Ateizm, Hürriyet Gazetesi ve bazı diğer üçkağıtlar

Cins
Cins

İsmail: İhsan Fazlıoğlu Hoca enteresan bir cümlesi ile gündeme geldi. Şimdi bir şeyi merak ediyorum. Türkiye’de gizli bir gündem var. Ateizm ve Deizm’in Türkiye’de gençler arasında hızlı yayıldığına dair bir alt kültür. Yahut bir kabul dolaşıyor. Ateizm ve Deizm gençler arasında hızla yaygınlaşıyor, cümlesi dolaşımda. Bu cümlenin etrafında İhsan Fazlıoğlu hocamız; “Bana şimdiye kadar 17 tane başörtülü kız geldi, bildiğin düz başörtülü kızlar bunlar ve Ateist oldular. Sahnede dini temsil eden insanları biraz daha dikkatli olması gerekir” dedi. Buna çeşitli tepkiler geldi. İnsanların ateist olması ile hocaların ne alakası var. Sahnedeki din dilinin ne alakası var, gibi cevaplar geldi. Biraz bunu konuşalım istiyorum. İbrahim ateist olmayı düşündün mü hayatının herhangi bir döneminde?

İbrahim: Hayır, ateist oldum diyelim kime neyi anlatacağım çevremde öyle biri yok ki.

Furkan: Kimse senin ateist olduğunu bilmiyorsa da Allah biliyor İbrahim. Korkma.

İsmail: Peki Arda Bey bir şey soracağım. Hiç ortamlarda hani böyle… Hani Allah da olmayabilir falan…

Arda: Ortamlarda hiç, Allah da olmayabilir, çektim mi… Yok abi, deistliğin arada gideri oluyordur herhalde ama hiç ateistlik çekmedim.

İsmail: He yani, bir güç var inanıyorum ama… Haha…

Yusuf: Ateizm diye bir şey var mıdır sahiden? Ateizm aptallıktır.

İsmail: Ateizm kendisini ancak din üzerinden tanımlayabilecek bir şeydir, cümlesi ise dediğin. Böyle bir karşı argüman var ya. Söylediğin o argüman üzerindense tamam ama… Sadece Ateizm aptallıktır deyip geçmek onu çok hafife almak gibi geliyor bana.

Yusuf: Şöyle tabii… Ateistler yeni, modern yorumlarda neler eklediler, neler çıkarttılar, son çerçevesini neye dayadılar bunları ayrıca onlardan dinlemek lazım fakat klasik Ateizm’den anladığımız şey itibariyle altını çizerek söylemek lazım; aptallıktır. Bir ilk ilke olmaksızın hareket etmek yeryüzünde mümkün olan bir şey değil. Bu ilk ilkeye ne dersen de.

Arda: Bir şey sorabilir miyim? Türkiye genelinde en azından, bir Ateizm var mı da, biz Ateizm tartışıyoruz.

Yusuf: Türkiye’de olamaz.

Arda: Bu topraklardaki daha çok İslam düşmanlığı ya da İslam’ı kabul etmeme şeklinde değil mi?

İsmail: O yüzden hangi dinin ateistisin, hangi tanrının ateistisin derler ya… Hani bir tanrı ön kabulünden dolayı ateist olur ya insan. Bir de şimdi ateizmin iki modeli var malumunuz. Entelektüel ateizm dedikleri ve başkasının dinine diyanetine hakaret etmeden, karışmadan kendi ateizmini yaşamaya çalışan insan. O mesela çok azaldı. Artık radikal ateizm diye bir şey var. Yani ateizmi aynı zamanda bir yöntem olarak yaymaya çalışan, bir inanç olarak yaymaya çalışan Radikal Ateizm. Çok uzun süredir dünyada atakta. Ama asıl merak ettiğim şey benim, İhsan Fazlıoğlu’nun da söylediği, Ateizm ve Deizmin Türkiye’de yaygınlaşmasıyla sahnedeki din dilinin bir ilgisi var mı yok mu?

