At gözlüğü takar kusur bulur gururunu kırar küçük görür

Herkes kendi günah veya sevabını taşıyacak ve kimse kimsenin günahını üstlenemeyecektir.
Herkes kendi günah veya sevabını taşıyacak ve kimse kimsenin günahını üstlenemeyecektir.

Taassup, “yakalamak, kuşatmak, sarmak, bağlamak” anlamındaki asb (usûb) kökünden türeyen ve “kendi soyuna yardım etmek, körü körüne bağlanmak” manasına gelen asabiyetle eş anlamlı bir kelime. Bir düşünce veya bir fikri körü körüne kabul etmek, doğru ya da yanlışlığına bakmaksızın onu savunmak anlamına geliyor. Fanatikler bir fikre ya da inanca körü körüne bağlı kalıyor bu yüzden dar kafalılar. Yalnız kendi görüşlerini hiçbir tartışmaya gerek duymadan doğru sayıyorlar. Bu yüzden hoşgörülü değiller.

“Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez”(Tirmizi) Bir düşünce ile ilgili duydukları şeyleri inceleyip değerlendirmek yerine kulaktan dolma bilgilerle yargılamak ve düşmanlık üretmek giderek taassup duygusunun köpürmesine ve kişinin körlüğüne sebep oluyor.

Lakin insan sevgi de nefrette ölçülü olduğu takdirde anlam kazanır. Aksi, insanı manen kör, sağır, sevgisiz yapar.
Lakin insan sevgi de nefrette ölçülü olduğu takdirde anlam kazanır. Aksi, insanı manen kör, sağır, sevgisiz yapar.

Hayatın her alanında ötekini susturma yoluyla her şeyin mübah olduğu bir ortam ve koşulu oluşturmak dünyayı giderek daha yaşanmaz hâle getiriyor. Hoşgörüsüzlük, şiddete meyletme, hırçın ve huysuz tavırlar kişiyi daha güçlü olduğuna inandırıyor belki, ama aslında ne denli zavallı olduğunu asla saklayamıyor. “Bir kimseyi günün birinde, aranızın açılabileceğini hesaba katarak sev. Buğzettiğine de günün birinde dost olabileceğini düşünerek buğzet.” (Tirmizi) İnsan olma vasfının duygusal plândaki en önemli boyutunu şüphesiz sevgi ve nefret kavramlarıyla kurduğu ilişki.

İnsanım diyen herkes kardeşliği bozacak her türlü fanatizmden uzak durmak mecburiyetinde değil mi aslında? “İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Rasul’ün de sizin üzerinizde şahit olması için sizi orta (dengeli, vasat) bir ümmet kıldık.” (Bakara, 143)

Lakin insan sevgi de nefrette ölçülü olduğu takdirde anlam kazanır. Aksi, insanı manen kör, sağır, sevgisiz yapar. Taassup, “yakalamak, kuşatmak, sarmak, bağlamak” anlamındaki asb (usûb) kökünden türeyen ve “kendi soyuna yardım etmek, körü körüne bağlanmak” manasına gelen asabiyetle eş anlamlı bir kelime. Bir düşünce veya bir fikri körü körüne kabul etmek, doğru ya da yanlışlığına bakmaksızın onu savunmak anlamına geliyor. Fanatikler bir fikre ya da inanca körü körüne bağlı kalıyor bu yüzden dar kafalılar. Yalnız kendi görüşlerini hiçbir tartışmaya gerek duymadan doğru sayıyorlar. Bu yüzden hoşgörülü değiller. Bağnazlar çünkü bir düşünceye, bir inanışa aşırı ölçüde bağlanıp ondan başka bir düşünceyi ve inanışı kabul etmiyorlar. Aslında bunun sebebi bilgi eksikliğine bağlı kalıpçı ya da dogmatik bir bakış açısıyla dış dünyaya yaklaşmak.

