Bir selam sal sabah olsun

Zaman sadece seni sızıya alıştırıyor yoksa yara yeri hep sızlıyor.
Zaman sadece seni sızıya alıştırıyor yoksa yara yeri hep sızlıyor.

Benim sevdiğimin adını burada söylemem olmaz. Adı bende mahfuz bir ceylan balasıdır sevdiğim. Ben askerliği yeni bitirip geldiğimde tayin emrimi beklerken sevdiğimi pazar yerinde görüp de vurulmuşum. Sora sora izini buldum, ardına düştüm adını sordum. Adını önce akıl defterime yazdım sonra kalbime...

Bir selam ne kadar beklenir. Sabahların ucunu bir selama bağlamak istedim de uyumadım. Ben köy öğretmeniydim. Üç köy ötede sevdiğim vardı. Uzun uzun mektup yazamıyordu. Yazsa bile kime verip de postaya gönderecekti? İşte o sebepten bir selamın hatrına yol gözlüyordum. Selamı getirecek kişi köyler arasında mal satıp, çerçilik eden Feyyaz. Aslında adı anılacak adam değildir. Üç liralık malı sekiz liraya verir. Bir de laf bellemiş. "Razıysan al gülüm sen bilirsin" der durmadan. Ben bilirim ama sana mahkumum Feyyaz denen aç gözlü köpek. İşte benim sevdiğim Feyyazdan mal almak için evden çıkacak ve Feyyaz’a diyecek ki öğretmen beye selam ilet. Bir selam, sadece bir selam. O selamı alınca ben anlayacağım ki iyidir, hoştur, hatrı kırılmamış ,gönlü incinmemiştir. Benim sevdiğimin adını burada söylemem olmaz. Adı bende mahfuz bir ceylan balasıdır sevdiğim. Ben askerliği yeni bitirip geldiğimde tayin emrimi beklerken sevdiğimi pazar yerinde görüp de vurulmuşum. Sora sora izini buldum, ardına düştüm adını sordum. Adını önce akıl defterime yazdım sonra kalbime...

Beklediğim selam gelecek diye sabahın ilk ışığında gözümü cama sabitledim. Çocuklara ders verirken de Çerçi Feyyaz’ı beklerim. Çocuklardan en uyanık olanına da tembihlemişim. Feyyaz görününce eğer ben derste olursam bu öğrenci izin isteyip çıkacak koşup Feyyaz’ın yanına varıp. Hocamızın emanetine ne oldu diyecek... Beklediğimize değdi. Feyyaz okulun önüne geldi. Benim uyanık talebem fırladı. Feyyaz’ın yanına vardı. Selam getirip getirmediğini sordu. Selam gelmişti ama sevdiğim hastaymış. Selamı komşu kızıyla yollamıştı. Feyyaz’ın yakasına yapıştım nasıl hastaymış yani diye sordum. Ama Feyyaz ne bilsin. "Hasta dediler başka bir şey demediler. Haftaya uğradığımda nasıl olduğunu sorar sana iletirim öğretmen bey." diyen Feyyaz’ın yakasını bıraktım. Beni bir düşünce aldı. Acaba hastalığı ciddi miydi? Neyi vardı? Düşüne düşüne uykuyu duvara astım. Sabah şişmiş gözlerle kalktım. Derste çocuklara ne anlattım bilemedim.

Dersin sonuna doğru. Benim uyanık talebem geldi. "Hocam anam çörek yaptı içine kuyruk yağı da kattı. Bize gidek de çörek yiyek mi?" dedi. Normalde "he" demem ama o hâldeyim ki benim ipimi kim çekse oraya giderim. Öyle koyun gibi olmuşum yani... Çörek yedik, yanına üzüm pekmezinden yapılma "çalma" dedikleri tatlıdan koymuşlar. Sevda çekmek adamı acıktırıyormuş. Bir yedim ki ayıptır söylemesi çatlayacak kadar oldum. Talebemin evinde çay içip düşünürken. Kapı çaldı. Köyün ebesi gelmişti. Ebe dediysem yaşlı ebe değil. Devletin resmi doğum ebesiydi gelen. Ebe hanım kapıda konuşurken benim aklıma bir şey geldi. Hemen sıçrayıp kalktım. Ebe hanımın yanına vardım. Zaten merhabamız vardı. Tanırdı beni. "Bizim bir hastamız var, ona uğrasanız bana bir haber getirseniz." dedim. Hastanın yerini sordu. Sevdiğimin köyünü söyledim. Ebe hanım; "...uzak orası şimdi olmaz ama sabah olsun bakarız." dedi. Utanmasam elini öpecektim ebe hanımın.

Sabah oldu ebe hanıma tekrar ricacı oldum. Köye kadar at sırtında gidecek ebe hanıma refakat etmek için uyanık talebemi yanına kattım. Ebe hanım gitti. Sevdiğim ateşler içinde yatıyormuş. Durumu ağırmış. İyi ki ebe hanım gitmiş. Hemen ilçeye hastaneye kaldırmışlar. Ateşi düşmeyince il merkezine, hastaneye götürmüşler. Şimdi orada yatıyormuş. Ben bunları duyunca delirecek gibi oldum. Âdeti, töreyi bir kenara koyup at sırtında ilçeye vardım. Oradan minibüsle il merkezine ulaştım. Hastaneye varınca içeri girmem zor oldu. Güç bela sevdiğimin katına çıktım ki bir telaşe var. Baktım ki sedye içinde sevdiğimi götürüyorlar. "Ne oldu yav biri bir şey söylesin" diye dövünmekteyim. Biri kolumdan çekti, duvar dibine oturttu. "Kızcağızın kalbi durdu. Kurtarmak için çırpınıyorlar. Soru sorma dua et." dedi. Beni kim çekti o duvar dibine oturttu bilmiyorum ama oradan kalkamadım. Ne dualar ettim. Neler dedim bilemiyorum.

Sonra sevdiğimin vefat haberi geldi. Ben olduğum yere çöktüm kaldım. Beni de orada acile kaldırdılar. Sakinleştirici yaptılar. Ama benim sakinleşmeye ihtiyacım yoktu. Zaten helva gibi dağılmıştım. Aradan geçen zamanda ben aylarca kendime gelemedim. Zaman her şeyin ilacı diyenler biraz yalan söylüyorlar. Zaman sadece seni sızıya alıştırıyor yoksa yara yeri hep sızlıyor.