Bizim oğlan bina okur

Bizim oğlan bina okur
Bizim oğlan bina okur

Akıl, Arapça bir kelime. Kökeni ise birçok Arapça kelimede olduğu gibi deve ve çöl ile ilgili.Zamanında geceleri çölde develer kalkıp kaybolmasın diye ön ayaklarını arka ayaklarınabağladıkları bir bukağı kullanılırmış. Bu bukağının, bağın adı “i’kal”. İ’kal kelimesinin ise fiilhalini a-ka-le şeklinde yazarsak anlaşılır sanıyorum. Ayn, kaf ve lam. “Akletmek” anlamında.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi taşınacak suyu göster, kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin tütmesi gereken ocak nerde?

İsmet Özel

Akıldan, imandan ve ilimden söz eden, içinde debelenip durduğumuz hayhuyu, keşmekeşi en azından çerçevesiyle hatırlatan ve çıkışı nerede aramamız gerektiği ile ilgili fikir verebilecek bir şeyler söylemek istiyordum.

Yazıya giriş yapmaya çalışırken önce kendimi “Son iki yüz yıldır...” diye başlayan kocaman laflar ederken buldum. Ondan sonraki denemem “İçinden geçtiğimiz bu hassas dönemde...” dediğimi fark etmemle başarısızlıkla sonuçlandı. Son olarak “İçinden çıkamadığımız kof siyasi tartışmalar ve çevremizde ne olduğunu bile anlamadığımız kıyamet senaryoları, ateş çemberleri...” diyerek çıkmaz bir yola daha girdiğimin ayırdına vardım. Öbür taraftan öyle acayip bir zamandayız ki, “Kur’an mı okusak acaba?” derken elli tane mazeret üretmek, bin tane bahane öne sürmek gerekiyor. Hele “Kur’an yeter!” demeyi zihninizden bile geçiriyorsanız dayak yemeye hazır olacaksınız. Ben de “Kur’an’a dönmeliyiz der demez hemen saldırma. Bi’ sor niye dönmeliyiz” diye top çevirerek başlama ihtiyacıyla denemeler yaptım. Nihayet giriş yapmaya çalışmaktan vazgeçtim. Bu satırları okuyanların alışık olduğu bir şeyi tekrar yapacağım. Alakalı alakasız demeden, akıcı sıkıcı düşünmeden yazacağım. Kusura bakmazsanız ben aşağıya kafamın içindekileri elimden geldiği kadar montajlayarak, sağını solunu düzelterek koyayım, siz de içinden istediğinizi alın. Bismillah.

Akale yakılu aklün

Akıl, Arapça bir kelime. Kökeni ise birçok Arapça kelimede olduğu gibi deve ve çöl ile ilgili. Zamanında geceleri çölde develer kalkıp kaybolmasın diye ön ayaklarını arka ayaklarına bağladıkları bir bukağı kullanılırmış.

Alakalı alakasız demeden, akıcı sıkıcı düşünmeden yazacağım. Kusura bakmazsanız ben aşağıya kafamın içindekileri elimden geldiği kadar montajlayarak, sağını solunu düzelterek koyayım, siz de içinden istediğinizi alın. Bismillah.

