Bir araba hikayesi

Bu arabanın eski model olmasına bakma hala meraklıları varmış.
Bu arabanın eski model olmasına bakma hala meraklıları varmış.

Hafiften rahatsız olmaya başladığımı hisseden oğlu ise bir babasına bir bana bakıyordu. İşlemlere ne zaman başlayacağımızı sordu. Araba için istediğim rakama en ufak bir itiraz etmeden, arabanın eksiklerini anlattırmadan, bir servise göstermeyi teklif etmeden… Dayanamayıp sordum artık neden böyle olduğunu şimdi ben de iyice meraklanmıştım.

İçeri girdiğinde gözleri gölgelenmiş ve havadaki nemden bağımsız bir şekilde terlemiş olduğunu fark ettim, bir gariplik vardı halinde. Sakin bir sesle “hoş geldin, bitti mi arabanın devir işleri?” diye sordum.

Benden daha sakin bir şekilde ‘’evet hallettik ama çok acayip bir şey oldu kardeşim’’ dedi. Anlamıştım zaten o kadarını ama anlatmaya zorlamak yerine kendisine gelmesini bekledim yine sabırla. Çaylarımızı yudumlarken nihayet söze girdi: ‘’Arabayı internette satışa koyar koymaz adamın biri aradı, hani sen demiştin ya bu arabanın eski model olmasına bakma hala meraklıları var diye, hakikaten de amma meraklısı varmış diye düşündüm.

İşin doğrusu 20 yaşında bir arabanın bu kadar çabuk ilgi görmesi kafama takılmıştı. Adama telefonda arabanın kusurlarını falan saymaya kalmadan hemen vereceği adrese arabayı getirmemi ve işlemleri yapmamızı teklif etti. Biraz da tedirgin bir tonda’’ sözün bu kısmında duraksayıp geldiğinden beri üçüncü sigarasını yakarken araya girdim ‘’eski model araba kardeşim, şurada 5-10 sene sonra klasik kabul edilecek’’ tebessüm etmesini beklemem biraz saflık olmuştu anladığım kadarıyla, yine o dalgın bakışlarla sürdürdü konuşmasını ‘’verdiği adrese basıp gittim.

Adama telefonda arabanın kusurlarını falan saymaya kalmadan hemen vereceği adrese arabayı getirmemi ve işlemleri yapmamızı teklif etti.

Normalde sevmem böyle emrivaki durumları ama dedim ya kafama takılmıştı adamın konuşma şekli. Adres orta halli bir şirketin binasına götürdü beni, arabayı karşı kaldırıma yanaşıp beni aradığı numaradan adamı arayıp aşağıda beklediğimi söyledim.

Az sonra binanın camlı kapısından yaşlıca bir amca çıktı, telefondaki sesin sahibi olamayacak kadar yaşlı görünüyordu. Birkaç saniye sonra da oğlu ve telefondaki kişi olduğunu tahmin ettiğim kişi çıktı ardından. Arabayı görür görmez yaşlı adama bir durgunluk geldiğini fark ettim ama üzerinde durmadım pek, benim hedefim telefondaki adamdı. Ben yaşlarda, iyi giyimli, temiz birine benziyordu, yaşlı adamla birbirlerine benzeyen yüz hatları ve yürüyüşleri baba-oğul olduklarını hemen ele veriyordu.’’

Sözün burasında ikinci çaylarımızı ve artık saymaktan vazgeçtiğim sigaralarımızı yakmıştık bile, telefonuma gelen önemli bir çağrıyı sessize alıp hafiften artmaya başlamış merakımla ‘’ee aga, neymiş adamın acelesi anlat bakalım?’’ dedim. Derin bir duman bırakıp başlangıçtan daha sakin bir ses tonuyla anlatmaya devam etti ‘’Selamlaştık falan, ben oğluyla konuşmaya başladığımda yaşlı adam sanki akli dengesini yitirenlere benzer hareketlerle arabaya bakıyor, bazen kaputuna bazen tavanına elini sürüyor bizimle hiç ilgilenmiyordu. Hafiften rahatsız olmaya başladığımı hisseden oğlu ise bir babasına bir bana bakıyordu. İşlemlere ne zaman başlayacağımızı sordu. Araba için istediğim rakama en ufak bir itiraz etmeden, arabanın eksiklerini anlattırmadan, bir servise göstermeyi teklif etmeden… Dayanamayıp sordum artık neden böyle olduğunu” şimdi ben de iyice meraklanmıştım.

20 yaşında bir arabanın bu kadar çabuk ilgi görmesi kafama takılmıştı.
20 yaşında bir arabanın bu kadar çabuk ilgi görmesi kafama takılmıştı.