Bu yüzden kör inançlı ya da dar kafalı kişi, doğru bildiği şeyleri tartışmayan, onların tartışılmasını istemeyen fikrisabit bilgisiz paçoz bir kimlik olarak toplumda yerini alıyor. İşte dananın kuyruğu da burada kopuyor ki ne kopmak. Pimi ateşlenmiş el bombalarının arasında yaşamak giderek daha zorlaşıyor. Kendi dışındakileri ısrarcı bir biçimde görmezden gelerek ya da gerektiği değeri vermeyerek düşmanlığı giderek büyütenler bir dine, bir felsefeye, bir düşünceye, inançsızlığa, ya da siyasi fikirlere bilgisizce, cahilce bağlanarak kendilerini ve bağlı oldukları her ne ise kutsallaştırıyorlar ki bu facianın ta kendisi.

Kendi fikrinin dışındakileri düşman olarak görüp, onlarında sevinçleri, korkuları, umutları olan bireyler olduğunu unuttuğunda giderek yalnızlaşıyor ve kararıyor kişi.
Kendi fikrinin dışındakileri düşman olarak görüp, onlarında sevinçleri, korkuları, umutları olan bireyler olduğunu unuttuğunda giderek yalnızlaşıyor ve kararıyor kişi.

Bu bir bir adanmışlık ya da bir bağlanma biçiminden ziyade bir hastalık aslında. Etik anlamda bağlanmış olsa, bu takdirde kendini gerçekleştirebilecek ve geliştirmesine imkân verecek. Ne acı ki fanatik kişinin, akıl ve mantık kurallarını hiçe sayacak kadar kör bağlanışı, kendini içine hapsedip, kendi fikrinin dışındakileri yok sayarak hem kendini çürütüyor hem de giderek sirayet etmeye başlıyor.

Sahip olduğu bilgisizliğe körü körüne bağımlı hâle gelen kişi, sahip olduklarını kaybetmemek için daha da içine kapanıyor. Dış dünyayı tehdit olarak algılıyor ve giderek saldırganlığı büyütüyor. Korkaklığını gizlemek içinde sosyal mecralarda bunu alabildiğince pervasızca ortaya koyuyor. Kendi fikrinin dışındakileri düşman olarak görüp, onlarında sevinçleri, korkuları, umutları olan bireyler olduğunu unuttuğunda giderek yalnızlaşıyor ve kararıyor kişi. Her bir bireyin kendine özgü renk, koku, özellikleri ve düşünceleri bütünüyle somut bir biçimde var olduğunu gözden kaçırdığında giderek daha çok faşizme yaklaşıyor.

  • Fanatikler kendi fanatik eğilimlerini haklı kılmaya çalışırken muhataplarını kendilerince olumsuz birtakım etiketlerle adeta bir günah keçisine dönüştürüyorlar. Böylece kendi tavırlarını haklı çıkardıklarına inanıyorlar. Linç duygusu aslında kocaman bir sevgisizlikten beslenmektedir.

İnsanım diyen herkes kardeşliği bozacak her türlü fanatizmden uzak durmak mecburiyetinde değil mi aslında? “İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Rasul’ün de sizin üzerinizde şahit olması için sizi orta (dengeli, vasat) bir ümmet kıldık.” (Bakara, 143) Kur’an bu yüzden ısrarla itidali ve tevazuu emreder ki dinde mükellefiyet ferdîdir.

Yani herkes kendi günah veya sevabını taşıyacak, öte yandan kimse başkasının günahıyla suçlanmayacak ve kimse kimsenin günahını üstlenemeyecektir. Bu değişmez kaidedir ve hata yapan cezasını, iyi şeyler üretenler mükâfatını mutlak ve ferdi olarak görecektir. Çünkü akıl ve kalp ferdîdir, idrak ve iman ferdîdir. İtidali ve tevazuyu giderek daha yoğun biçimde konuşmalı ve örneklemeliyiz. Yoksa…