür bir ilave daha yaparak mekânımızı gene insanlar antikayı koklasınlar, alamayanlar da görebilsinler diye imkân olarak sunduk. Çünkü bu antika gerçekten bütünsel olarak yapılacak bir şey, eş veya beyefendi ya da hanımefendi ile bütünlük kazanacak bir şey. Çok kıymetli hanımefendiler seviyor ama beyefendiler bu konuda maalesef sevgileri az olduğu için yer vermiyorlar onun için bu tarz sorunlar da var toplumumuzda. Demek istediğim şu ki... Kafeye çevirdim ki insanlar bu güzelliklerin içerisinde vakit geçirsinler. İnsanlar bana diyorlar ki "nasıl kullandırıyorsunuz 5000 dolarlık sehpa nasıl koyduruyorsunuz ya dökülürse" ben mümkün olduğu kadar bu riski almaya çalışıyorum. Çünkü buraya az çok birazcık meraklı birazcık bu işi seven koklamak isteyen insanlar gelecekler. Onların da dikkat hususunda biraz fedakârlıkları olacaktır elbette.
Siz konuşurken aklıma şu geldi: doksanlı yıllardan bugüne geldiniz, doksanlı yıllarla bugün arasında antikaya ilgi anlamında farklılık var mı azalma veya çoğalma anlamında?
Müthiş bir soru, gerçekten ben hazırlasam böyle soruyu kolay kolay aklıma gelmez. Öyle bir durum ki, çok acı ama bir taraftan da gerçek. Antika zaten Türkiye'de çok yer işgal etmiyor. seksenli yılların sonunda rahmetli Özal'la beraber Papatyalar doğdu, Papatyaların çevresindekiler... Önemli dekorasyoncular elit insanlara Avrupa'dan geldiğini bildiğim şeyleri getirerek buralara serpiştirdi. İşte o objeler bu elitlerin davetlerinde, misafirliklerinde görünmeye başladı. Dolayısıyla Özal döneminde bu işte çok güzel bir yer edinildi. Papatyaların bu işe hizmeti çok oldu. Ama maalesef takdir göremediler. Ayşegül Nadir gibi değerli bir insanı anmadan da geçemeyeceğim. Antikanın ruhunu gerçekten içinde barındıran biri. Böyle insanlar bu işe çok fazla katkıda bulundu. Maalesef ülke olarak ziyan ve zayi etmekte çok başarılıyız. Buna rağmen mücadeleyi de sürdürüyoruz. O dönemde antika ülkemizde çok güzel bir yer edindi. Ne zamana kadar diyecek olursanız, iki binli yıllara kadar derim.
Acı ama söylemek zorundayım; iki binli yıllardan sonra sermaye el değiştirdi, tabii burada başka durumlar da var ama, antika konuştuğumuz için diğer mevzulara girmeyeceğim. İki binli yıllardan sonra ister istemez para ve sermaye el değiştirince, bu insanlar devre dışı kaldılar. Tabii bu arada da dekorasyonlar farklılıklar göstermeye başladı. Her şeyde olduğu gibi antikanın da modasında 5-6 hatta 10 sene geçmeden değişimi gerektiren gelişmeler oluyor. Sözgelimi varaklı takımlarla döşenmiş bir mekânı düşünürken öbür taraftan art deco veya benzeri yapılara sahip şeyler geliyor. Yani, bir mekâna Anadolu eşyaları serpiştirilirken, Avrupai eşyalar da serpiştiriliyor. Zaten bu tür şeyler olurdu ama iki binli yıllarda sermaye el değiştirince maalesef üzülerek söylüyorum; para harcandı, tekrar harcandı ama buralar ıskalandı... Ben bunları kınayarak söylemiyorum ama bunu yapan bu kültüre sahip, bu kültürle yetişmiş insanlarımız. Bu konulardan bahsettiğim ve yakındığım üst düzey bir insan şöyle bir cümle kurdu, hatta taşı gediğine koydu: "Muzafferciğim, daha çizmenizin çamuru kurumadı." Bunu söyledikten sonra bu işte bazı bakışlar bazı sözler size çok şey anlatır, bu söz de bana çok şeyler anlatmıştı.