‘’Eleman ısrarıma dayanamayıp en sonunda anlatmaya başladı; 20-25 sene evvel babası bir imalathanenin sorumlu ustası olarak çalışırmış, çok sevdiği bir patronu varmış kardeş gibi yaşamışlar yıllarca. O sıra bizim eleman da delikanlılığa yeni geçmekte olan bir çırak olarak atölyede babasına yardımcı oluyormuş. Babasının patronu bir gün -usta artık yaşlıyım ve hastayım, bu işleri oğluma bırakamam biliyorsun hayırsızın teki, bir kaç aya kalmaz her şeyi batırır. Bu işletmeyi kapatmayıp devam ettirmen şartıyla atölyeyi sana bırakacağım ve emekli olacağım artık, tek kuruş bile istemiyorum yeter ki adımı yürüt, tezgâhımı kapanmaktan koru. Oğluma zaten miras bırakacağım, sana sıkıntı çıkarmayacak meraklanma. Hatta bu yeni aldığım arabayı da oğluna hediye ediyorum, zaten öyle çok pahalı bir araba değil ama bu delikanlıyı sevdim isterim ki ona da bir faydam dokunsun ölmeden önce.

  • Baba oğul bu teklif karşısında apışıp kalmışlar, ne diyeceklerini nasıl davranacaklarını bilemeden geçirmişler sonraki bir kaç günü. Tam işletmenin devrinin yapılacağı gün yaşlı patron kalp krizinden rahmetli olmuş. Bizimkiler artık öyle bir çıkmazın içine düşmüşler ki tarif edilir gibi değil’’

Ağzım açık dinliyordum, 60’lı yılların siyah beyaz filmleri gelmişti aklıma direkt, fabrikatör Hulusi Kentmen, İzzet Günay vs. şaşkınlığımın tadını çıkardıktan sonra anlatmayı sürdürdü ‘’Adamın hayırsız oğlu çıkıp gelmiş tabi, bizimkilerin anlattıklarını dinlemeye bile tenezzül etmeden ikisini de kapının önüne koymuş, yani senin anlayacağım ne işletmenin devri ne de araba. Baba oğul öylece kalmışlar ortada. ‘’Vay arkadaş ya, yapılır mı lan delikanlı adama’’ diyerek sağlam da bir sövdüm peşi sıra, arkadaşım da sövdü ve hikayenin asıl kısmına geçti nihayet ‘’İşsiz kalan baba, en çok da uğradığı haksızlığı kimseye anlatamamayı dert etmiş kendine ama kendini bırakmak yerine hırs yapıp inanılmaz bir gayretle bir kaç sene içinde kendi atölyesine ve sonra da küçük çaplı bir fabrikaya sahip olana kadar çalışmış. Oğluyla beraber işleri iyice büyütüp o eskiden çalıştıkları atölyeyi hayırsız oğuldan satın almışlar ardından da rahmetli patronlarının oturduğu 2 katlı bahçeli lüks evi. Bildiğin film gibi hikaye, ama hikayenin tek eksiği delikanlıya zamanında verilmiş olan araba sözüymüş. Meğer o şerefsize yıllar sonra defalarca dil döküp arabayı satacak olursa yabancıya vermemelerini, mutlaka kendilerine satmasını söylemişler ama adam karakterden yana sıkıntılı bir tipmiş ki arabayı bunlara hiç söylemeden rastgele satmış’’ Vay a.. ‘’lan yoksa?’’ dedim, geldiğinden beri ilk kez güldü ‘’evet o arabayı o adam bana satmış işte’’ şimdi ikimizde gülüyorduk, bir çay daha söyledik ve tamamladı sözünü ‘’neyse, meğer adamlar yıllardır arabanın izini kaybettikleri için mutsuzmuş, yaşlı adam oğluna özellikle de bu arabayı almadan ölmekten korkuyormuş hatta.

Bir tanıdıklarının internette o gün benim arabayı görüp bunlara haber vermesiyle de bayram etmişler, adam arayıp talip olmuş işte. Biz de adama arabanın eskiliğinden hasarlarından falan dem vuracaktık güya, lan araba adamın kızılelma’sıymış meğer. o sıra babası ıslanmış gözlerini bir çocuk gibi silerek bana sarılıp teşekkür etti. Satışı falan hemen başlattık işte’’ dedi. Kader, kısmet, nasip, tevafuk, tesadüf vs. bir sürü kavram tekrar tekrar aklıma gelip duruyordu artık, şimdi ikimiz de neşelenmiştik.

bizim başımıza gelmese de mutlu bir son’a şahit olup neşelenmemek mümkün mü zaten?