Yusuf: İhsan Fazlıoğlu’nun yorumuna katıldınız mı siz mesela. Ahmet Hakan da bugünkü yazısında galiba alıntı yapmış. Katıldın mı sen? Ben mesela İhsan Hoca’nın yaklaşımını tartışmalı buldum. Yani böyle bir veri olabilir mi? 13 tane başörtülü öğrenci geldi… Ne yani Medeniyet Üniversitesi’ndeki 13 tane başörtülü öğrenci ile dindarlar arasında deizm mi yayılıyor?

İsmail: Bir konferansta soru soruyorlar hoca da cevap veriyor. Sahnedeki din dilini eleştirmesini tuhaf mı buldun Yusuf?

Yusuf: Din yorgunluğu dediğimiz şeyi buradan konuşacaksak tamam konuşalım. Fakat Adnan Oktar’a bakarak ben bir pozisyon almayacağıma göre… Cübbeli Ahmet’e bakarak Nurettin Yıldız’a bakarak… Falana bakarak, filana bakarak bir pozisyon alıyorsam, deizm ve İslam gibi kavramların dışında, benimle ilgili daha büyük bir sorun vardır. Ben neye bakarak pozisyon alacağım. Hz. Peygamber’den başka bakıp da kendimi konumlandıracağım bir yer var mı?

Furkan: Peki, şuradan bakalım bir de meseleye. İmanı ispat etme çabası ya da imanı ispat etmek üzerine üretilen din dili, din felsefesi veya organizasyonlar… Doğrudan Ateizmi besleyen ya da Ateizmin konuşabileceği, tartışabileceği bir zemin yaratmış olmuyor mu? Yani sen ispat etmeye çalışıyorsan bunu çürütmeye çalışanlar da olacaktır. Ya da sen onlar için bir şeyi akli melekeler ile ispat etmeye çalışıyorsan o zemin kayabilecek bir zemindir. Her an her şekilde kayabilecek bir zemindir.

İsmail: Yine de benim peşine düştüğüm soru şu. Arda'ya sorayım ya da Mustafa’ya sorayım, İbrahim’e de sorabilirim. Rıdvan’a, Selman’a; gençlere yani… Diyelim hâlihazırda dinle ilişkiniz ailenizden getirdiğiniz bir bagaj olmasa bugün Türkiye’de İslam’ı temsil ettiğini söyleyen İslam adına konuşan ve bir din dili, vaaz dili, irşat dili geliştiren hocalara bakarak İslam'a kalbiniz ısınır mı? Soru bu aslında. Basit bir soru. İhsan Fazlıoğlu’nun vurguladığı şey de bu gibi geliyor bana.

Yusuf: Bir parantez açayım, gençler sonra cevap versin. İhsan Fazlıoğlu’nun başörtülü öğrenci demesi ayrı değerlendirilecek bir şey. Fakat 17 yaşında Snapchat kullanan bir çocuğu ele alalım; kız ya da erkek... Dini kültürü cumhuriyetin radikal Batılılaşması sonucunda yok olmuş bir nesil ortaya çıkıyor, aklı kesmeye başlıyor, Türkiye’nin politik gündemine bakıyor, dünyaya bakıyor ve bir din profili görüyor değil mi… Bizim eleştirdiğimiz medyadaki o popüler din profilini görüyor. Ve o profile bakarak ‘böyle saçma şey olabilir mi’, diyor. İslam dışında daha makul bir din olmadığına göre deizm dediğimiz yer burada başlıyor. Fakat İhsan Hoca’dan altı çizilen yer başörtülü olmaları. Ve geleneksel de değil, diyor. Yani tercih etmiş başörtüsü takmış. Ama aynı şekilde de X hocasını görerek başka bir savrulma yaşıyor.

İsmail: Yani bu bir oksimoron durum mu, yoksa hakikat araştırmaya değmez mi Yusuf? Gençlerden sözü kaptın ama…

Yusuf: Parantez açtım ben, söylesinler. Yoksa İhsan Hocamız, büyüğümüzdür.