Bu bukağının, bağın adı “i’kal”. İ’kal kelimesinin ise fiil halini a-ka-le şeklinde yazarsak anlaşılır sanıyorum. Ayn, kaf ve lam. “Akletmek” anlamında. Kur’an-ı Kerim’de yanlış bilmiyorsam bir yer hariç baştan aşağı fiil olarak geçiyor. İsim olarak geçtiği tek yerde de çoğul olarak kullanılıyor ve bu burada anlatmaya çalışacağım tarafıyla, söyleyeceğimize mugayir bir kullanım değil. Akıl -biraz zorlayarak ve edebiyat yaparak söyleyeceğim- gönlümüzle muhakememiz arasında kurduğumuz bağdır. Bu bağ sayesinde kaybolmaz, doğru yoldan ayrılmayız. Benim müstakil olarak kelimenin doğduğu köküyle birlikte Kur’an’da geçtiği bağlamından anladığım, iman eden bir kalple doğruya yönelme fiiline akletmek deniyor. Tersi de doğrudur. Yani gerçekten ve tam olarak aklederek bir yöne doğru yönelirsen orada iman eder ve doğru yola yönelmiş olursun. Yoksa akıl öyle beyin, zeka veya zihin gibi ayrıca işaret edeceğimiz nesnel bir varlık ya da kavram değil. Bir fiilin adı. Sadece iman edenlerin işlediği ve Allah’ın defalarca ve farklı şekillerde emrettiği bir fiilin adı. Bu yanıyla Kur’an’da geçtiğini sandığım ama geçmediğini fark ettiğimdeyse benim için çok öğretici olan terkip “akl-ı selim”dir. Birçok mealde bu terkiple karşılaşırız. Oysa Kur’an-ı Kerim’de buna çok benzeyen ama bununla neredeyse hiç alakası olmayan başka bir ifade geçer: “Kalb-i selim”. Öyle ya, kalbe şüphe girebilir, kalp kararabilir, taşlaşabilir veya vesveseyle dolabilir. Böyle olduğu için bunlardan tamamen arınmış ve içinde hiç şüphe olmayan bir kalbe, “kalb-i selim”e ayrıca işaret edilir. Kalp dönen, değişen demek değil mi zaten? Oysa akıl tek bir türlüdür ve sadece doğruya yöneldiğimizde açığa çıkar. İman etmeden akletmek, akletmeden iman etmek yok.

Allah’ın cömertliğini, şefkatini öğrendikçe ümitleniyorum. Ümitlendikçe öğreniyorum.
Allah’ın cömertliğini, şefkatini öğrendikçe ümitleniyorum. Ümitlendikçe öğreniyorum.

İman emin mümin

İman kelimesinin insanın kavrayışında uyandırdığı ilk çağrışım aslında güvenmek olmalı. Kalpten tasdik etmek anlamında içten inanmak anlamı da muhakkak iman kelimesini tanımlıyor ama bu daha çok ikinci anlamıdır. Bir çoğumuzun bağlantıyı fark ettiğimizde kabul edeceğimiz gibi eman, emin, emanet, emniyet gibi kelimelerle aynı kökten gelen iman kelimesinin ilk anlamı güvenle ilgilidir. İman demek öncelikle Allah’a ve Allah’ın indirdiği ayetlere güvenmek demek.

  • İnsanın sıfatı olduğunda mü’min güvenen anlamındadır. El Mü’min biliyorsunuz bir de Allah’ın isimlerinden. Allah’ın ismi olan Mü’min’i ise iman edenlerin tam ve şüphesiz bir şekilde güvendiği, tam olarak güvenilen olarak anlayacağız.

Güvenmenin ve güvenilir olmanın yaratılmış olan insanların içinde en çok yakıştığı kimse olması nedeniyle olacak ki Resulullah aleyhisselat- u vesselam’ın adı Muhammed-ül Emin’dir. Allah Resulü’nün güzel isminin tamlayan kısmı bize Allah’a tam olarak güvenmenin aslında aynı zamanda tam olarak güvenilir olmakla bağını da öğretiyor. Ne kadar güvenilir bir kimse olursan o kadar güvenirsin.

Merhamet edene merhamet edildiği gibi. Verene verildiği gibi. Açana açıldığı gibi. Buradaki muhasebeyi hatırlatmaya gerek yok sanıyorum. En azı bire ondur. Allah’ın şanını, cömertliğini bilenlerin, anahtarlarını çocukların çok da erişemeyeceği yerlere koydukları bu muhasebenin daha kapısında bire on yazıyor. Öğrenirlerse iyice sererler diye endişelenen çok olmuş. Benim aklım o işlere ermiyor. Allah’ın cömertliğini, şefkatini öğrendikçe ümitleniyorum. Ümitlendikçe öğreniyorum. Bir tanenin yedi başak vermesi mesela. Sonra her bir başaktan yüz tane çıkması... Gibi.

Merhamet edene merhamet edildiği gibi. Verene verildiği gibi. Açana açıldığı gibi. Buradaki muhasebeyi hatırlatmaya gerek yok sanıyorum.
Merhamet edene merhamet edildiği gibi. Verene verildiği gibi. Açana açıldığı gibi. Buradaki muhasebeyi hatırlatmaya gerek yok sanıyorum.

