Biraz sessizlik lütfen!

Biraz sessizlik lütfen!
Biraz sessizlik lütfen!

Bir çiğ tanesi düştü daldan. Bir gülün boynu büküldü. Sarı bir yaprak döne döne düştü suya.

Sisli bir liman kıyısında, uzakta çok uzakta bir gemi; ışığa doğru yol alıyor. Yolunu bulan ya da kaybeden, sesini bilen ya da unutan, rotasını sessizliğe ayarlayan ve dipsiz bir kuyuda kaybolan.

Duvarları aşmadan olmuyor hiçbir şey. Sürekli bir labirent, durup durup çıkıyor önüme. Duvarları aşmak için önce kendimi aşıyorum. Bir fısıltı, alt üst ediyor şehri. Bir fısıltı özlemek diye kapılara dayanıyor. Bir gemi, rotasını şaşırıyor olur olmaz zamanlarda. Birdenbire şehre iniyor fısıltının çığlığı. Kulakları delip geçen, ırmakları tersine çeviren, yolumu alıp dağlara çeviren bir uğultu başımın üstünde dönüp duruyor. Aramak için yollara düşeli çok oldu. Kaybolmak için rotaları derin sessizliğe terk edeli asırlar.

Gürültü geçecek. Sisler dağılacak. Dünya bir çizginin üstünde kalacak. Az ötesi kıyamet.

Önce sevmeyi öğreneceğiz. İlmik ilmik bir kuşatma saracak içimizi, dışımızı. Tuhaf bir ikindi olacak vakit. Uyku ile uyanıklık arasında dayanacağız rıhtıma. Kaybettiğimiz rotayı bulmak için yeni seferlere çıkmanın arifesinde bir hüzzam faslı tutturacağız. Hafif bir dalga vuracak sahile. Dağılacak saçlarımız. Özlemeyi de öğreneceğiz.

Bir balıkçı kayığının kenarına oturdum. Bir düş daldan suya süzüldü. Bir martı sessizce suya indi. Ben kaybettiğim rotamı bulurum ümidiyle asıldım küreklere. Sahil çok uzakta kaldı. Bir çığlık çok yakın şimdi. Tam denizin ortasında düşten düşe süzüldüm bir adaya.

Bir adada ne bekler ki insan? Robinson mu aradığım yoksa Hay bin Yakzan mı beni bana çağıran? Issız bir adada sessizliğin kıyısında bekleye bekleye geçmez ömür. Tut ki bir kuş geçti üstümden, sonsuz bir unutmak bıraktı bana. Bir gemi çok uzaktan dumanını savura savura kayboldu ufukta, sessizliğin rotasında kayboldu.

Zaman bir muamma gibi ilerliyor. Saat, hiç olmadığı kadar ihtiraslı.

Sabah, hep aynı şekilde başlıyor. Güneş yükseliyor, yükseliyor. Sessiz ve derinden ilerliyor gün. Güneş yükseldikçe zamanın sessizliği devam ediyor. Gün ışıyor, hayat akıyor, güneş batıyor. Koca bir gün dağların arkasına gizleniyor. Hepsi de büyük bir sessizlik eşliğinde oluyor. Dallardan süzülüyor ay.

Çok eski bir ses bu. Taş plâktan kalma. Çok cızırtılı olsa da ses insanı şah damarından yakalıyor. Hüzzam bitiyor, kürdilihicazkâr makamından bir fasıl iniyor omuzlarımdan aşağı. Ruha huzur iniyor.

Bir devrimi bir ses nasıl başlatır ya da bir sessizlik nasıl bir orduyu yolundan eder? Ben geçerken yollardan mehter, ben dururken kıyıda cenk marşı başlıyor. Yolumu şaşırıyorum, bir kalede esir olmaya razıyım. Karşı taraf çok mahzun duruyor. Kalenin burçları bir bir teslim oluyor.

Huzur dedim. “Ne büyük hazine!” diye yankılandı dağlarda.

“Bir gönül bir gönlü incitebilir mi?”

“Yaslandığı yeri incitmekten korkar bazen gönül.”

Bu sessizlik büyüsün. Bütün köşelerini doldursun hayatımızın. İnsanı bazen bir sessizlik de alır savurur uzaklara.

Ellerimin tuttuğu bir zincir var. Bir pranga. Sahilde rotasız bir geminin kıyısındayım. Deniz sisli, uzaklar karanlık. Özlemek çok eski bir hikâye. Kalın duvarların arkasından sahili döven dalgaların sesi geliyor. Bir fısıltı gelip gelip konuyor kalbime.

“Sessiz harflerin sesi oldunuz.”

Bütün sessiz harfleri havaya savurdum. Sesli harflerin arasında yol bulmaya çalışıyorum. Bir uğultu başladı başlayacak. Harfler dökülecek tek tek.

Bütün çizgilerini değiştirebilirsin. Kıyıya vurman an meselesi. Tutunacak bir dal, duyacak bir harf, denk düşecek bir gölge olsun yeter.

  • Sesimi kaybettim.
  • Gemiyi kaçırdım.
  • Rotamı avcuna bıraktım.
  • Biraz sessizlik lütfen.