Kızılacak veya üzülecek bir şey yok, sadece kolay bir şey değil. Avrupa'da bu kültüre sahip 10 yaşındaki çocuk da aynı 70 yaşındaki insan da 40-50 yaşındaki insan da. Çünkü o kültürle büyüyor. Fakat bizde bir yıkım yaşandığı için, en büyük yıkım da yine burada gerçekleşti. Biz ninelerimizin evindeki güzelim eşyalara bile sahip çıkamadık. Eski püskü dedik, o eşyaları kapı dışarı bıraktık. O güzelim konsolları, güzelim yatak odalarını, çini sobaları, güzelim gaz lambalarını ya üç kuruşa sattık ya da kıymetini bilemedik. Buna benzer şeyleri anlatmaya devam edecek olsam buradan kalkamayız. Fakat ninemizden kalan bu eşyaları önemseyip bunları mekânına bir şekilde taşıyan insanlara da başarı yerine daha üzücü hâller uygulandı. İşte bu da acının acısı. Türkiye'de maalesef inisiyatifler kötü kullanılıyor, dediğim gibi bu konulara fazla dalmak istemiyorum, böyle noktalayalım.
Reprodüksiyon bir tabloyu standart bir evde gördüğümüzde aslında o bize hiçbir şey ifade etmiyor, çünkü sanatın kendisi değil, eşyanın da kendisi değil. Bu açıdan antika hâlâ alınan bir şey ama dekorasyonda biraz daha mı işlevselleşti? Biz eşyanın hakikatini biraz göz ardı mı etmeye başladık?
Bu soru iki şekilde sorulabilir, ben de iki şekilde cevaplamaya çalışayım. Mesela bazı konuşmalar yaparız ve kelimelerin karşı taraftan gönülle veya ruhla geri geldiğini hissedersiniz. Hisseder ve dersiniz ki beni hiç anlamadı. İşte eskideki ruhu, yenideki ruhu, antikadaki ruhu bu şekilde anlayabiliriz. Mesela eski bir şeye baktığımız zaman sanki bir mıknatıs gibi bizi kendine çeker. Bize öyle bir enerji akar. Bunu rahatlıkla hissederiz. İşte taklit bir şey de o kelimelerin karşı taraftan geri gelmesi gibi hiçbir şey ifade etmez. Bunlar o kadar önemli şeyler ki. Mesela kişi "ya onun bunun kullandığı şeyi mi ben kullanacağım" diyor, diğer kişi de "ah ah bunlara hangi kınalı eller dokundu, nice köşklerde nice ahşap evlerde durdu, nice insanlar yaşadı" diyor.
Bir objeye baktığım zaman, obje kesinlikle beni alıp o tarihe götürüyor. Sanki beni 1600'e götürüyor da ben orada bir sürü şey yaşıyorum. Nasıl mı yaşıyorum? Okuduğum kitaplar, o zaman ile ilgili duyduklarım, seyrettiğim filmler hepsi birleşiyor o objede ve ben onları o yıllara gidip yaşıyorum. Bunlar bana öyle güzel şeyler katıyor ki, çok keyif alıyorum. Dediğim gibi, kelimenin dönmesi gibi, ruh olmayınca... Bu konuda söylenecek çok şey var elbet; Sevgi Gönül Hanım'ın "Antika benim ruhumu dinlendiriyor" demesi gibi. On ikiden vuran bir söz... Bir insan spor yapar dinlenir mesela, başka bir insan tasavvufla uğraşır, biliyorsunuz herkeste bu durum farklıdır. İşte sizin ruhunuzu dinlendiren başka bir şey yoksa bu söz o kadar yerinde ki... "Antika benim ruhumu dinlendiriyor" yani o antikada öyle bir ruh var ki, ona bakıldığı zaman hem bakan kişiye enerji yolluyor hem de bakan kişiyi dinlendiriyor.
