Aşkın iki cephesi Doğu ve Batı arasındaki aşk

Batı edebiyatlarında aşk, özellikle 19. yüzyıldan itibaren sınıfsal bir hâl alır. Doğu edebiyatlarında ise aşk, aşığın kendinden kendine yaptığı bir yolculuktur.
Batı edebiyatlarında aşk, özellikle 19. yüzyıldan itibaren sınıfsal bir hâl alır. Doğu edebiyatlarında ise aşk, aşığın kendinden kendine yaptığı bir yolculuktur.

Batı edebiyatında aşk, sosyolojiktir. Doğu edebiyatında ise psikolojik. Batı edebiyatlarında aşk, neredeyse tamamen tutkudur, Doğu edebiyatlarında ise Allah'a ulaşmak için vasıtadır. Batı edebiyatlarında kavuşmak (vuslat) esasken, Doğu edebiyatlarında firak, hatta nâr-ı firak makbuldür.

  • Ol zahm eser göründü bende
  • Biz bir rûhuz iki bedende
  • Bizde ikilik nişânı yokdur
  • Bir birinin özge cânı yokdur
  • Sanma ki ol oldur ü benim ben
  • Bir cân ile zindedir iki ten
  • (Leyla İle Mecnun - Fuzûlî)
  • "Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
  • Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
  • Biz dönünceye dek siz parıldayın diye.
  • Gökleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde;
  • Utandırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı.
  • Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı."
  • (Romeo ve Juliet - William Shakespeare)

1.

Bizde âşık ve maşûk (seven ve sevilen) hikâyelerinin ilk kaynağı Arap edebiyatındaki Leyla ile Mecnun'dur. Tanpınar'ın demesiyle Arap edebiyatındaki bu Leyla ile Mecnun hikâyesinin "asıl icat şerefine" ise Nizami ulaşmıştır. Bu hikâyeyi derli toplu bir hâle getiren de hiç şüphesiz Nizami'dir. Türk edebiyatında ise bu hikâyeyi inşa ve ihya eden kişi tabii ki Fuzuli. Fuzuli'nin hikâyesinde, Mecnun, divan şiirindeki ideal âşık tipini temsil eder. Aşkını o denli soyut bir hâle getirmiştir ki o, "ben suret aşığı değilim, aşkıma şehvet bulaşmamıştır" der. Doğu edebiyatındaki bu soyut/idealize edilmiş aşk, Haçlı Seferleri'yle Batı'ya aktarılmış, Romeo ve Juliet gibi eserlere kaynaklık etmiştir.

  • 2.
  • Türk şiirinde aşk yakıcıdır, yok edicidir, âşık bunu bilir elbet ama yine de aşkın o yakıcı cazibesinden kurtaramaz kendisi. Hatta kurtulmak da istemez. Aşk yolunda gördüğü her türlü cefa ve eziyet onun için sevinç kaynağıdır. Yani sonucu önceden bilinen bir aşktır bu. Batı edebiyatında ise âşık, maşûkuna bir şekilde ulaşacaktır. Belki yine yanacak, tutuşacaktır; ama onun bedeninde, göğsünde tutuşacaktır. Yani hem âşık hem maşûk beraber yanacaktır. Aslında Batı edebiyatında da son bellidir ve kaçınılmazdır. Fakat divan şiirinde sadece, maşûkun köyünün köpeği olan, âşık yanacaktır. Maşûk yanan aşığa belki yalnızca göz ucuyla bakar. O da belki. Bir lütuf olarak. Âşık, yanarken bu lütuf ile Anka olur ve hissetmez bile yandığını, hadi hissetti diyelim, bu bile bir lütuftur ona.

3.

Eski edebiyatımızda aşk bütün bir evrenin yaratılış sebebidir. Maşûk ise bu sebebin de sebebidir âdeta. Allah kendi güzelliğini sevgililerde ortaya çıkarmıştır. İnanış bu yöndedir. Âşık, Allah'ın güzelliğini bilhassa gözlerinde görür maşûkun. Doğal olarak eski şiirde aşk daha ziyade tanrısaldır. Batı edebiyatında ise belki divan şiirindeki gibi bu tarz sistematik, kuralları belli hatta katı bir tanrı-sevgili anlayışı yoktur ama yine orada da âşık için sevgiliden özge diyar yoktur. Sevgili bütün bir kâinatın merkezi olmaktan öte, o kâinat ile bütünleşmiştir aşığın gözünde. Fakat bunu Arap, Fars ve Türk şiirindeki gibi örneğin bir Alman, Fransız ya da İngiliz edebiyatında ortak olarak göremiyoruz.

