Bir zamanlar Pantürkizmin Babası Türkistan'da Vámbéry

Arminius Vámbéry
Arminius Vámbéry

Budapeşte'nin kuzeybatısındaki Dunaszerdahely'de doğan Vámbéry, güçlü hafızası ile dikkat çekti. Daha yirmi yaşına gelmeden on altı dil konuşup on ikisini de yazabilen Vámbéry, Macarcanın kökeninin Fin-Ogur dilleri mi yoksa -kendi inandığı gibi- Tatarca mı (Türkçe) olduğu konusu üzerinde durdu.

Kadim Doğu'ya ilk adım

1832 yılında fakir, dindar bir Yahudi ailenin oğlu olarak doğan Arminius Vámbéry on iki yaşından itibaren terzi çıraklığı ve öğretmenlik yaparak geçimini sağladı. Vámbéry, Bratislava yakınındaki Svätý Jur manastırında eğitimi aldıktan sonra dil bilimine özel bir ilgi duyduğu için çok sayıda dilde yetkinlik kazandı. Avrupa dilleri üzerine ihtisas yapan Vámbéry Arapça, Osmanlı Türkçesi ve Farsça'yı öğrendi. Dillerin karşılıklı ilişkileriyle ilgilenmeye başladı. Macar dilinin kökenine yönelen Arminius, Macar halkının Asya ile olan münasebetlerini keşfetmek için 22 yaşında İstanbul'a geldi. Asıf Bey ve Rıfat Paşa'nın emrinde Avrupa dilleri hocası olarak çalıştı. 1857–1863 yılları arasında, farklı Türk ağız ve lehçelerini öğrenen Vámbéry, Türk tarihinde önemli yer tutan eserlerin çevirilerini yaptı ve Almanca-Osmanlıca bir sözlük yayımladı. Sünni bir derviş kılığında 1861–64 yıllarında Batılıları için kapalı bir bölge sayılan Ermenistan, İran ve Türkistan'ı gezerek etnografya ve filoloji alanında önemli bilgiler edindi. Trabzon, Tebriz, İsfahan, Tahran, Buhara, Semerkant ve Hive'de araştırmalarına devam etti. Memleketi Macaristan'a geri döndüğünde kaleme aldığı Travels and Adventures in Central Asia adlı eser o devirde jeopolitik açıdan Rusya ile rekabet halinde olan İngiltere başta olmak üzere tüm Avrupa'da ilgi gördü. 1905'e kadar Budapeşte Üniversitesi Şark Dilleri kürsüsünün başkanlığını yaptı. Eserleri İngilizce, Almanca ve Macarca olarak yayımlandı. 1913 yılında Budapeşte'de hayata gözlerini yumdu.

1- Budapeşte'nin kuzeybatısındaki Dunaszerdahely'de doğan Vámbéry, güçlü hafızası ile dikkat çekti. Daha yirmi yaşına gelmeden on altı dil konuşup on ikisini de yazabilen Vámbéry, Macarcanın kökeninin Fin-Ogur dilleri mi yoksa -kendi inandığı gibi- Tatarca mı (Türkçe) olduğu konusu üzerinde durdu. Jósef Budenz gibi dil bilimcilerin Macarca'nın Fin-Ogur dillerinden geldiği tespit etmesiyle Vámbéry tezini bırakmak zorunda kalan Macarlar, dillerinin menşeini Türklerin teşkil ettiğine dair görüşü sebebiyle Vámbéry'yi "pantürkizmin babası" olarak adlandırdı.

2- İstanbul'da dört yıl kaldıktan sonra Türkçeyi hem konuşup hem de yazabilen Vámbéry, "Âşık Garip" hikâyesinin beyitlerini Türkçe olarak ezberledi. İlk zamanlar aç susuz gezen Vámbéry zamanla önde gelen Türk bürokratlarla tanışıp tanınır hale geldi. Türkçeyi ve Türk kültürünü iyi bildiği için ona Reşat Efendi adı verildi. Birçok dil bildiği için kendisine memurluk önerilse de, Türkistan'a gitmek için bu dilleri öğrendiğini söyleyerek bütün görevleri reddetti.

