Ben seçeceğim, ama hangisini?

Efendisi olmaktan memnun kaldığımız ve özgür hissettiğimiz "seçme eylemi", alternatiflerin bolluğu ile artık bir eziyete dönüşüyor ve zaman yiyen bir yaratık gibi tüm saatlerimizi tüketiyor.
Efendisi olmaktan memnun kaldığımız ve özgür hissettiğimiz "seçme eylemi", alternatiflerin bolluğu ile artık bir eziyete dönüşüyor ve zaman yiyen bir yaratık gibi tüm saatlerimizi tüketiyor.

Otoriteyi ve otoritenin koyduğu sınırları ortadan kaldıran sonsuz seçim hakkımız ile yeni sınırlarımızı kendimiz belirliyor ya da başka birinin buna karar vermesine görece izin veriyoruz. İlki büyük bir kaygı ve depresyon, ikincisi ise kısa zamanlı rahatlık sağlasa da uzun vadede takıntılı davranışlara sebep olabiliyor. Seçeneğin az olduğu bir durumda oluşacak sonuçların hepsinden otorite figürleri sorumlu tutulabilir ancak seçenek bol ve seçmekte özgür isek her kötü sonuçta tüm öfke ve hayal kırıklığı kendimize yönelecektir.

Seçeneklerin bolluğu ile övünen modern dünya düzeninde gerçekten de hayatımız seçimlerimizden mi ibaret?

Seçeneklerin bolluğu ile övünen modern dünya düzeninde gerçekten de hayatımız seçimlerimizden mi ibaret? Mesleğimizi, eşimizi, evimizi, ayakkabılarımızı, operatörümüzü, içtiğimiz su markasını ve hatta kökenimizi, yaşadığımız ülkeyi, göz rengimizi, burnumuzu, beden şeklimizi, cinsiyetimizi seçebilir duruma geldik. Bunu bize sunan sistemde elimizde bulunan fırsatların çokluğu ve seçimin bize bırakılıyor olması, sonsuz bir özgürlük alanı. Yaşamın her alanında bizi efendi yapan ve bize efendi gibi hissettiren "seçme eylemi", kendisini köle konumuna yerleştirmiş gibi görünüyor.

Hegel’in köle-efendi diyalektiği üzerinden düşünürsek, efendinin varlığının kölenin var olmasıyla meydana geldiği ve dolayısıyla kölenin de "efendinin efendisi" olduğunu söyleyebiliriz. O hâlde efendi olan biz miyiz yoksa bizim efendimiz "seçme eylemi" mi?

Mevcut düzen bolca seçenek sunarken bize şunu da söyler: "Ben sana birçok seçenek sağlıyorum ve en iyisini seçme konusunda sen mesulsün. O hâlde kötü sonuçlar benim hatam olmayacak, bu tamamen senin hatan olacak."

Büyük bir sorumluluk bu şekilde omuzlarımıza konulmaktadır. Bilgi ve zaman kısıtlı iken seçim yapıyor olmak ve seçimlerimizle yaşanacak her sonuçtan kendimizin sorumlu olacağının farkında olmak bizde seçim yapma kaygısına neden olmakta. Çünkü seçim yaptığımız her an şu soru zihnimizde belirir: "Ya diğeri benim için daha iyi olacaksa?" Satın aldığımız birçok eşyadan sonra tatmin duygusu hissedemiyor olmak belki de bu düşüncemizin sonuçlarından biridir. Sürekli meslek ve alan değiştiren, evlilik için bir türlü hazır olamayan ve en iyisini seçip seçemediğine bir türlü karar veremeyen kişiler sürekli bir kaygıya maruz kalmakta.

"Ya diğeri benim için daha iyi olacaksa?"
"Ya diğeri benim için daha iyi olacaksa?"