İlim ilim bilmektir

İlim kelimesinin Türkçesi bilgi. Bu kelimenin Arapça etimolojisi, bizi elimizi atar atmaz çok aydınlatıcı bir bilgiyle karşılıyor. İlim, birtakım işaretler yardımıyla ulaşılan bilgi demek. Kelime aynı zamanda alem, alamet yani işaret kelimesi ile aynı kökten geliyor. Alim, malum, muallim, allame gibi hâlâ gündelik hayatta kullandığımız birçok kelime de hemen anlaşılacağı gibi aynı kökten. “Malumun ilamı” diye bir tabir duymuşsunuzdur. Oradaki ilam o işte. İlan değil, ilam.

Zaten bilineni bildirmek anlamında. Burada durmak istiyorum. Aslında lafı buraya getirmek istiyordum desem daha doğru olacak. Bu “zaten daha önceden bildiğimiz şeyin bize yeniden bildirilmesi” konusu çok önemli. Malumun ilamı lafındaki istihza ayrı. Örnek vermezsem karışacak. Mesela çoğumuz için ilim kelimesinin bilgi kelimesiyle aynı anlama geldiğini söylemek malumun ilamıdır. Malumun ilamıdır çünkü bunu zaten biliyorduk. Ancak mesela Kur’an’da da geçen Mekkeli müşriklerin, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda söyledikleri bir şey var “esatir-ul evvelin” diye. Bu başka bir şey. Esatir-ul evvelin terkibi “öncekilerin masalları” şeklinde çevriliyor. Aslında müşriklerin tam olarak kastettikleri İncil ve Tevrat’taki benzer ayetler ve kıssalardır. Yani diyorlar ki:

“Bu bilgileri biz zaten biliyoruz. Bunlar eski kitaplardaki satırlar, yani Arapça satırın çoğulu olan esatir; bize zaten bildiklerimizi bildirmenin faydası yok.”

Halbuki insana bir faydası olacaksa tam da bildiğinin ona bildirilmesinin faydası olur. Ama işte hangi insana? Kur’an-ı Kerim’de “Öğüt ver, müminlere öğüt fayda verir” buyruluyor. Hem kendimizden yani yaradılışımızdan, fıtratımızdan bildiğimiz hem de Allah’ın resulleriyle daha öncelerinde olduğu gibi bize bildirdiğinin faydasının üzerinde yeniden düşünmemiz gerek. Bu yeniden düşünmenin kapılarından biri doğrudan ilim kelimesinin kendisidir. İlim, yani işaretleri okumayı bilmek. Allah’ın ayetleri, yani işaretler hem Kur’an’da hem doğrudan kendimizde, nefsimizde hem de ufuklarda, uzak ve yakın çevremizdedir. Ayet kelimesinin ilk anlamı, işaret.

  • Allah, inanan ve kendisine güvenenler için öyle ayetler, işaretler, öyle bir Kitap indirmiş ki ona sarılanlar ne zaman karanlığa düşecek olsalar aydınlığa çıkacak, ne zaman kaybolsalar yollarını bulacak ve ne zaman imtihan edilseler imtihandan geçecek. İmtihan, kitaplar açık yapılıyor.

En başta -hatta sadece bu yüzden- kitaba gerek yok, ben sana kopya vereceğim diyen kim olursa olsun kuşkuyla bakmak lazım. Hele imtihanı geçemesek bile torpil yapacağını söyleyenden. Allah’ın Resulü’nün kızına onu kendisinin kurtaramayacağını söylediğini hatırda tutacak olursak artık o torpil yapacak kişi kimse, çok yüksek bir özgüvene sahip olmalı. Sadece bu yüzden bile olsa Allah imtihanın bu kitaptan yapılacağını söylediği halde biz imtihan olanların bu kitaptan anlamayacağımızı söyleyene kuşkuyla bakmamız lazım. Yardımcı kitaplara veya bizden daha çalışkan olup bize yardım edenlere, bizimle birlikte çalışanlara tabii ki itirazım yok.

Akıl, iman ve ilim ne demek tekrar tekrar düşünüp kitabı yeniden elimize almamız lazım. Kur’an’ı aklederek, iman ederek okumamız lazım.

