Bir şehri Kur'an'la zırhlamak

İnanç dünyevi mantığı, seküler olanı, kartezyen hâli lağveder. Koruma, yani zırh Kur’an’dır.
İnanç dünyevi mantığı, seküler olanı, kartezyen hâli lağveder. Koruma, yani zırh Kur’an’dır.

Koruma, bazen kararlılıktır ve hulfü’l-vaad etmemektir. Söz verdiysek Allah’a, “bir oğlumuz olursa sana bahşedeceğiz ve kurban keseceğiz” diye; o oğul olduğunda da o kararda ayakların topuğu üzerine gerisin geri gitmemesi hâlidir. Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi. Koruma, kararlılık ve inanç devreye girdiğinde, bıçağın sakıt olmasıyla, kesme vasfını kaybetmesiyle de gün yüzüne çıkar.

İnsan zayıf bir yaratıktır. Her şeyden çok da kendine mağlup. Biraz filozofluk damarım olsaydı burada “kendinde mağlup” (Besiegt an sich) kavramını ortaya atardım. Belgesellerde, Serengeti’de örneğin, bir impalanın doğurduğunu görürsek, her ne kadar doğan yavrunun ana sütüne muhtaç olduğunu görsek de bir taraftan da doğar doğmaz kalkıp yürüdüğü görürüz.

Bosna’nın bir Kur’an şehri olduğu ve bu kültür yüzyıllarca geri gitse de son yüzyılda “Kur’an okuyarak şehri zırhlama” geleneğini nasıl yaşatıldığı anlatılıyor bizlere söz konusu belgeselde.


Yılan yavruluyor ve anaya hiç bağlı kalmadan daha doğar doğmaz kendi yoluna koyuluyor. Timsah yavruları hakeza. Sadece kumun sıcağından doğumun şaşkınlığıyla afallamış vaziyetteyken bir ağzın onları suya kavuşturması gerekiyor. Gerisi Allah kerim. Âleme bakıldığında insana biçilen zayıflık kadar başka bir hayvana, bir nebata bu zayıflığın biçilmediği de görülüyor. Dokuz ay sonra doğmak, derken bir aile ortamına, başta ana-babaya on yıllarca bağımlılık, aslında ömür boyu bir bağımlılığı da beraberinde getiriyor.

Bedensel zayıflıktan çok bir de insanı ilgilendiren ruhsal zayıflık meselesi var. İnsan doğduğu, var olduğu vakit bir eksiklikle doğuyor. En başta Sezai Karakoç’un da kitabının adını koyduğu bir “Yitik Cennet” gerçeğiyle dünyaya geliyor. Cennette iki tuba arasına bağladığı hamağının sıcaklığına yine geri dönmek istiyorsa Hz. Âdem gibi doğumuyla, dünyaya gelişiyle, varoluşuyla büyük bir sınavın da içine girmiş bulunmanın bilincini unutmaması gerekiyor. Üç karanlıklı evrede yani ana rahminde kulağına fısıldanan o buyruğu dinleyecek mi? İçine doğacağı dünyada Rabbini unutmakla mı yaşantısını devam ettirecek? Albenisiyle dünya çoğu insana unutturduğu gibi ona da Tanrı’sını unutturacak mı? Ana rahminde balçığa fısıldanan ve bir daha da unutulmaması gereken o ses, bu dünya varlığında ona bir serinlik olarak eşlik edebilecek mi? İnsan sözüne hulfü’l-vaad edecek mi?

“Ey Muhammed! De ki: ‘Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!’” (Furkan:77) ayeti insanın, Allah için duasıyla bir anlam kazandığını da gösterir bizlere.
“Ey Muhammed! De ki: ‘Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!’” (Furkan:77) ayeti insanın, Allah için duasıyla bir anlam kazandığını da gösterir bizlere.

