Aylaklık yapma hakkımız

​Aylaklık yapma hakkımız.
​Aylaklık yapma hakkımız.

Kafasına bir şey takılmadan, nerde sabah orda akşam diyerek okuyup yazmak, başındaki kavak yellerini hangi yaşta olursa olsun nazlı nazlı sallandırmak insan ruhunu da okşayan bir anlık poz olsa gerek.

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam romanının kahramanı C.’ye ne iş yaptığı sorulduğunda hep aynı cevabı verir; “Aylakım ben.” Hatta bunu o kadar doğal bir şekilde tekrarlar ki romanda, insanın aylak olası gelir.

  • “Ressam mı? diye sordu annem.”
  • “-Değil. Aylakmış; öyle diyor.”
  • “Peki, şimdi ne yapıyorsun? Üç gündür bir türlü işini soramadım.
  • Tahmin de edemiyorum...”
  • “-Edemezsin. Çünkü aylakım ben.”
  • “Sizin başka işiniz yok mu? diye sordu.”
  • “-Hayır. Aylakım ben.”

Böyle devam ediyor roman sonuna kadar kahramanın aylaklık macerası.

Elbette bir insanın aylak aylak yaşaması için ilk şart iyi bir geliri olmasıdır. Romanın kahramanı olan C.’ye miras kalan yüklüce miktarda servet onu aylak olmaya itmiş olabilir ama bu da herkese nasip olmaz.

Özenilecek bir yanı var mıdır aylaklığın? Düşünülünce, işsiz güçsüz, kafasına göre takılmak, okumak, yazmak, sanatsal etkinliklere katılmak, sinemaya gitmek, dostlarıyla vakit geçirmek gibi bir vakit çizelgesinin olması insanın hoşuna gitmiyor da değil.

Düşünülünce, işsiz güçsüz, kafasına göre takılmak, okumak, yazmak, sanatsal etkinliklere katılmak, sinemaya gitmek, dostlarıyla vakit geçirmek.
Düşünülünce, işsiz güçsüz, kafasına göre takılmak, okumak, yazmak, sanatsal etkinliklere katılmak, sinemaya gitmek, dostlarıyla vakit geçirmek.

Günlük hayatta pek rastlamayız aylaklığını söyleye söyleye gezene. Böyle şeyler ancak filmlerde, romanlarda olur cinsinden bir durumdur bu. Büyüklerin çocuklar için kullandığı bir ihtar cümlesinde karşımıza çıkar genelde aylaklık. “Aylak aylak gezeceğine bir işin ucundan tut!” derler büyükler. “Çocuğun ne iş yapıyor?” sorusunun cevabı; “Ne iş yapacak, aylak adamın ne işi olur?” derler yine aylaklığı paylama aracı olarak kullanarak.

Bunların yanında, aylaklığın sanatsal bir duruşu vardır. Yazarların en sevdiği tiplerdendir aylaklar. Dünya ve Türk Edebiyatı’nda meşhur aylaklar vardır ve başyapıt romanların kahramanı olmayı hak etmiştir birçoğu da. Çünkü yazarların içinde de gizliden gizliye büyüyen bir aylaklık sevdasının olduğu gerçeğini de unutmamak gerek. Kafasına bir şey takılmadan, nerde sabah orda akşam diyerek okuyup yazmak, başındaki kavak yellerini hangi yaşta olursa olsun nazlı nazlı sallandırmak insan ruhunu da okşayan bir anlık poz olsa gerek.

Sessiz sakin bir sahil kasabasında, her şeyden uzak, denizin sesine kulak vererek, arada bir gelip geçen balıkçı teknelerinin huzurlu sesiyle vakit geçiriyor olmak hiç de fena sayılmaz. Bir Sait Faik tiplemesinin içinde bulmak kendini, gönlü de okşayan bir tercihtir. Yaşam mücadelesini ancak yataktan kalkarken vermek (Sabah değil, çünkü aylaklar erken kalkmazlar.) ya da yarın ne olacağını düşünmeden başını yastığa koymak insanın ruhunu ve bedenini de okşayabilir.

İvan Gonçarov’un başyapıt romanı Oblamov’un da ana teması aylaklıktır. Zenginlik içinde yüzen bir gencin; yatmak, uyumak, uyanmak, yemek, içmek üzerine kurulu hayatında çok da özenilecek bir durum olmasa da insan bazen kendini Oblamov’un yerine koyup yorgun bedenini dinlendirmek istiyor. Ta ki kendisine büyük bir miras kalmadığını ve yaşamak için çalışması gerçeğini hatırlayana dek. Oblomov olmanın ilk şartı iyi bir servete sahip olmaktır.

Yaşarken, yaşadığının bile farkına varmayı düşünmeden kendini akıntıya bırakır aylaklar. Bedensel ve ruhsal olarak aylaklıkla birlikte vücuda tesir eden miskinlik, insanın elini kolunu bağlar. Kendini bu duruma alıştırana kadar devam eden bir süreçte gövdesini gezdirmekle mükelleftir aylak ruhlular. Hesapsız, kitapsız, en çok da avare…

Sait Faik’in tüm yazdıklarında karşımıza çıkmasa da aylaklık, yazarın adıyla birlikte zihinlerde canlanan portre; baştan ayağa aylak bir adamın duruşunu verir bize. Mekân; deniz kenarı hatta bir ada, arkasında bir köpek, başında şapka, pejmürde bir kıyafet, kaygısızca sürüklenen ayaklar, dudaklarda bir ıslık, hesapsızca gidip gelinen rotasız yolculuklar, en küçük geçim kaygısı duymama, mevsimlerin farkına vararak yaşamak, evin dışındaki dünyada daha dirençli olma, insanlarla çok fazla muhatap olmadan yaşamaya çalışma ve yarının hesabını tutmama…

Aylaklığın öz kardeşidir kaygısız olma hâli. Küçük hesapları hiç tutmayıp büyük hesapları da kafaya takmadan yaşamaktır esas olan. Aylak Adam’ın C.’si ve Oblamov, kendileri yerine servetlerini yöneten avukata hiç hesap sormazlar. Onlar için önemli olan ceplerindeki paradır. Bunlar hayatın rutinidir. Kendiliğinden oluşan bir girdap gibi içine alır aylağı. Ayak uydurmak konusunda direniş gösterse de aylak, sonunda rutin bir menzile ulaşılacaksa girdaba kapılıp gitmek en iyisidir. Para varsa huzur da vardır.

Aylaklığın öz kardeşidir kaygısız olma hâli. Küçük hesapları hiç tutmayıp büyük hesapları da kafaya takmadan yaşamaktır esas olan.
Aylaklığın öz kardeşidir kaygısız olma hâli. Küçük hesapları hiç tutmayıp büyük hesapları da kafaya takmadan yaşamaktır esas olan.

Her insanın arada bir aylak olma hakkı vardır. Her şeyi bir kenara bırakıp kapılıp gitmek aklının estiği her yere, insan ruhuna da iyi gelir. Adı ister aylaklık olsun isterse serserilik densin buna, cendereye sıkışmış bir ruhu arada bir kendi haline bırakmak gerek. Necip Fazıl’ın; “Yeryüzünde yalnız benim serseri, / Yeryüzünde yalnız ben derbederim. / Herkesin dünyada varsa bir yeri, / Ben de bütün dünya benimdir derim.” dediği noktadan başlayıp gezdirmek gerek “hoyrat başımızı.” İçimizdeki sakin ruhun ara sıra aylak olmaya ihtiyacı var.