Oldukları konumdan memnun olup olmadıklarına karar verebilmek kolay değil çünkü olabilecekleri tüm konumları düşündüklerinde hangisini seçerlerse seçsinler, geri kalan tüm seçenekler kafalarında acaba sorusunu doğuracaktır. Oluşan kaygı ile birlikte seçilen, bizi memnun etmediği sürece depresif ve umutsuz duygular da beraberinde gelecektir. Otoriteyi ve otoritenin koyduğu sınırları ortadan kaldıran sonsuz seçim hakkımız ile yeni sınırlarımızı kendimiz belirliyor ya da başka birinin buna karar vermesine görece izin veriyoruz.

Seçim kaygısından kurtulabilmenin en iyi yolu seçimi başkasının yapmasına izin vermektir.
Seçim kaygısından kurtulabilmenin en iyi yolu seçimi başkasının yapmasına izin vermektir.

İlki büyük bir kaygı ve depresyon, ikincisi ise kısa zamanlı rahatlık sağlasa da uzun vadede takıntılı davranışlara sebep olabiliyor. Seçeneğin az olduğu bir durumda oluşacak sonuçların hepsinden otorite figürleri sorumlu tutulabilir ancak seçenek bol ve seçmekte özgür isek her kötü sonuçta tüm öfke ve hayal kırıklığı kendimize yönelecektir. Kapitalist ve küresel düzen seçeneklerini her alanda çok tutarak tüketiciye efendilik hissi sağlasa da tüketicilerin kararsızlıklarından ve memnuniyetsizliklerinden faydalanarak aynı alanda birçok ürünü satmaktadır.

Örneğin, bir telefon almaya karar verdiniz. Araştırmalarınız ve başkalarının yorumları ile birlikte alabileceğiniz en iyi telefonu aldınız. Siz aldıktan sonra kısa bir süre içerisinde farklı markalar daha üst modeller çıkardı ve çevrenizdeki kişilerin kullandıkları telefonlar hakkında da birçok olumlu yorum duydunuz. Telefonunuzun en ufak bir aksamasında veya karşılaştırdığınızda yetersiz kaldığı bir noktada büyük ihtimâlle memnuniyetsiz ve mutsuz bir duygu ile başa çıkmak zorunda kalacaksınız.

Çünkü diğer marka/ renk/model telefonlar sizin için belki de daha doğru bir seçim olacaktı. Elbette, seçim yapabiliyor olmak, başlı başına felaket getiren bir eylem değil. Seçeneklerin aşırıya kaçması ve sonsuz sayıda önümüzde belirmesi, problemlerin baş gösterdiği nokta. Hayatta büyük ve önemli kararlar verirken alternatif yolların bulunması rahatlatıcı bir durum ve en iyisini seçebilmemiz için bize verilmiş olumlu bir fırsat. Ancak öte yandan her gün binlerce konu hakkında binlerce seçenek içerisinden seçim yapmak zorunda kalıyor olmak, kaygıya ve kararsızlığa yol açıyor.

Yapılan araştırmalarda, internetten o an izlenebilecek en iyi diziyi veya filmi bulmak, bazen ortalama bir dizinin veya filmin süresini aşmakta. Seçerken geçirdiğimiz uzunca bir vakitten sonra eğer diziyi veya filmi yeterince tatmin edici bulamazsak, o gün bilgisayarın başından mutsuz kalkarız. Kimi zaman arama süresi uzadıkça, dizi veya film aramaktan vazgeçerek bilgisayarı kapatırız. Elimizde ise boşa geçen uzun bir süre ve pişmanlık kalır. Bu noktada, seçim kaygısından kurtulabilmenin en iyi yolu seçimi başkasının yapmasına izin vermektir.

  • Bir ünlünün kullandığı kremi almak, doktorun önerdiği gibi burun yaptırmak, yaşam koçunun söylediği mesleği seçmek, çalışanın güzel dediği pantolonu almak ve daha nicesi. Efendisi olmaktan ilk başta memnun kaldığımız ve özgür hissettiğimiz "seçme eylemi", alternatiflerin bolluğu ile artık bir eziyete dönüşüyor ve zaman yiyen bir yaratık gibi tüm saatlerimizi tüketiyor.