3- Vámbéry, 1863'te daha 31 yaşındayken Türkistan yolculuğunun önemli bir ayağı olan İran'a geçti. Osmanlı'nın Tahran büyükelçisi Haydar Efendi'ye gelen Vámbéry, Hive ve Buhara'ya yapacağı yolculuk hakkında bilgi verdi. Arkadaşı Haydar Efendi bir ayağı aksak olan Vámbéry için bu yolculuğun imkânsız olduğunu ve izin vermeyeceğini söyleyince şu cevabı aldı: "İznine ihtiyacım yok, nasılsa İran'da kalmayacağım, amacım Türkistan'a gitmek. 15 yıl boyunca bu hayalle aç ve susuz yaşadım. Ayağım aksak olsa da at sırtında gideceğim için buna dayanabilirim. Evsiz barksız insanların arasında yaşamak beni daha çok ilgilendiriyor."

4- Tahran'da on iki hafta boyunca dervişlerin arasında yaşayıp dervişlerin her hareketini güçlü hafızasına kazıyan Vámbéry, bir süre sonra Doktor Bimzenştein'ı görmek için bir gece yarısı kapısını çaldı. Doktor arkadaşına sarıklı, kaftanlı ve belinde kısa saplı bir balta ile Türkistan yolculuğu için hazır olduğunu belirten Vámbéry'ye doktor, zor zamanlarda kullanmasını için üç tane zehir şişesi verdi. Vámbéry, şişeleri alıp: "Ben oraya gidiyorum fakat..." dedi ve cümlesini yarıda kesti. Türkistan dönüşü doktora zehir şişelerini iade eden Vámbéry, yarım kalan cümlesini tamamladı: "...fakat ölmeden önce yaşamak gerekir. Buna da hiçbir şey mâni olamaz."

5- Avrupa'ya döndüğünde de Türkler hakkında önemli görüşler beyan eden Vámbéry, 18 Mayıs 1889 tarihinde İngiliz "Times" gazetesinde bir makale yayımladı. Makalesinde, Türklerin Avrupalılara karşı hissettiği nefretin sebebinin zannedildiği gibi Kur'an-ı Kerîm değil, Avrupa'nın Osmanlı'ya karşı takındığı haksız tutumlar olduğunu ifade etti: "Biz Türklere muhabbet göstermiyoruz ve bu durumu onlar da biz de biliyoruz. O hâlde Türklerden bize karşı muhabbet beklemek salâhiyetimiz olamaz... Türklerin ıslahat fikrinde başarılı olmaları; bizim İslamiyet aleyhindeki politikacıların düşünce ve faaliyetlerine katılmadığımızı ve Türkleri düşman değil kardeş gördüğümüzü onlara ispat etmemize bağlıdır. Çünkü Avrupa medeniyetinin sahip olduğu şerefin esası, büyük ordulara sahip olmasından değil, bilakis hür düşünceye kıymet vermesindendir."

  • "Zikrim ve fikrim Türk'tür"
  • Vámbéry, "Daily Chronicle" gazetesinde 3 Kasım 1896 tarihinde yayımlanan makalesinde Ermeni meselesi hakkında şunları ifade etti: "Türkler diyor ki Sırbistan'ı Bulgaristan'ı Romanya'yı elimizden alarak kolumuzu ayağımızı kestiniz biz yine de ses çıkarmadık. Fakat şimdi Ermeni Meselesini ortaya çıkararak bizim devletimizi yıkmak istiyorsunuz. Biz buna tahammül edemeyiz ve kendimizi savunmaya mecburuz." Sultan II. Abdülhamit, Vámbéry'ye Ermeni Meselesi hakkında İngiliz kamuoyunda yaptığı açıklamalardan ve verdiği hizmetlerden dolayı 1888 yılında ikinci rütbeden, 1902 yılında ise birinci rütbeden Mecidî Nişan ile taltif etti. Vámbéry, kendisini ziyarete gelmiş olan Tunalı Hilmi'ye şunları söyledi: "Zikrim, fikrim Türk'tür... Dünyada bulunmaz, eşi yok bir milletir. Zeki, iyi yaratılışa sahip, faziletli, insaniyetli, mürüvvetli... Dün hiç idim, bugün ilmim var, şöhretim var... Hep Türkler sayesinde... Ben bu nimete mazhariyetten mütevellit hatıratı hiç unutamam... Benim yapabileceğim, sırası gelince Türkler hakkında hüsn-i şehadette bulunmaktan ibarettir."