Mustafa: Ben anneden babadan görmeden, TV’deki hocalar vesilesiyle tanışmış olsaydım, onları dinlemezdim muhtemelen. Ama onların söylemleri de beni Ateist yapmazdı. Malum Yusuf abinin söyledikleri; modern çağ, teknoloji, ortak dil vesaire... Ben muhtemelen kendime şık bir elbise arardım. Çünkü gencim isteklerim var. Bu istekler de beni Konformist bir koltuğa yerleştirirdi. O koltuk belki Ateizm’e benzerdi ama Ateizm olmazdı. İnanmamak, inanmaktan kolaydır. Elim taşın altına girmezse ezilmez mantığıyla yaklaşırdım. Ama Ateizm dediğin şey bildiğin düşünce disiplini gerektiren, tıpkı inanç gibi bir şüpheciliğe sevkeden bir eylem aslında. Bizim gençliğin böyle bir gayesi olduğunu düşünmüyorum; “Ben sadece mevcuttan uzak durayım yeter” demek amaçlı Ateizm…

Arda: İslam’la organik bir ilişki kuramıyor; bu sebeple bir kaçış yolu arıyor. Aslında ilk örnektekilerin bana kalırsa disipliner olarak ateizme yanaşmak değil, İslam’dan uzaklaşmak meselesi.

Yusuf: Ona hitap etmediği için seküler bir Müslümanlık…

Rıdvan: Abi ben hocalardan bahsedecek olursam yılda bir defa bile köye gitmesem kendimden şüpheye düşerim. Müslüman olduğuma dair… Mesela köye gittiğim zaman fark ediyorum şaşırıyorlar. Arda ile de bu bahis üzerine konuştuk. Müslümanlığın bir şaşırmak durumu olduğunu fark ediyorsun.

İsmail: Hayret.

Rıdvan: Hayret etmek ile bir ilgisi olduğunu fark ediyorsun. Şaşırmıyorum televizyona baktığımız zaman şaşırmıyoruz. Hocalar öyle bir monotonluğa bağladılar ki bizi şaşırtmıyorlar. Çünkü söyledikleri saçma şeyler bile kendi içinde bir düzen artık. Ben yılda bir köye gitmesem, yaşlı insanlarla oturup kalkmasam, onların şaşırmalarını fark etmesem, bugün kendimden şüpheye düşerim.

İsmail: Eyvallah, belki benzer, paralel bir bahis olarak açmak lazım burayı. Osho diye bir üç kağıtçı var; Osho… Vahşi kırlar diye bir belgeseli var, onu izliyorum şu aralar. Osho şöyle bir numara çekiyor. Köşeye sıkışmış Batı insanna ve köşeye sıkışmış Doğu insanına, yani her ikisine de aslında Batı’nın ve Doğu’nun dışında yeni bir arınma alanı öneriyor. Ve doğrudan insanların ruhuna hitap ediyor. Ruh meselesi o yüzden önemli. Ve üçkâğıdını buradan çeviriyor. Ruha hitap etmek üçkâğıda gerek kalmadan da başarılabilecek bir şey ama bugün sahnedekilerin söylediği, İhsan Fazlıoğlu’nun da değindiği mesele, insan ruhuna acaba uzak bir din dili midir diye de endişem var.

Furkan: Şimdi abi, benim o Vahşi Kırlar’da gördüğüm, Amerikalı insanlar Batılı insanlar, Hint kültürü ile Hint inancıyla uzaktan yakından alakası olmayan ne kültürel olarak ne yaşamsal olarak, bu insanlar korkunç bir bağlılıkla bu şarlatanın, Bhagwan isimli bu şarlatanın, çekim alanına giriyorlar. Süratle giriyorlar. Sonradan onlarla, yıllar sonra yapılan röportajlarda Bhagwan’dan bahsederken ve bu ortamdan bahsederken sürekli bir sevgi açlığını tatmin etmeye çalıştıklarını…

Arda: Kesinlikle abi, yıllar sonra Bhagwan’dan bahsederken bile bu sevgi açlığına dayalı gizli değerleri ortaya çıkıyor. Hayranlıkları ortaya çıkıyor.