Ancak hangi çok güvenilir yardımcı kitap olduğu söylenirse söylensin, ana kitapla çelişen en küçük bir harf bile olsa tekrar tekrar yeniden gözden geçirmemiz lazım. Bu işin şakası yok. Bizi yeniden gönderir de bir daha imtihan eder misin demek yok. Yani var tabii ama cevabı olumsuz. O yüzden akıl, iman ve ilim ne demek tekrar tekrar düşünüp kitabı yeniden elimize almamız lazım. Kur’an’ı aklederek, iman ederek okumamız lazım. Bu kitabı nasıl okuyacağımızı yeniden düşünmemiz lazım. Tek tek kendi kurtuluşumuz için de, vatanımızın milletimizin selameti için de, Ümmet-i Muhammed’in, nihayet bütün insanların kurtuluşu için de tefekkür neydi, tezekkür neydi, tertil, tedebbür, tefakkuh, teakkul ne demekti hatırlamamız lazım.

Kur’an’ı aklederek, iman ederek okumamız lazım.
Kur’an’ı aklederek, iman ederek okumamız lazım.

Festakim kema umtire

“Maazallah Ehl-i Sünnet çizgisinden saparsak ya!” diye endişelenen samimi insanları anlıyorum. Gerçekten anlıyorum. Ya da her “Kur’an Müslümanlığı veya Kur’an yeter!” diyene potansiyel tarikat, tasavvuf düşmanı; irfan, erkan inkarcısı gözüyle bakanların tedbirli kaygısını anlıyorum. Bu samimi insanların korkusu Kur’an’dan değil; bu bahaneyle Müslümanların gündelik hayatlarını, şuurlu Müslümanların birlikteliklerinin her türlüsünü, her türden sosyal çevreyi dinamitlemeyi kendine iş edinmiş kötü niyetli insanlardan. Bunu da biliyorum ve anlıyorum. Hatta Kur’an’a dönelim diyen insanların neredeyse tümünün işi gücü bırakıp sürekli ve sadece ehl-i tarik Müslümanlara saldırmasını çok sakil, çirkin ve saçma buluyorum. Bu da ayrı. Çok güzel. Güzel de bir türlü anlayamadığım şey şu ki Müslüman hayatının en rafine yorumunu seçen, en dikkatli ve nafile ibadetlerin ifasında bile en hassas olma gayretindeki tasavvuf ehli insanlar Kur’an’ın hakemliği söze konu olduğunda kırk dereden su getiriyor.

  • Üç kağıtçı tüccarın, gayrimeşru işlerle uğraşan insanların teftişten, Maliye’den kaçması gibi birtakım sahte şeyhler, dolandırıcı din simsarları veya İslam’ı kendi menfaatine alet eden Kur’an’dan kaçsın, Allah’ın ayetlerinin hakemliğini reddetsin, Allah kelamının anlaşılmaması için gürültü yapsın da sana ne oluyor yahu?

“Tabii ki Kur’an yeter!” diye senin herkesten önce ve herkesten daha coşkulu şekilde müdafaa etmen gerekmiyor mu? Hep okuma-yazmayı yeni sökmüş çocuk düzeyinde verdiğin örneklerde olduğu gibi Kur’an’da namazın nasıl kılındığı bilmeceleri soracağına bir sefer de kendine sorsana Kur’an olmasaydı namazı ne bilirdik diye. Orucu ne bilirdik? Faizi, zekatı ne bilirdik? Mücadeleyi ne bilirdik? Haramı, helali ne bilirdik? Dünyayı, ahireti, kıyameti ne bilirdik diye? Bizi karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan Kur’an-ı Kerim’dir; Kur’an-ı kalkan yapıp Ehl-i Sünnet Müslümanlara saldırmaktan başka amacı olmayan züppe modernistler değil, evet. Ama kerameti kendinden menkul cahil cühela da değil.

Yeniden ne yapsam dediğimizde bize taşınacak suyu, kırılacak odunu gösterecek olan Kur’an-ı Kerim’dir. Bizi aydınlığa çıkaracak olan, istikamet verecek olan, istikameti tarif eden, hatta Allah’tan istikameti nasıl isteyeceğimizi öğreten Kur’an-ı Kerim’dir. Hatırdan çıkarmamak lazım, keramet ehli diye eteğine yapıştıklarımızın da söylediği gibi, asıl keramet, istikamettir.