Yasak meyveyi yemekle terk ettiği o enfes topraklara gerisin geri dönebilecek mi? Tarlalarda aşırı alev yalımları altında kalmış mavi bir demliğin isten simsiyah olması ve demliğin etrafına is kokusunun sinmesi gibi dünya kokusu sinmiş bedenlerimizle yitiğimiz olan cennete geri gidebilecek miyiz? Bu bağlamda zayıf olan ve yönünü her an zayıflığından dolayı yitirme durumunda olan bizler için Kur’an imdada yetişir. “Üç karanlıklı odada” oluşan ruha yekinen ses, o karanlıklarda nasıl imdada yetişirse, kalptir bu, dünyaya bulaşır, dünyadan yara alır. “Aslolan”ı unutur. Sahte güzellikler peyda eder kendine. Annesinin öğüdünü dinlemeyen Kırmızı Başlıklı Kız’ı yoldan çıkaran albenili orman çiçekleridir dünya. Albenili orman çiçeklerinin olduğu yerde kurttan da söz edilmez mi? Kalbin susuzluğunu giderecek kaynak Kur’an’dır.

“Ey Muhammed! De ki: ‘Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!’” (Furkan:77) ayeti insanın, Allah için duasıyla bir anlam kazandığını da gösterir bizlere. Dua, ibadet ve yalvarma, korku ve titreme, insanı insan yapan ve Allah’a bağlayan temel etmenlerdir. İnsan duasıyla sığınacağı limanı iyi bilir. Duasıyla içine girdiği karanlıkta kalbinden küçücük bir ışık yakabilir. Duasıyla kabaran dalgalardan kendini kurtarabilir. Duasıyla kendini zayıf, kul bildiğinden, zayıf ve kul olmayana, Allah’a kendini katabilir. Girişi biraz uzun tuttum. Duanın ve ibadetin ve kulluğun ve bunlar için gerekecek korunağın önemini anlatmadan meseleye girmek olmazdı. Koruma, zırh Kur’an’dır.

3 merkez ilçe ve 5 camide sabah, öğle, akşam vakitlerinde okunan Kur’anlar500 yıldan beri kesintisiz devam ediyor.
3 merkez ilçe ve 5 camide sabah, öğle, akşam vakitlerinde okunan Kur’anlar500 yıldan beri kesintisiz devam ediyor.

“Oku” emri ile, Cibril sıkıştırmasıyla kalbe giren dua, gerçi Hz. Âdem’den beri dünyada soluk almaktadır. İslam’ın tarihi bir anlamda Kur’an’ın da tarihidir. Buna kim karşı çıkabilir. Tüm peygamberlerin aynı şeyleri söylediğini kim inkâr edebilir? Kur’an korumadır, zırhtır. Halkadır. Ad kavminde o her şeyi saran bulut, rahmeti değil de kahrı günlerce gökten kavme yağdırdığında, kavim “kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi dağıtıldıklarında” (54/20)

  • İnsan duasıyla sığınacağı limanı iyi bilir. Duasıyla içine girdiği karanlıkta kalbinden küçücük bir ışık yakabilir.

Hz. Hud sayısı az kendine inanlar etrafında bir halka çizmiştir. Halkanın içine girmiş, tufan halkayı yaramamıştır. Tufan halkanın içine girememiştir. Duayla ve Kur’an’la çevrili bir halkadır bu. Bu halka bazen inanan insan eliyle korunaklı olabilirken, bazen de hayvan ve başka bilmediğimiz güçler eliyle de yardıma yekinir. Tüm mahlûkat bir anlamda Allah’a bağlı olduğundan Allah halkasını dilediği yaratığa yaptırabilir. Halka korunaksa Yedi Uyurlar’ın mağaraya girmesi bir halkaya girmek anlamını taşır. Orada uzun süre korunurlar. Halka korunaksa Peygamber Efendimiz (sav) ile Hz. Ebubekir Sevr mağarasına sığındıklarında mağara ağzına kuş ve örümceğin oluşturduğu halka da bir korumadır. Allah’ın bizim dünya gözüyle seçemediğimiz emniyet ve rahmeti, ancak o dilediği vakit vücut bulur. Bizim göremediğiniz ordular bazı durumları takviye eder.