Furkan: Bhagwan’a duydukları hayranlık ya da yaşadıklarını bir kült hâline dönüştüren o şey, bildiğin korkunç bir sevgi açlığı. Abi herkesin birbirini sevdiği sanal bir ortam oluşturuyorlar orada. Aslında bu tamamen yalan, kimse birbirini tanımıyor. Kimse kimseyi tanımıyor ama herkes birbirine karşı inanılmaz güler yüzlü, inanılmaz içten. Bütün mahremi ve perdeyi ortadan kaldırdıkları zaman bunu bir sevgi zannediyorlar. Mahrem yok, perde yok, geçmiş yok, tarihsellik yok, bağ yok, hiyerarşi yok, hiçbir şey yok abi. Bunlar olmayınca ortaya çıkan o rahatlığı sevgi zannediyorlar. Ve buna doğru koşuyorlar. Bütün buradaki mesele, Osho’da ki mesele o açlıktan kaynaklanıyor.

İsmail: Tamam, o açlığı diyelim. Türkiye’de o açlığı dindirecek İslami olgunluğa niye erişilemiyor Yusuf?

Yusuf: Bence hikâyeyi burada aramak lazım işte: Türkiye’deki sistemli tasavvuf düşmanlığında. Çünkü o sevgi dediğimiz şeyin hakikatine ilişkin bilgiyi de bize veren şey tarih boyunca tasavvuf oldu. Biz Türkler Müslüman olmamızdan bugüne kadar gelen süreçte neyin taşıyıcı unsur olduğunu biliyoruz. Hâlâ İbn Arabi konuşuyor, birine konuşacaksa. Hâlâ Mevlana konuşuyor, birine konuşacaksa. O medyada çıkan fıkıh hocaları, hani bırak herhangi birine konuşmayı, İhsan Hoca’nın örneği belki oradan konuşulabilir, bir tercih olarak başörtüsü takan genç kızımızı bile muhatap alamıyor, onu bile soğutuyor. Dolayısıyla bizim, hikâyeyi yeniden tasavvuf düşüncesinin ihyasında aramamız gerekir.

İsmail: E doğru, örnek olsun diye söylüyorum. Mesela Osman Nuri Topbaş hocaefendinin yüzüne baktığında o sevgi dediğin şeyi, tasavvuf dediğin şeyi, ruhun ihtiyacının karşılanması dediğin şeyi tatmin edebileceğin bir alan görüyorsun karşında. Ve o alana da modern insanın çok büyük ihtiyacı var.

Yusuf: O da olur, modern dünyada kalarak, bu çağın şartlarını görerek gerçekleştiriyor zaten bunu. Sonrası zaten yaşayıp gideceğiz.

İsmail: Sonrası zaten yaşayıp gideceğiz, işte tam da bu. O zaman makası değiştirelim. Aydın Doğan Hürriyet’i Demirören’e sattı; Ertuğrul Özkök Hürriyet’i bırakır mı?

Furkan: Bence asıl sorulması gereken; Doğan Hızlan Hürriyet’te kalacak mı?

İsmail: O kalır.

Yusuf: Ertuğrul da kalır da, bence asıl soru şu; Almanlar gerçekten yenildi mi ki bu Aydın Doğan ahlaksızı medyadan çekiliyor olsun. ‘Ağabey’ sen gazetecisin sen söyle; Almanlar yenildi mi?

