Sylvia Plath’ın şiirlerinde baba travmasının izleri bugün nasıl okunuyor

Sylvia Plath.
Sylvia Plath.

“Nerede olursam olayım hep aynı sırça fanusun altında, kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.”

Şaire dair

Birinci mısra

Kitapların olduğu bir evde büyür Sylvia. Çünkü şiirlerinde sıkça değindiği babası entomolog ve Boston Üniversitesinde profesördür; annesi de bir üniversitede sekreterlik görevinin yanı sıra özel olarak Almanca dersleri vermektedir. Sylvia Plath’ın ömrü boyunca hayran olduğu tek kişi vardır; babası Otto Plath. Babasının otoriterliğinden acı ve huzursuzluk hissetmesine rağmen onu tek sığınağı olarak görür. Babasını kaybetmek onun için hayatta korkunç olan tek şey. Sonunda talihsiz bir ölümle hayata veda eden Otto’nun açtığı derin yara henüz sekiz yaşındaki Sylvia’da baba travmasına neden olur. Bu ölümü ömrü boyunca kabullenemez ve şiirinin vazgeçilmez bir parçası kılar baba mefhumunu. “Babacım, seni öldürmek zorundaydım. / Ben bir fırsat bulamadan önce sen öldün”

İkinci mısra

Babasından kendisine yadigâr kalan ömrü boyunca yakasına yapışan titizlik ve hırs onu girdiği tüm sınavlarda başarılı kılar. Okulları birincilikle tamamlar. Şiir, öykü yarışmalarında da aynı şekilde birincilikler alır. Sylvia’nın başarıları ona huzur vermez çünkü bir şeyleri başarmak onu gün be gün tüketir. Ne zaman tükendiğini, bunaldığını, yaşamanın dayanılmaz ağırlığını hissettiğinde babasına varmak ister. Bu çaresizlik gün geçtikçe onu ölüme yaklaştırır. Okuldan ayrılıp kendini eve kapattığı dönemde birçok kez intihar girişimlerinde bulunur. Kendisine bipolar affektif bozukluk teşhisi konur ve elektroşok terapisi ile tedavi edilmeye çalışılır. Psikiyatri kliniğinde 1 sene müşahede altında tutulur. Buradan çıktıktan sonra okulunu bitirir ve yeniden şiir çalışmalarına devam eder. “İçimde genç bir kızı boğdu o benim ve içimde yaşlı bir kadın / Yükselir ona doğru, berbat bir balık gibi, günbe gün.”

Üçüncü mısra

Sylvia Plath'ın şiirleri, duygusal yoğunluğu, çarpıcı imgelemi ve çoğu zaman karanlık temasını barındırır. Şiir anlayışını Daddy (Babacığım) isimli şiirinde görmek mümkün. Daddy, Plath'ın en ünlü şiirlerinden biri ve kişisel deneyimlerini, aile ilişkilerini ve yitirişi ele alır. Şiir, babasının ölümü ve onunla olan ilişkisinin karmaşıklığını işlerken, aynı zamanda bireyin kendi kimliği ve özgürlüğü arayışını da içinde barındırır. Plath, bu şiirde babasını simgesel bir figür olarak kullanır ve onu otoriterlikle, baskıyla ve hatta Nazi Almanyası ile ilişkilendirir. Bu, babasının ölümünün Plath'ın ruhsal dünyasında yarattığı derin etkiyi yansıtır. Şiirdeki dil, sert ve yıkıcıdır; bu da Plath'ın duygusal acısını ve öfkesini doğrudan ifade ettiği bir örnektir. “Ama beni kefenimden çıkardılar / Tutkalla geri yapıştırdılar parçalarımı”

Film, Plath'ın kısa ama etkileyici yaşamının önemli dönemlerine odaklanarak onun sanatsal vizyonunu, içsel çatışmalarını, başarılarını ve duygusal yaşantısını anlatır.
Film, Plath'ın kısa ama etkileyici yaşamının önemli dönemlerine odaklanarak onun sanatsal vizyonunu, içsel çatışmalarını, başarılarını ve duygusal yaşantısını anlatır.

Filme dair

Birinci sahne

İlk dakikasından sonuna kadar izleyiciyi tarifsiz bir karamsarlığa boğar film. Hikâye, 1956'ların İngiltere’sinde geçer. Sylvia Plath, şair Ted Hughes ile tanışır ve Ted’le tanıştığında henüz bilinen bir şair değildir. Filmde şairin yaşadığı ruhsal çöküntüleri ve intihara doğru giden yolculuğu anlatılır. Film, Plath'ın kısa ama etkileyici yaşamının önemli dönemlerine odaklanarak onun sanatsal vizyonunu, içsel çatışmalarını, başarılarını ve duygusal yaşantısını anlatır. Sylvia Plath'ın edebi kariyerinin yanı sıra kişisel hayatının zorluklarına da odaklanır tamamıyla film. Özellikle Plath'ın tedavi gördüğü ruhsal sağlık sorunları ve bu süreçteki zorluklar, filmde dikkat çeken temalardandır. Plath'ın içsel çatışmaları ve karanlık dönemleri, film boyunca etkileyici bir şekilde işlenir.

İkinci sahne

Sylvia'nın eşi ve ünlü şair Ted Hughes da ön planda yer alır filmde. Ted Hughes'ın Plath üzerindeki etkisi ve ikisinin karmaşık ilişkisi, filmin ana odak noktalarından biri. İkilinin birlikte yaratıcı süreçte bulunmaları ve aynı zamanda kendi içsel çatışmalarını yaşamaları, filmdeki önemli dinamiklerden biridir. Yönetmenin marifetiyle film, atmosferik olarak etkileyici bir şekilde tasarlanmıştır. Sylvia'nın çeşitli mekanlardaki yaşantısı, dönemin atmosferini başarıyla yansıtır. Ayrıca, Gwyneth Paltrow'un Sylvia Plath rolündeki performansı, karakterin derinliklerine inmesi ve Plath'ın çeşitli yönlerini etkileyici bir şekilde yansıtmasıyla dikkat çeker. Ancak, film eleştirmenler arasında, Plath'ın hayatını ve eserlerini daha kapsamlı bir şekilde ele alamadığı, belirli dönemlere odaklandığı ve bazı detayları sadeleştirdiği konusunda bazı eleştirilere maruz kalmıştır.

Üçüncü sahne

İki şair birbirini bulur ve aralarındaki aşk ikisini de tamamlar. Zaman sonra ikisi birbirlerinde bıraktıkları parçalarını toplamaya ve eksik bırakmaya başlar. Bu durumu filmde çok başarılı bir şekilde işler yönetmen Christine Jeffs. Film her ne kadar Gwyneth Paltrow'un Sylvia Plath rolündeki performansı, filmin dönemin atmosferini başarıyla yansıtması ve iki şair arasındaki ilişkinin sanatlarına etkisini son derece açıkça işlemesi konularında olumlu eleştiriler aldığı kadar olumsuz eleştirilere de maruz kalmıştır… Film; Plath'ın hayatını ve eserlerini daha kapsamlı bir şekilde ele almadığı, belirli dönemlere odaklandığı ve bazı detayları sadeleştirdiği, Ted’in Sylvia üzerindeki etkisinin yeterli bir şekilde işlemediği için de çokça eleştirilmiştir.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.