Bu benim tanımlamam, bir karşılığı var mı bilemiyorum ama ben antikacılık ilmi diye bir şeyin var olduğunu düşünüyorum. Sizin az önce bahsettiğiniz gibi bir kısmı his kaynaklı ve sezgisel olarak gelen bir şey, bir kısmı da okuduklarınızdan kaynaklı. Bize antika ilmini tarif etseniz, nasıl tarif edersiniz?
Ben daha 40 yaşlarını devirmemişken bazı insanlar görürdüm. "Evladım, bu saçları boşuna ağartmadım" deyip bir şeyler anlatırlardı, ben de bakıp "bu insanlar ne diyorlar" derdim. Bu türde anlatılan şeyler farklı farklı işlerde de var. Ama bu anlatılanların bizim işte, çok daha geçerli olduğuna inanıyorum. Bir şeyi küçümsemiyorum asla ama antika üniversitelerde okutulup öğretilecek bir şey değil. İnanın dünyada zor meslekleri say deseniz, on meslek varsa antikacılık mutlaka bunların içinde yer alır. Üç tane deseniz yine içindedir. Beş yıllık çıraklığı olmadan ben antikacıyım diyen bir insan benim için işten çok bihaber bir insandır. Mesela benim oğlum eskiden yurtdışındaydı. Bu işlere meraklı ve iki üç senedir benim yanımda. Elimden geldiği kadarıyla onunla ilgileniyorum. Oğlum bu işi, aramızdaki usta-çırak ilişkisi dahilinde, isterse yavaş yavaş öğrenir isterse hızlanarak öğrenir. Ben mümkün olduğu kadar hızlandırıyorum oğlumu.
Bir obje için "bu güzel baba" derse, objenin yanına daha güzelini koyarak "hangisi güzel" diye soruyorum. Bronzundan porselenine, ahşabından başka bir detayına açıklama yapıp hangisinin daha üstün olduğunu anlatıyor. Bense o iki objenin yanına bir güzelini daha koyuyorum. Bu iş; bu şekilde, güzelin güzelini görerek, tadarak, yaşayarak ve hatta zarar ederek öğrenilir. Tabii bu durum, bu işi kendi başına yapmak isteyen için geçerlidir. Aldığım şeyde bu şekilde yanılıp da zarar ettiğim çok müstesnadır. Yani, beş yıllık bir çıraklığın yanında bu ilmi okuyup da aldığınız diplomanız olursa kesinlikle önemli bir şey arz eder. Diplomanın eksikliği hayatta sizi zorlayabilir. Ağzınızla kuş tutsanız eğer diplomanız yoksa size ister istemez bazı görevler işler verilmez. O diplomaya sahip olanların yaptıkları şeye bakınca da sadece gülüyorum. Restore edilen bazı yerleri görüyorum, gına geliyor. Çok üzülüyorum.
Bir ürün iki şekilde sınıflandırılabilir: bir antika bir ürün, bir de eski bir ürün olarak. Antika olanla eski olanın farkı nedir yani birini diğerinden kıymetli kılan nedir?