Koruma, Hz. Yunus’un içine alındığı devasa balıktır. Tevbesini gerçekleştirdikten ve kalbini yumuşattıktan sonra, bir kapanma mekânından çıkarılır. Koruma bazen kararlılıktır ve hulfü’l-vaad etmemektir. Söz verdiysek Allah’a, “bir oğlumuz olursa sana bahşedeceğiz ve kurban keseceğiz”, diye; o oğul olduğunda da, o kararda ayakların topuğu üzerine gerisin geri gitmemesi hâlidir. Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi. Koruma, kararlılık ve inanç devreye girdiğinde, bıçağın sakıt olmasıyla, kesme vasfını kaybetmesiyle de gün yüzüne çıkar. İnanç dünyevi mantığı, seküler olanı, kartezyen hâli lağveder. Oğulu bir koç ikâme eder. Oğul korunur. Koruma yani zırh Kur’an’dır. Tüm bir Kur’an bilgisinden ve peygamberler tarihinden bu bilgiler alındığında bir şehri kuranla zırhlamanın mümkün olacağı bilgisi de ortaya çıkmış olur.

TRT Diyanet ekranında yayınlanan ve M. Koray Polat’ın yönetmenliğini yaptığı Saraybosna. Kur’an’la Korunan Şehir adlı bir belgesel bize bir şehrin Kur’an’la zırhlanarak nasıl korunduğunu gösterir. Bosna’nın bir Kur’an şehri olduğu ve bu kültür yüzyıllarca geri gitse de son yüzyılda “Kur’an okuyarak şehri zırhlama” geleneğini nasıl yaşatıldığı anlatılıyor bizlere söz konusu belgeselde. Belgeselde bu geleneğin en önemli temsilcilerinden biri olan Hacı Hafız Halid Hacımuliç Efendi ve onun dostu Hafız Porça Fadil ile Saraybosna’nın sınırlarını Kur’an okuyarak nasıl zırhladıkları gösteriliyor. Sabah namazından sonra Kur’an okuyarak sınırları geziyor ve yatsı namazının geç vakitlerinde Kur’an’ı hatmetmiş bir şekilde şehri zırhlamış olarak evlerine geri dönüyorlar. Hacı Hafız Halid Hacımuliç Efendi Saraybosna kahramanı Aliya’yı da Kur’an’la zırhlıyor.

Erzurum’da “1001 Hatim Geleneği” günümüzde devam etmekte. Saraybosna’daki gibi sınırları gezip şehri zırhlama durumu görülmese de bunun da bir Kur’ani zırhlama olduğu söylenebilir.
Erzurum’da “1001 Hatim Geleneği” günümüzde devam etmekte. Saraybosna’daki gibi sınırları gezip şehri zırhlama durumu görülmese de bunun da bir Kur’ani zırhlama olduğu söylenebilir.

İki defa görüşüyorlar ve ikincisinde birlikte kaldıkları bir gizli odada Saraybosna kadar önemli Aliya’yı Kur’an’la zırhlıyor. (Bu gelenek şimdi bile devam ediyor. Usulde biraz modernleşme gözükse de...)Kur’an’ı üç bölüme ayırarak, üç arkadaş araba içinde onu hatmediyorlar. Hacı Hafız Halid Hacımuliç Efendi ve onun dostu Hafız Porça Fadil gibi yürüyerek değil şehrin sınırlarını artık hızlı giden bir arabayla zırhlıyorlar.

  • Erzurum’da “1001 Hatim Geleneği” günümüzde devam etmekte. Saraybosna’daki gibi sınırları gezip şehri zırhlama durumu görülmese de bunun da bir Kur’ani zırhlama olduğu söylenebilir. 1500’lü yıllarda yaşayan İslam âlimi Pir Ali Baba tarafından başlatılan bu gelenek her şeyden önce felaketlere ve düşmanlara karşı şehri içerden mühürlüyor ve zırhlıyor.

3 merkez ilçe ve 5 camide sabah, öğle, akşam vakitlerinde okunan Kur’anlar500 yıldan beri kesintisiz devam ediyor. Şehri bir ağ gibi ören hatimler, takip edilen mukabeleler, şehri içerden zırhlayan Kur’an okumaları bunu geçekleştiren insanların içinde bu kadim geleneğe katkıda bulunmanın sevincini de yaşatıyor. Ulu Camii’de ise hatim duası gerçekleştirilerek, “Erzurum kilidi mülki İslam’ın” dizelerini haklı çıkaracak şehrin Kur’ani bir zırhla sapasağlam bir şekilde korunması sağlanmış oluyor. Bir şehri Kur’anla zırhlamak. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?