Bin yıl yaşayacak bir çicek Kâni Karaca

Kâni Karaca
Kâni Karaca

1930 yılında Adana'nın bir köyünde doğdu. Daha üç aylıkken gözlerine dökülen tuzruhu nedeniyle renkleri yitirdi, daha sonra ise annesi tarafından diri diri gömülmekten son anda kurtarılacaktı. Hayatının daha ilk aylarında maruz kaldıkları körpe canında ne yaralar açtı bilemiyoruz, fakat belki de körpe çağında dile getiremediği acılarını yetişkinlik çağında seslendirdiği nağmelerle, naat ve gazellerle terennüm edip duruyordu.

1

"Sevgili Kâni Karaca, Sayın Kâni Karaca, Üstad Kâni Karaca, Hoca Kâni Karaca..." Ahmet Özhan'ın deyimiyle bu takdimlerden herbiriyle anılabilir fakat hiçbir takdim onu tarif etmeye tam anlamıyla muktedir değil. Önce ilahi kaynaktan sonra da Türk müziğinin kaynaklarından kana kana içmiş bir nefestir Kâni Karaca. Alaaddin Yavaşça onun için "Kendisi akordu çok iyi yapılmış bir saz gibidir." diyordu ve o onu canlı dinleyenleri ses tellerinde bir alet olduğundan şüphelendirecek kadar Türk müziğinin perde ve aralıklarını kusursuz basabiliyordu. Eksik fakat doğru bir tanımla; millî sesimiz ve yüz akımızdı.

  • 2
  • 1930 yılında Adana'nın bir köyünde doğdu. Daha üç aylıkken gözlerine dökülen tuzruhu nedeniyle renkleri yitirdi, daha sonra ise annesi tarafından diri diri gömülmekten son anda kurtarılacaktı. Hayatının daha ilk aylarında maruz kaldıkları körpe canında ne yaralar açtı bilemiyoruz, fakat belki de körpe çağında dile getiremediği acılarını yetişkinlik çağında seslendirdiği nağmelerle, naat ve gazellerle terennüm edip duruyordu. Gırtlağına Hakk tarafından dizilmiş sazın telleri hüzzam, hüseyni ve hicazlar arasında gidip geliyordu.

3

İlkokul yıllarında halasının isteğiyle hafızlığa başladı. Küçük yaşta civar camilerde mukabeleler okudu. Sesindeki ve okuyuş tavrındaki başkalık daha o yıllarda fark edilmişti. İlk makam bilgilerini Adana'da Hacı Şefika Hatun Camii'nin imamı Hâfız Abdi Er Efendi'nin yanına öğrendi. Burada aldığı eğitim öyle sağlam ve derindi ki yıllar sonra hocası olacak Üsküdarlı Hafız Ali Efendi'nin bile bu ilk eğitiminden dolayı takdirini kazanacaktı. 1950 yılında Adana eşrafı önayak oldu, belki Anadolu'nun sinesinden çıkan bu eşsiz ses İstanbul'da da yankı bulur ümidiyle, İstanbul'a gönderildi.

  • 4
  • Yeni Camii'de mukabele okurken tanıştığı Sadettin Kaynak onu dinler dinlemez meşkine almak istedi. Meşke, Kaynak'ın bestelediği "Bana bu ten gerekmez can gerektir, ol baki cennete iman gerektir" adlı ilahiyle başladı. Beş yıllık meşk süresi boyunca Ahmet Avni Konuk'un 119 makamdan oluşan kâr-ı nâtık formundaki büyük eseri gibi sayısız eseri Kâni Karaca'ya meşk eden Sadettin Kaynak, böylece onun nazariyat bilgisinin oldukça ilerlemesine vesile oldu. Kâr-ı natık dersleri onun gazel, kaside gibi formlarda doğaçlama kabiliyetini oldukça arttırmıştı. Bu sayede tonlar ve makamlar arasında istediği gibi gezinebildi ve meyan içinde meyanlar açabildi.

5

O, kulağıyla gören ve hatta düşünen birisiydi. Onun büyüklüğü aslında başta Kuran-ı Kerim olmak üzere dinî musikînin bütün alanlarındaki hâkimiyetinden kaynaklanıyordu. Önünde diz çöktüğü hocalarından aldığı ilhamla, Kuran-ı Kerim'i daha güzel okuyabilmenin yollarını ararken, ister istemez Türk müziğinin sırları arasında gezinmeye ve bu sırlara da tek tek vakıf olmaya başlamıştı. Bu yüzden radyo sanatçılarının ve konservatuar öğrencilerinin aylarca yıllarca çalışıp vuramadığı usûllerin, icra edemediği eserlerin bir çırpıda üstesinden gelebildi.

  • 6
  • Şaşırtıcı uslûbu onun en önemli özelliği olsa gerek. Hâlihazırda doğaçlamalara oldukça müsait olan Türk müziğine, bu yüzden tam anlamıyla damga vurabilmişti. O herkes gibi okumazdı, onu dinlemek hiç bilinmeyen sürprizlere hazır olmak demekti. Meyanlar içinde meyanlarıyla, bol geçkileriyle sesini istediği ölçüde dağıtıp topluyordu. Hanendeliğinin yanında Karaca, dört saz semâisi, yirmiye yakın şarkı, ilâhi ve şuğul besteleriyle de Türk müziğine icrası ve yorumundaki orijinallik dışında miraslar bıraktı.

7

Şüphesiz Türk müziği içinden çıktığı "ilahi kaynak"la yakın mesafede bulunanların çok başka icra, güfte ve beste tohumlarını ektiği eşsiz bir bahçedir. Kaynağını Kuran-ı Kerim'den alan bu mûsikînin sayısız icracısı, bestecisi ve güftecisi olmuştur, fakat Kâni Karaca gibi sathi olmayan bir eğitimin ve meşk sürecinin sonunda yetişen sesler bugün bizim "millî sesimiz" ve "yüzyılın sesi" diyebildiğimiz şahsiyetlerdir. Ve onlar milletin içinden millete doğru açan çiçeklerdir. Kâni Karaca da milletin içinden millete doğru açmış eşsiz, emsalsiz bir çiçektir.