Mesela Anadolu'muzda eskilik mevcuttur vardır. Bir köye gidin o köyün tarihi vardır kullanmış olduğu objeler vardır. Bunlar dekoratif eşyalar olarak sınıflandırılabilir. Bunları seven, alan, toplayan insanlar da olabilir. Bunların üzerine müzeler de kurulabilir kurulmalıdır ki vardır da. Bu antika değildir ama eskidir, çok da haz verir ben çok severim bu tür eşyaları. Bazı antikalardan bile daha çok seviyorum. Kabataslak bir usta değmiş ama size ruh veriyor. Onu da anlatacağım hatırlatın bana, eski ustalar bir şeyi yaparken, Türkiye'deki ustaları söylüyorum ben, ne zamana yaparsınız diye kaç para lazım diye sormazlarmış. Ustaya işi verirlermiş usta da onu çok büyük bir keyifle, kahvesini yudumlayarak efendime söyleyeyim ara sıra onu karşısına alıp bakarak onu yaparmış. Yaptıktan sonra eşyanın bittiğini söylermiş. Karşı taraf da kese altın gönderirmiş. Böyle olması gerekir neden çünkü aldatan kimse yok ki, aldanan kimse de yok. Şimdi bunlar, özür dileyerek söylüyorum, yer buldu türedi. Böyle bir şey olabilir mi? Dediğim gibi yeni yeni doğan şeyleri yaşıyoruz. Şimdi adam sadece para kazanmak için sıkıştırıyor, zaten o ruh da olmuyor, para kazanma adına yapılıyor.
Yani o zaman, estetik olan şey ahlâkla mı ilgilidir?
Kesinlikle. İstisnalar kaideyi bozmaz. Bir insan bir işi severek yapıyorsa o işte her türlü bereket, her türlü hayır güzellik vuku bulmaz mı Allah aşkına? Yediğimiz yemekte de vuku bulur dikilen bir kumaşta da. Şimdi aradaki farka dönersek, antika hep şöyle tâbir edilir: Bir usta hat yazar, bu hattın altında Şefik Efendi veya İzzet Efendi yazılmışsa üzerinden yüz sene de geçse bu antika sınıfına girer.
İsmin olmasının bir referans değeri var orada.
Kesinlikle. Diyelim ki bir masa yapılmış ama büyük bir atölyede yapılmış, amblemi ve markası var. Abdülhamid Han Hazretlerinin yapmış olduğu sanatları düşünün. Sedefli bir sehpa yaptı ve Sultan Abdülhamid Han diye not düştü. İşte bunlar üzerinden 100 sene geçtiği zaman antika oluyor. Saat de böyledir, avize de böyledir, halı da böyledir. Meşhurluk da önemlidir tabii, tıpkı sanatkârın adı gibi atölye işi objelerde üreten firmanın da adı mühimdir. Üzerinden 100 sene geçtiyse antika diye tâbir edilebilir. Ama az önce sorduğunuz gibi antika olmayan, üzerinden 200 sene 300 sene geçse de o objeden bir şey olmaz. Dekoratiftir, onun da başka bir keyfi vardır ve yabana atılacak bir şey değildir. Bir değere sahiptir ama antikanın yüzde 10'u bile değildir.
Benim aslında merak ettiğim şu: Evet ben şu an bu süreci yaşıyorum, üretim bandından çıkmış bir mobilyayı kullanıyorum ama 100 yıl sonra bu mobilya, 100 yıl önceki mobilyanın ifade ettiği gibi bir anlam ifade edecek mi? Ya da biz yarına ne bırakıyoruz?
Buna şöyle bakabiliriz: Suntayla yapılmış bir eşyanın zaten o güne erişmesi rüyadır. Benim oğlum bir yatak odası takımı aldı, bir sene olmadan çöktü. Anlıyor musunuz? Zaten bu anlattıklarınız o zamana ulaşmayacaktır. Ulaşan, kayda değer markalar eğer bugün varsa, güzel bir eser ortaya koymuşlarsa, o zamanda da elbet bir değeri olacaktır. Misal veriyorum; bildiğiniz markalar var ve burada o markanın sehpalarını 2000 liraya satamıyorum. Geçen gün filanca mağazadan baktım, ücreti 3200 lira. O 3200 liraya alan insan dışarı çıksa 200 liraya alıcı bulamaz. Asla bulamaz. 2000 liraya bendeki masayı alsın, çıksın dolaşsın, her esnaf anında 1000-1500 lira verecektir. Almasını bilse kâra bile geçebilir. Bu bir sanattır, kolay bir şey değildir, dolayısıyla bir dönüşümü vardır. Şu an dönüşümü olmayan şeyler maalesef uçuk rakamlarda. Duyuyorum, mesela 100 bin liralara yatak odası alınıyor, 50 bin liralara oturma odası, 100 bin liralara misafir odası... Korkunç bir şey. Ben her zaman diyorum, yeni evlenecek insanların birazcık ilgileri olsa ev eşyaları için harcayacakları paranın daha azına antika eşya satın alsalar ömürlük ve geri dönüşümü olan bir alışveriş yapmış olacaklar. Çok önemli bir şey geri dönüşüm. Eşyalardan sıkıldıkları zaman değerini kaybetmeden, eşyaları satıp tekrar farklı bir eşya grubu alma fırsatları var.
