Batı tarihi başlangıcından itibaren komplolarla dolu

Ömer Kemal Buhari
Ömer Kemal Buhari

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra medya teknolojilerinin gelişmesiyle ve küresel çapta hiyerarşik bir yapılanmaya dönüşmesiyle birlikte ana akım kuvvetlenerek kitlelerin bilgilenmesinde tekel hâline geldi.

İslam- Batı İlişkileri, bilim felsefesi, dinler tarihi, teopolitika gibi alanlarda çalışmalarıyla tanınan, Komplo Teorileri kitabının yazarı Ömer Kemal Buhari ile komplo kavramını, algılanış ve muhalefet ediliş şekillerini Cins için konuştuk.

Öncelikle "komplo teorileri" başlıklı bir çalışma yapmayı neden tercih ettiğinizi sormak istiyorum.

Tarihe ve günümüze dair yaptığım araştırmalarda "komplo teorisi" kavramının zaman zaman bazı hadiselerin özgür bir biçimde ele alınmasını yapısal bir biçimde engellediğini gözlemledim. Resmî anlatılar John F. Kennedy suikastı gibi bazı ihtilaflı hadiselerde kesin doğru olarak kabul ediliyor ve farklı görüşler "komplo teorisi" olarak yaftalanarak inceleme dışı bırakılıyor. Bu, hakikate ulaşmak adına hiç doğru bir yöntem değil. İnsanların hakikatle aralarındaki perdeyi biraz olsun kaldırabilmek adına yaygın kullanımda olan ve algılarına yön veren bu kavramın akademikfelsefi yöntemle ve ciddiyetle sorgulanması gerekiyordu. "Epistemoloji, Bilgi Sosyolojisi, Psikoloji ve Siyaset Bilimi Bağlamında Komplo Teorileri" başlıklı çalışmam bu yönde naçizane bir zihinleri özgürleştirme gayretidir.

Peki, komplo teorileri ve mediokrasi ilişkisine de biraz değinmek ister misiniz? Komplo teorileri meselesi vasat zihinlerle anlaşılabilr mi?

Hâlihazırdaki komplo teorileri meselesini açıklığa kavuşturmak adına meselenin üç aktörünün farkında olmak gerekiyor. Bunları bir diyalektik dâhilinde okumak mümkün. Tez, hadiseleri açıklarken ortaya herhangi bir kanıt sunmadan komplo teorilerine başvuran vasat zihinler. Onları vasat buluyoruz çünkü görüşlerini dile getirirken ciddiye alınacak rasyonel bir yaklaşım sergilemiyorlar. Ancak onlara istihzayla yaklaşan bir ikinci grup var ki onlar da yine herhangi bir kanıt sunmadan ileri sürülen görüşleri sırf ana akımla zıtlaştığı için değilleyen vasat zihinler. Ahlâken de sorunlu bir yaklaşım sergiliyorlar zira ciddi münazara zeminlerinde alaya ve istihzaya yer olmaması gerekiyor. Onlara da antitez adını verelim ve buradan bir senteze ulaşalım: Tarihî veya güncel hadise ve olguları ele alırken ortaya konan kanıtlar üzerinden akıl yürüten, entelektüel dürüstlük şiarıyla hareket eden yöntem sahibi insanlar. Potansiyel olarak hakikate en yakın olanlar da onlar çünkü samimiyetle hakikati arıyorlar. Vasatokrasiden kurtulmak ve vasat bir zihin olmamak için yapılması gereken tam olarak bu.

İNSANLAR KENDİLERİNE ANLATILAN HİKÂYELERİ SORGULAMAYA BAŞLADILAR

"Komploculuk" ve "komplo" dediğimiz şeyler/kavramlar neden pejore ediliyor? Ana akım (global ortodoksi) neden bu kadar sorgulanamaz bir hâl aldı?

Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra medya teknolojilerinin gelişmesi ve küresel çapta hiyerarşik bir yapılanmaya dönüşmesiyle birlikte ana akım çok kuvvetlenerek kitlelerin bilgilenmesinde tekel hâline geldi. Seyrettiğiniz tüm televizyon kanallarının bir hadiseyi tek bir açıdan yansıtmasına maruz kaldığınızda, başka bir ihtimali düşünmeniz çok da kolay olmayacaktır. Ancak internetin yaygınlaşmasıyla ve sıradan insanların da içerik üreticilerine dönüşmesiyle birlikte bu tekel kırılmaya başlandı. İnsanlar ortaya konulan kanıtlar ışığında kendilerine anlatılan resmî hikâyeleri sorgulayabilmeye başladılar. Gerçi ana akım hâlâ gücünü belli oranlarda muhafaza edebiliyor ama medya okuryazarlığına ve eleştirel düşünce yetisine sahip, sayıları gitgide artan bazı insanlar ana akımdan şüphelenmeye ve bu şüphelerini açıktan dillendirmeye başladılar. Menfaatleri zedelendiği için bu gelişmeden rahatsız olanlar John F. Kennedy suikastından sonra sistematik biçimde insanların zihinlerine soktukları komplo teorisi/teorisyeni kategorilerini günümüzde daha güçlü bir şekilde dolaşıma sokmuş ve farklı açılardan bakanlara deli gömleği giydirebilmek ve onları kriminalize edebilmek için yol yapıyormuş gibi görünüyorlar. Belki gelecekte Orwellci totaliter bir distopya inşa etmek istiyor ve potansiyel muhalifleri yapısal bir biçimde sindirmek istiyor olabilirler. Her hâlükârda söz konusu olan bilgi ve güç arasındaki kadim ilişki...

Bir toplulukta komplo teorilerine meylin artması bize neyi gösterir? Örneğin burada toplumun güvensizliği vardır diyebilir miyiz? Yoksa bir tür bilgi eksikliğinin manipüle edilmesi midir? Yani insanlar birtakım gelişmeler hakkında tam olarak bilgilendirilmediği ve verilen donelerden tatmin olmadığı için komplolara yöneliyor diyebilir miyiz?

Her iki olasılık, hatta başka olasılıklar da söz konusu olabilir. John F. Kennedy suikastının resmî anlatıda anlatıldığı gibi gerçekleşmediğine inanan ABD'li sayısı bir ankete göre yüzde 77. Bu insanların güvensizliğinin sebebi resmî anlatının bıraktığı boşluklar (bkz. "sihirli kurşun"), yani bahsettiğiniz tatminsizlik. 11 Eylül 2001 günü kendisine uçak çarpmamasına rağmen yıkılan üçüncü bina olan WTC7 adlı binanın çeşitli açılardan yıkılış videolarını seyreden rasyonel bir insanın bu yöndeki komplo teorilerine gerçeklik ihtimali vermesi de çok zor olmayacaktır. Dünyayı aslında yer altında yaşayan sürüngenlerin yönettiğini iddia eden komplo teorilerinin kaynağı ise bilgi/veri/ kanıt eksikliği değil, hayal gücü olsa gerek. Gelişmiş bir uzaylı medeniyetinin hasmane olabileceğini ve onlarla karşılaşan dünyalıların durumunun Kristof Kolomb ile karşılaşan Güney Amerikalılar gibi olabileceğini söyleyen Stephen Hawking acaba hangi saiklerle böyle paranormal bir ihtimale değiniyordu? Özetle bu sorunun cevabı ilgili teoriye göre değişkenlik gösteriyor, soruya genel bir cevap vermek mümkün görünmüyor.

11 EYLÜL HAKKINDAKİ BÜYÜK KOMPLO TEORİLERİ BATI KAYNAKLI

Bilinenin (veya yansıtılanın) aksine Batı toplumlarında (Batı denince bizde yalnızca Avrupa anlaşılabiliyor, buna elbette ABD de dâhil) komplo teorilerine inanan insan sayısı Doğu toplumlarına nazaran çok daha fazla. Bunu neye bağlarız? Batılılar sonuç olarak rasyonel eğitimle donatılmış insanlar. Neden rasyonel olmayana meylediyorlar? Eleştirel düşünmeyi bildikleri için mi?

Yaygın kanaat Orta Doğu toplumlarının komplo teorilerine daha çok rağbet ettiği yönünde ama gerçeğin böyle olmadığını örneğin Covid-19 hadisesinden rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Bu satırlar yazılırken çok sayıda Batı şehrinde Covid-19'un küresel bir komplo olduğunu pankartlara yazan insanlar sokaklarda protesto eylemlerine katılıyor ama Orta Doğu ülkelerinde böyle bir fenomenle karşılaşmıyoruz. Sonuçları en çok Müslümanları ilgilendiren 11 Eylül hadisesi hakkındaki bütün büyük komplo teorileri ve bu teorilerin etrafında şekillenen örgütlenmeler de (örneğin ae911truth. org) yine Batı kaynaklı. Sorunuzdaki "rasyonel olmayana meylediyorlar" cümlesi subjektif bir yargı barındırıyor çünkü bu hadiselerin altında komploların yattığına inanan Batılılara göre rasyonel olan onların durdukları yer ve ortaya bu yönde bazı kanıtlar sunuyorlar.