Güvendiğimiz başka birinin bizim adımıza en iyisini seçiyor olması, her yönden oldukça rahatlatıcı. Bu durum öyle bir noktada ki, kendimizi tanımak ve bir konuda en iyi olabilmek adına binlerce kitap okuyor ve yazarın dediği gibi bir "kendi" olarak kısa süreliğine benliğimizden kopuyoruz. Artık sözcüklerin etkisi geçince yine kendimizle baş başa kalıyor ve seçim kaygımızın altında eziliyoruz. Birinde üç, diğerinde yirmiye yakın seçenek olan iki farklı dondurma dükkânından yalnızca üç top dondurma alacak kişilerin içinden en memnun ve mutlu olanları sizce hangi dükkândan çıkanlardı? İlk başta seçenekler bol olunca istediğini alacak kişilerin memnun olması gerekiyor gibi görünse de sonuçta deneyemedikleri diğer çeşitler akıllarının bir köşesinde kalmış ve memnuniyet seviyeleri düşük çıkmıştır.

Modern dünya düzeni seçeneğin bol olduğu bir dükkân gibi memnuniyetsiz tüketiciler doğurmakta.
Modern dünya düzeni seçeneğin bol olduğu bir dükkân gibi memnuniyetsiz tüketiciler doğurmakta.

Diğer dükkândan çıkan kişiler ise deneyebilecekleri tüm seçenekleri ellerinde tuttukları ve geriye dönüp acaba diyecekleri bir şey olmadığı için memnun kalmışlardır. Modern dünya düzeni seçeneğin bol olduğu bir dükkân gibi memnuniyetsiz tüketiciler doğurmakta. Bu tüketiciler, tatmin olabilmek için her defasında daha fazla tüketmekte ve bunun verdiği haza bağımlı hâle gelmekteler.

Giymediği, asla kullanmayacağı, gereksiz eşyalara tüm parasını yatıran alışveriş bağımlıları ya da her tür kursa gidip sonunda eline uzmanlaşabildiği herhangi bir şey geçmeyen maymun iştahlı bir kişi gibi. Sistem bize seçenekleri sunduktan sonra sahneden çekiliyor ve kararı tamamen bize bırakıyor gibi görünüyor.

Peki, gerçekten öyle mi? Bir araştırmada, katılımcılara bazı kadın yüzleri en başta toplu daha sonra sıra sıra olacak şekilde gösteriliyor ve içlerinden en güzelini seçmeleri isteniyor.

Seçim yaparken gerçekten de manipüle olmadan özgürce seçebiliyor muyuz yoksa bize seçenek sunuyormuş gibi görünen sistem aslında öncesinde ne seçeceğimizi belirlemiş mi oluyor?

Resimler sırayla gösterilirken bir kadının resmi diğerlerinden 4-5 kez defa fazla gösteriyor ve sonuç: Katılımcıların çoğu o kadının yüzünü seçiyor. Sebebinin ise daha fazla gösterilmesi ile aşinalığın artmış olması. Her gün maruz kaldığımız aynı yüzler, mesajlar ve ürünler çok büyük markalara da ait olsa neden hiçbir zaman reklam konusunda geri çekilmedikleri bir bakıma anlaşılıyor. Saçma olarak değerlendirdiğimiz bir reklam dahi günün birinde bilinçaltımızdan bizi yönetebilmekte. Baş ağrılarımızın artık dayanılmaz olduğu noktada alelâde bir kanaldan satılan ucuz kremleri bile bile satın almamız ya da kilolarımızdan usandığımız bir safhada internette gördüğümüz adına aşina dahi olmadığımız tuhaf otları korkmadan denememiz gibi. O hâlde soruyorum: Seçim yaparken gerçekten de manipüle olmadan özgürce seçebiliyor muyuz yoksa bize seçenek sunuyormuş gibi görünen sistem aslında öncesinde ne seçeceğimizi belirlemiş mi oluyor? Seçim yaparken efendi miyiz yoksa kölemiz bizim efendimiz olarak bize her an bir baskı ve kaygı mı yaşatmakta? Sizce?