Her meslek o mesleği yapan kişiye bir şey katıyor, mesela bahçıvan çiçekle uğraşıyor ve bu ona bir incelik katıyor. Antikanın antikacıya kattığı şey nedir? Size ne gibi katkıları oldu bu mesleğin?
Ben bunu yine bazı söylenmiş sözlerle ispat etmeye çalışacağım. Mesela başlarken şunu söyleyeyim: yeni tanıştığım Ankara'daki değerli bir esnaf arkadaşım diyor ki "Ben bankada çalışıyordum, babam antikacıydı çok ısrar etti dön baba mesleğine diye, orada da çok mutlu değildim döndüm. Bana tavsiyelerinden biri de şu oldu: evladım antika sevenden korkma, onun gönlü güzel olur." Aslında buradaki söz olayın tamamını özetliyor bir bakıma. Ben hayatımda iki meslekle uğraştım biri spor, milli sporcuyum, ikincisi de antika. Bunların bana kattıklarını on üniversite bitirsem bana katması mümkün değil. Katabilecekleri her türlü güzelliği ikisi de bana katmıştır. Spor insana bütün kötü alışkanlıklarını bıraktırır. Kavgacı biriysen kavgasız hale getirir seni çünkü bütün her şey bizim başarısızlığımızın bir yansımasıdır. Trafikteki basit kavgalar bile böyledir. Olgun insanlar niye trafikte kavga etmezler bunu bir düşünmek lazım. Bir meşgaleyle pişiyorsanız bir yerde oluyorsanız gerçekten ruhunuza sindirmişseniz sizi eğitiyor size çok güzel incelikler katıyor.
Mesela hevesli biri geldi fark ettiniz, ama antika konusunda hiçbir şey bilmediği de çok belli. Bir antikacı müşterisini de eğitir mi zamanla?
Öyle insanlarla yağmur gibi karşılaşıyoruz tabii. Ben onlara şu tavsiyede bulunuyorum: kendi başınıza bu işi yapmanız imkânsız. Al yanıl al yanıl al yanıl çok sular akar çok canlar yanar. Hatta böyle küsüp bırakan çok sanatseverler var. Ben buna çok üzülüyorum. Çünkü antika işi yapmak ayrı antika ticareti yapmak ayrı bir şey. Ticarette maalesef bütün alanlarda ülkemiz şu anda helal haram ver Allah'ım senin kulların yer Allah'ım modunda. Şu an yani on parmak var birini ayıramam bunların. Hepsi istisna diyebilirim. Sen de mi böylesin Muzaffer? Bir şey demiyorum ama olmaktan Allah'a sığınırım. Diyorum ki o insana "yapma bu senin canını çok sıkar. Onlarca insan küsmüştür bırakmıştır. Anlatmakla bitmez. Ben onlara diyorum ki mutlaka bu işi bilen, sırtını dayayabileceğin bir esnafla ya da bir üstatla bu işi yap. Maalesef insanları yanıltıyorlar. Ama işini hakkıyla yapana denk gelirlerse işi öğrenme şansları var. Özetle bugün kendi başına yol alması çok zor bir şey.