Hatta bunların bazıları prestijli kurumların saygın bilim insanları ve devlet görevlileri: Steven Jones, Niels Harrit, Daniele Ganser, Nobelli Luc Montagnier, İtalya Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga vb. Kanaatimce bu manzara Batılıların bize göre "daimonik zekâ" anlamında daha tecrübeli ve bilinçli olmalarından kaynaklanıyor. Tarih alanında okuryazar olanlar teslim edecektir ki İsmet Özel'in de dediği gibi Batı tarihi başlangıcından itibaren komplolarla dolu. Sadece yakın tarihte ifşa olan Batı'daki bazı komplolar şunlar: 11 Eylül, şarbon hadisesi, Tuskegee frengi deneyi, MKUltra zihin kontrol projesi, Volkswagen dizel emisyon skandalı, Panama Belgeleri, Snowden ve Batı istihbarat örgütlerinin kitleleri gözetim altında tutması, İtalya'da ifşa olan P2 mason locası, Güney Kore'deki Choi Soonsil skandalı, Belçika'daki Marc Dutroux ve ABD'deki Jeffrey Epstein & Ghislaine Maxwell hadiseleri. Örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir.

Bunlar artık "komplo teorisi" kategorisinde olmayan, "tarihî bilgi" kategorisinde olan, ana akım tarafından da kabul edilen ama nihayetinde komplolara dayanan hadiseler. Bu hadiseleri Orta Doğulu toplumlar ilgisizlikleri ve bilgisizlikleri sebebiyle pek bilmiyorlar ama Batılı toplumlar daha yakından takip ediyorlar.

Son olarak, komplo teorisi kavramını terk etmeyi bilinçsizce ve kullanılmamasının sağlanmasını öneriyorsunuz. Peki bir diğer seçenek olarak bu yakıştırmayı doğrudan kabul etmek de pejoratif baskıları azaltmaz mı?

Bu kavram belirli hadiselerin hakikatini aramada faydadan çok zarar getiriyor. Tikelcilerin haklı olduğunu düşünüyorum. Yani tarihî veya güncel hadiselere dair tüm teoriler kanıtlar ışığında değerlendirilmeli, ancak bu yapıldıktan sonra bir yargıya varılmalı. Komplo teorisi gibi ikincil ve şüpheli kavramların bu değerlendirmenin salahiyetini etkilemesine izin verilmemeli. Elbette tikelciler böyle istediği için bu kavram kullanımdan kalkacak değil ama en azından tikelcilerin literatüre yaptığı katkıdan sonra bu kavramı kullanırken artık iki kere düşünmek gerek.

Önerdiğiniz yolu tercih edenler var ama insanlara komplo teorisi kavramının tüm boyutlarını anlatmadan bunu yaptığınız takdirde tâbiri caizse "bindiğiniz dalı kesmiş" olursunuz zira toplumun önemli bir kesimi tarihteki komplolardan habersizce artık gerçek olduğu şeksiz şüphesiz ortaya çıkanlar da dâhil olmak üzere tüm komplo teorilerinin peşinen "deli saçması" olduğunu zannediyor ve analitik yaklaşımı tanımıyorlar: ABD'li tarihçi Kathryn Olmsted'e ait olan analitik tanıma göre, "Bir komplo, iki veya daha çok insan gücü suistimal etmek veya yasaları çiğnemek amacıyla bir araya geldiklerinde oluşur. Komplo teorisi, doğru olabilecek veya olmayabilecek bir komplo hakkında bir önermedir; henüz kanıtlanmamıştır." Kanıtsız konuşan komplo teorisyenleri vasat zihinlerse, yine herhangi bir kanıt sunmadan onlarla alay edenler daha da vasat tipler olan "yarı alimler". Vasat olmamak için yapılması gereken şey "Kim ne der?" diye düşünmeden ortadaki kanıtların ışığında samimiyetle ve cesaretle hakikati aramak. Kant'ın zamanında dediği gibi: Sapere aude!