  • 4.
  • Divan şiirindeki tanrısal aşk 16. yüzyıldan sonra, daha doğrusu İstanbul'un fethinden sonra gelişen saray ile şehir kültürünün ve saray çevresinde oluşan elit sınıfın şairlerinin şiirlerinde tıpkı Batı şiirinde olduğu gibi tanrısal aşktan (gerçek aşktan) uzaklaşıp "gerçek güzellere" doğru yönelir. Eski şiirimiz ile Batı şiirinin ilk büyük teması da bu olsa gerek. 16. yüzyıldan sonra bizim şiirimiz de "dışarıya" açılır. Batı şiirinde sık sık gördüğümüz "gerçek" şehir tasvirleri, içinde salına salına gezen güzellerle ve maşûklarla birlikte divanları doldurmaya başlar. Şehrengizler de gerçek dilberler ile doludur. Böylece divan şiirinde de Batı şiirinde olduğu gibi aşığın özellikleri değişir. Sevgili (gerçek kadın) uzun yıllar sonra la'l taşı gibi kıpkırmızı dudaklarıyla karşılar okuru. Herhangi bir Fransız maşûku gibi.

5.

Evet, ister Nizami ya da Fuzuli'nin Mecnun'u olsun, ister Shakespeare'in Romeo'su ya da Goethe'nin Werther'i olsun hiç fark etmez. Âşıkları (bilhassa aşığı) çıkmaza sürükleyen hep kavuşamamaları, yaşadıkları toplumsal baskılar, toplumsal soyutlanma ve yalnızlıktır. Her iki toplumda da âşıkların önü engellerle doludur. Örneğin Mecnun'un önünde Leyla'nın ailesi ve eşi İbn-i Selam, Werther'in önünde ise Lotte'nin eşi Albert vardır. Bu engeller sevgilileri, ister istemez, ulaşılmaz kılar. Böyle durumlarda Mecnun ve Werther çıkış kapısı olarak doğayı, hayvanları, yalnızlığı ve şiiri seçerler. Bu durum Batı edebiyatında romantizmi doğururken bizde ise neredeyse bütün bir Tanzimat dönemi romanlarını çepeçevre sarmıştır, yine romantizm etkisiyle tabii...

  • 6.
  • Aşka bakış açısı, özellikle 16. yüzyıldan önce, epey farklıdır iki toplumda. Doğu'da da Batı'da da âşık sevgiliye kavuşamaz, evet, doğru. Ancak kavuşamamaya verilen tepkiler farklıdır. Batı edebiyatında âşık sevdiğine kavuşamayınca intiharı ve ölümü tercih eder çoğu kez. En azından Romantik dönemde. Aşığın intiharı topluma, toplumsal kural ve değerlere, dogmalara bir başkaldırı olarak yorumlanabilir. Bizde de mesela Mecnun çektiği acılardan dolayı ölümü arzular, fakat bu arzuda isyan ve intihar hiçbir zaman yer bulamamıştır mesnevide. Çünkü Mecnun'un aşkı hiçbir zaman kendisini manevi bir boşluğa itmemiştir. Onun ölümü, Leyla'sının ölümüne duyduğu üzüntüden kaynaklanır.

7.

Batı edebiyatlarında aşk çok büyük oranda beşeridir. Doğu edebiyatlarında ise beşer aşklar bile (16. yüzyıla kadar bilhassa) ilahi bir kapıya varır. Batı edebiyatlarında aşk, özellikle 19. yüzyıldan itibaren sınıfsal bir hâl alır. Doğu edebiyatlarında ise aşk, aşığın kendinden kendine yaptığı bir yolculuktur. Batı edebiyatında aşk, sosyolojiktir. Doğu edebiyatında ise psikolojik. Batı edebiyatlarında aşk, neredeyse tamamen tutkudur, Doğu edebiyatlarında ise Allah'a ulaşmak için vasıtadır. Batı edebiyatlarında kavuşmak (vuslat) esasken, Doğu edebiyatlarında firak, hatta nâr-ı firak makbuldür.