Halk arasında yer yer haklı olmakla birlikte şöyle bir bakış var: Antika işi tamamen zenginlere ait, zenginlere özgü bir iş. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Bir sınıfa mı hitap ediyor sizce? Ekonomik anlamda söylüyorum yani iktisadî bağlamda.
Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat Evi olarak, bu konuda öyle çalışmalar yaptık ki, madalya istemiyorum ama alacak kadar da değerli çalışmalar yapmışımdır. Tek olay antikanın zenginlerin ilgi alanıymış algısını kırmak. Bugün mesela Beyoğlu Belediyesi veya Üsküdar Belediyesi antika fuarları kurdu değil mi? Bunların projesini veren Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat Evidir. Yine Beşiktaş Deniz Müzesi'nde 40-50 esnaf bir araya gelerek küçük festivaller gerçekleştirdik. Maliyetini kendimiz üstlenerek. Nedir? Antika herkese hitap eder. Antika illa parası olan insanlar için değildir. Ondan daha da öncesi, orta katımızda sıfır bedelli müzayedeler düzenledik. 1000 liralık bir eser diyelim Samet Bey geldi 100 lira dedi, başka biri yoksa Samet Bey o esere sahip olmuş oldu. Böyle bir yarışa da soktuk. Biz halkın içinden geldiğimiz için halkın ne düşündüğünü de bilebiliyoruz. Şimdi her yerde bu tür müzayedeler mezatlar düzenleyerek Allah'ın izniyle bu yolu açan biziz. Dolayısıyla zengin işi asla doğru değil. Nasıl doğru değil? Mesela bugün endüstriyel üretim yapan yerleri düşünelim. Üst sınıfa, orta sınıfa, alt sınıf gruplarına uygun ürünler satıyorlar. Bunun gibi düşünebiliriz. İnanın herkesin 100 liraya alabileceği eserler mevcut.
Antikacılığın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Geçmişe dair bir meslek ama bu işin bir de geleceği var. Nasıl bakıyorsunuz, bir tahmininiz var mı evrileceği yöne dair?
Rüya gibi şeyler yaşıyoruz hem ülkemizde hem dünyada. Mesela bu pandemi bakın herkese gerçekten bir sıkıntı olarak geri dönerken, antika burada tam taban vuracak derken enteresan bir durum ki pandemi rahmet olarak döndü antikacılara. Eve kapanan insanlar ister istemez internette hayatlarına dokunacak şeylerle ilgilenirken antika bunların başında geldi. Tuşa dokundular ve hele bir de aldıkları eserler hoşlarına gitmişse o kadar mutlu oldular ki. Ben bir müşterime mesela bir eser sattım dedim ki size cuma akşamı teslim edeceğim, trafiğe baktım çok yoğun, dedim ki misal "Ayşe Hanım bunu size pazartesi teslim etsem olmaz mı?" O da dedi ki "Muzaffer Bey sorun değil ama cumartesi pazar ben onu sevecektim" dedi. Bu cümle bana hiçbir eğitim veya bilgilendirilmeyle katamayacak bir şey kattı. İşte anlamak, kelimeden bakıştan bir şey çıkarmak böyle bir şey. Ben bu ürünü haftasonu sevecektim dedi. Trafiği deldim ve götürüp verdim o insanı mutlu ettim.
Özetle pandemi antika sektörüne rahmet olarak döndü. Şu an ülkemizde ve dünyada akşam yatsak sabah nasıl kalkacağımızı kestirmek mümkün değil. Ben bunu bir korku olarak söylemiyorum zaten hayat böyle. Pamuk ipliğiyle bağlıyız farkında değiliz bir nefes sonrasından haberimiz yok. Ben antikanın hiç kaybolmayacağına inanan bir insanım. Antika her zaman yerini bulacaktır, yukarı çıkacaktır fakat ister istemez bazı durumlar farklılıklar oluşturabiliyor. Bu da doğaldır ama her zaman sevilecek aranacak ve mutlaka müşteri potansiyelini, sevenini bulacak bir meşgale olarak görüyorum.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.