İsmail: Abi tırnak içinde söylemek lazım Aydın Doğan’ın medyadan çekiliyor olması demek, Almanların Türkiye’de çok önemli bir kalesini kaybediyor olması demek. Bunu medya ile biraz ilgisi olan herkes bilir. Eğer Almanlar başka bir plan yedeklemedi ise Hürriyet’in el değiştiriyor olması Almanların yenildiği manasına gelir. Ama Almanya’nın Türk medyasında operasyon çekmeye devam etmesi… Mesela İsrail’i Türkiye'de aklileştiren en önemli Medya kuruluşu hangisi deseniz bana hiç duraksamadan Hürriyet derim. Cumhuriyet değil başka gazete değil hiç duraksamadan Hürriyet derim. Yani İsrail’i aklileştirmek konusunda olağanüstü bir çabası vardır. Bütün bunlar Demirören ailesi ile beraber değişecek mi değişmeyecek mi onu da göreceğiz. Şimdi bir mesele daha var ama; Mehmet Aydın. Çiflik Bank’ın sahibi.

İbrahim: Namıdiğer Tosun.

İsmail: Güzel değil mi abi ya… Şimdi herif mi diyelim, çocuk mu diyelim. Kaç yaşında, 25 - 27 yaşında mı ne. Böyle 1500 metreden ben sizi dolandıracağım, ben sizi dolandıracağım diye diye diye bilmem kaç bin insanın bilmem kaç milyon lirasını dolandırdı ve gitti. Onu gördüğüm anda, bu dolandırıcı demiştim. Bu benim gördüğümü insan teki niye görmez abi?

Rıdvan: Kolay para kazanma arzusu abi.

Furkan: Geçen söylediğin işte neydi o?

İsmail: He, tamahkârla sahtekârın buluşmasından üçkâğıt çıkar.

İsmail: O kadar paran olduktan sonra dünyada gidecek yer çok. Ama güzel dolandırıcılık, tavuklar yumurtlayacak, biz o yumurtaları satacağız, sen para kazanacaksın.

Yusuf: İnsan doğasında bulunan ahlaksızlığı kullanmış oldu. Bu tarafı biraz konuşuldu Türkiye’de ama büyük bir kitleyi karşına alacağın için o kadar konuşulmadı.

İsmail: Yani açık söylemek gerekirse Çiftlik Bank’a para veren hiç kimseye paraları iade edilsin istemem.

Yusuf: Evet.

İsmail: Ben senin söyleyemediğini söyleyeyim.

Yusuf: Evet, çünkü 5000 lira verip 2 ay sonra 50000 lira almayı planladığın bir matematik dünyanın hiçbir yerinde yok.

Furkan: İşin ahlaksız tarafı, tamam o kesinlikle konuşulması gereken bir şey ama bir de şöyle enteresan bir şey yok mu abi. Modern insanın üretmeye karşı açlığı… Kimse bir şey üretmediği için bir şey senin yerine üretiliyor sanıyorsun. Toprakla hayvanla yani üretimle… Demek ki sende bunun bir açlığı var ve bu sana cazip geliyor. Yoksa bir sürü bunun gibi durum söz konusudur; tek örneği olduğunu zannetmiyorum Çiftlik Bank’ın. Şunu duymadığım beyaz yakalı yok abi; aslında hayvancılık güzel iş, alacaksın ineği...

İbrahim: Aslında çok mantıklı.

KEMAL TAHİR Mİ REFİK HALİT Mİ?

İsmail: Peki o halde son sorumuz: Kemal Tahir mi Refik Halit mi Furkan?

Furkan: Kemal Tahir abi çünkü üslup benim için yeterli değil.

İbrahim: Refik Halit abi… Sebebiyse soyadı kanununda yaptığı ironi...

Rıdvan: Kemal Tahir, çünkü Esir Şehrin İnsanları’nda sonunda gerçeği gördüğü için.

Arda: Abi Refik Halit, çünkü her daim geçerli olacak tertemiz bir dili var.

Yusuf: Refik Halit; başına gelen her şeye rağmen Türkçe’nin imkânlarını bize gösterdiği için...

Mustafa: Refik Halit, yeniden yazıya başlamak için geçerli bir sebep.

İsmail: Refik Halit, çünkü ilgilendiği her şeyi kendi dilinde anlatma başarısı var.