"Bir İngiliz saldırısına hazırım" ne demektir?

Hakan Arslanbenzer
Hakan Arslanbenzer

Şiiri her zaman bir konuşma, dünyaya yani konuşmayan ama içinde çok fazla konuşulacak şey olana bir cevap olarak düşündüm.

İlk mısra dünyaya verilmiş bir karşılıktır. Bütün dünyaya. Dünya dediğimiz imgeye, olgular bağlantısına, hangi felsefeye bağlıysanız ona. Şahsen ben Kantgil felsefeden ziyade genç Wittgenstein’ın felsefesine yakın sayılırım. Dünyanın zihin tarafından toparlanabilen bir imge olduğuna pek inanmam. Daha ziyade dünya dediğimiz vakanın, daha doğrusu vakaları bir araya getiren bağıntıların bir toplamı olduğunu kabul ederim.

Biraz karışık oldu sanırım. Ama zaten karışık. Demek istediğim o. Modern şairlerin çoğu Kantgil imge tasarımının çocukları. Sentetikler. Dünyayı tasavvur ettikleri kadar düşürüyorlar şiire. İmgenin “bir şeyin daha bir kendi” olduğunu söylemiş Cemal Süreya. Bu sözü Immanuel Kant duymuş olsa, kalkıp Süreya’yı alnından öperdi. Benim için imge ile kendilik makyajla güzellik kadar birbirine uzak şeyler. Aslolan bağıntıdır, gerçekle gerçek arasındaki titreşimli temastır. Zihin kendi başına gerçeklik özelliğini haiz değildir. Her neyse.

İlk mısra bana gelmez. Ben onu dünyayı kurcalayarak, bazen dünyayla itişerek bulurum. Kavgacı şairim ben, sol beyin şairiyim; şiirin mühendisiyim. Genellikle de yayımladığım şiirin ilk mısraı müsveddenin ilk mısraı değildir. Kurcalamalarım arasında bir yerde kesip atan bir söz söylerim ya da müsveddenin 70. satırında, ki mısraa kasıtlı olarak satır diyorum, kıtaa paragraf, fırsatını düşürsem şiire de yazı diyeceğim, şiir çalışmasının 17. gününde, paragraflar arasında bir geçiş esnasında diyalektik bir tespit, bir diyalogun kesilip alınmış bir hitabı dikkatimi müthiş toplar. O toplanma etkisini şiirin geri kalanında da devam ettiriyorsa, ilk 16 günü, ilk 69 satırı, bir sürü paragrafı gözden çıkarıp o satırı temiz bir kağıdın başına yazarım.

Bir İngiliz saldırısına hazırım

Reis’in ilk mısrası. Gerçekte Türkiye’nin Kaderi tarzında uzun mu uzun bir şiirin 3. A4 sayfasında herhangi bir satırdı. Dergâh dergisinin editörü dikkatimi çekti. “Bir şiir böyle başlamalı,” dedi. Ankara’ya gidip kampa girdim ve 105 satırlık şiiri kuşa çevirip İstanbul’a postaladım. İki şiir daha vardı. Üçüne de aynı tarifeyi uyguladım. 70 ile 130 satırlık şiirler 20 civarı satıra indi ve dergide yayımlandı. Hakan Arslanbenzer’i ilkin öyle tanıdı insanlar. 1995 yılıydı.

  • İlk mısra bana gelmez. Ben onu dünyayı kurcalayarak, bazen dünyayla itişerek bulurum.

Bütün ilk mısralarım böyle değil tabii. Çoğu sessizliği uzun süre dinledikten sonra düşürülmüştür. Hissettiğim, düşündüğüm, daha çok da fark ettiğim bir şeyi bir süre içimde gezindirdikten sonra konuşmaya başlarım. Şiiri her zaman bir konuşma, dünyaya yani konuşmayan ama içinde çok fazla konuşulacak şey olana bir cevap olarak düşündüğümü başta da söylemiştim. Karşına birini koymak bazen müthiş sonuçlar verebilir.

Saçlarını topuz yap kollarını kavuştur geç karşıma

Burdaki emir kipine aldanmamak lazım. Kollarını kavuşturup karşıma geçmese, topuz saçlı, zaten böyle bir şey aklıma gelmezdi. Ona bir kere bakmam yeterli olmuştur şiir yazmama. Bu dünyada beni gerçek manada baştan çıkarabilen tek kişi. Onunla başlayan şiirlerimde dünyayı kurcalamama gerek yok. Dünyayla itişmeme. İlk mısra hazır ve nazırdır. Genellikle de onun bir jestinden, duruşundan, bakışından çıkan bir ifadedir.

Baştan çıkmanın sonucu olsa da aşk şiirlerimin ilk mısraları daima rasyonel ifadeler oldu öte yandan. İki insan arasında olup olabilecek bir ilişkinin, bir ortak yaşamın ima edilmesi. Yani flört etmek, kur yapmak. Amerikalıların first line dedikleri, konuşmaya girişmenin ilk cümlesi gibi. Şiir katında ve mühendis beyni katında söylendiği için de rasyonel.

Modern şairlerin çoğu Kantgil imge tasarımının çocukları. Sentetikler. Dünyayı tasavvur ettikleri kadar düşürüyorlar şiire.

  • Hayal yok yani. Hayal bile edilmeyen şey gerçek olmuş. Heyecana gem vurulur, sakin flörtöz edayla ilk mısra kurulur. Özeti bu. Aşk şiirlerimin ilk mısraının malzeme ve tekniği bu.

Epik şiirlerim ise ifade olarak üçlemeyle giriyor meseleye. “Akif’te Buluşmak” yazımda da anlatmıştım.

Ardımızda şehrin en gizil yerinde tardedilmiş oğlanlar

1 Ardımızda

2 Şehrin en gizli yerinde

3 Tardedilmiş oğlanlar

Üçleme yani. Üç duraklı mısralar. Bilinçli olmadı bu tabii. Akif çözümlerken Türk modern epik şiirinde etkisi nasıl devam etmiş diye bakarken yani sonradan fark ettiğim bir şey.

Geçenler varsa İslam’ın şu çiğnenmiş diyarından

1 Geçenler varsa

2 İslam’ın

3 Şu çiğnenmiş diyarından

Birinci durakta muhatabımızı tutup, ikinci durakta kendimize çevirip, üçüncü durakta da söyleyeceğimizi söylüyoruz. Millet olarak yaptığımız şey bu.

Baksana, bana bak, sana bir şey anlatacağım

Gibi. Yahut da hadi şimdi teori yapayım bize: 1 Temas 2 Hitap 3 Söz. Bir başka deyişle dünyayla yani olguyla, vakayla, gerçekle temas; nesneyle nesne, özneyle özne yahut özneyle nesne arasında diyalektik ilişki kurma ve bam… aradaki bağıntıyı açıklama. Açıklama değilse de daha doğrusu, ifadeye kavuşturma, son söyleneceği ilk söyleme, sırrı faş etme, yıkıp perdeyi viran eyleme, Karagözlük, söz cengaverliği, Hakan Arslanbenzer olmak.

Bunu da editörüm sayesinde bu yazıyı yazarken fark ettim: Demek ki iki türlü başlıyormuş benim şiirlerim. Flört ederek bir; bir de gerçeği söyleyerek.