Bomba, Ali, istikamet internet Allah'ım

svş
svş

Hazreti Ali bir seferinde savaşın en hararetli bir yerinde ordunun ön saflarındanarkaya doğru geçip namaza durmuş. Onu hayretle takip eden ve Hazreti Ali, selamverdiğinde “Ey müminlerin emiri! Bu can pazarında, bu savaşın ortasında bu neyinnamazıdır?” diye soran arkadaşına şöyle cevap vermiş: “Bilmez misin, biz bu savaşıbu namaz için veririz.”

Bu yazıyı yazmaya oturduğumda Ankara’nın göbeğinde, neredeyse Meclis’in bahçesinde, Genelkurmay’ın dibinde servis araçlarının geçişi sırasında bomba yüklü bir araç infilak ettirildi. Anafartalar, Kumrular ve Gar saldırıları son yıllarda Ankara’yı, yani Türkiye Cumhuriyeti devletini açıktan tehdit eden, “gerekirse burnunun dibine kadar girer boğazına bıçak dayarım” mesajı veren uluslararası müdahalelerdi. Bu sonuncusuysa gerek yer, gerek zaman ve gerekse eylem biçimi açısından çok daha sert, çok daha kritik bir mesaj taşıyor şüphesiz. Orta Doğu’yu ateşe verenler ve üç-dört yıldır benzini bidonla Türkiye’nin başından aşağı dökenler bu saldırıyla üzerimize Orta Doğu’da tutuşturdukları bir meşale attılar.

Bu ateşleri, hatta çok daha büyük yangınları söndürürüz biiznillah. Ben bu zor virajları takla atmadan döneceğimize inanıyorum. Sağımız solumuz çizilecek. Hasar alacağız, alıyoruz. Girdiğimiz çukurlarda lastik patlayacak. Umutsuzluğa da kapılacağız belki. Hatta yeri gelecek kalbimiz öyle zorlanacak ki belki Allah’ın yardımı ne zaman diye soracağız. Ki bu soruyu yerinde sormak sünnettir.

NEYİN NAMAZI

Bu yangını söndürürüz. Bu virajları alırız. İş ki iki elimizle direksiyona sarılalım. İş ki kerametin istikamet olduğunu hatırlayalım. Hazreti Ali bir seferinde savaşın en hararetli bir yerinde ordunun ön saflarından arkaya doğru geçip namaza durmuş. Onu hayretle takip eden ve Hazreti Ali, selam verdiğinde “Ey müminlerin emiri! Bu can pazarında, bu savaşın ortasında bu neyin namazıdır?” diye soran arkadaşına şöyle cevap vermiş: “Bilmez misin, biz bu savaşı bu namaz için veririz.” İş ki kalbimizi sökmeye yemin eden düşmanın bize neden düşman olduğunu hatırlayalım; bu neyin savaşıydı, bu neyin namazıydı hatırlayalım. İş ki ellerimizi birbirimizin boğazından çekelim, bir an için olsun yumruklarımızı gevşetelim.

Hep kaçtığımız büyük muhasebeyi birkaç paragraflık bir yazıda kotaramayız. Belki konu başlığı seviyesinde bile konuya giremeyiz ama şöyle kuş bakışı bir çerçeve çizmeyi deneyelim. Başta Irak, Suriye, Mısır ve Afganistan olmak üzere Yemen’den Libya’ya, Suudi Arabistan’dan Nijerya’ya dünyanın neredeyse her yerinde Müslümanlar birbirini öldürüyor. Ve yaptığından emin olmayan tek bir kişi bile yok. Herkes kesin bir kararlılık ve haklılıkla düşmanının boğazını sıkıyor. Bir yerde mezhebimiz, başka bir yerde meşrebimiz, daha başka bir yerde partimiz, tarihimiz, grubumuz, devletimiz, kabilemiz, cemaatimiz, ırkımız, ideolojimiz yetiyor tam olarak haklı olmamız, haklı çıkmamız için. Zaten kafadan haklıyız. Doğru yoldayız, seçilmişiz, eminiz. Sebebi artık sonraki iş diyoruz herhalde.

  • Peki, Allah’ın adını anarak, Allah rızası için diyerek, hatta Allah’ın emri diyerek canını almak? Bugün hangimiz tüm dünyada oluk oluk akan Müslüman kanının Allah’ın rızası için akıtıldığını söyleyebiliriz? Hangimiz bu soytarılıkta, gözü dönmüşlükte, manyaklıkta Allah’ın rızası var diyebiliriz?

ALLAH RIZASI İÇİN

Bu birbirine girmenin sebepleri o kadar saçma, o kadar kurmaca ki artık mızrak çuvala sığmıyor. Bir şehrin bir semtinde iki grup mezhep savaşı yaparken aynı anda ve aynı şehirde ama bu sefer başka bir semtte farklı mezheplerden savaşçıları aynı safta çarpışırken görebiliyoruz. Çünkü bu sefer buradaki kavga mezhep değil ırk kavgası mesela. Ama hâlâ kimsenin aklına bu soytarılığı, bu plastik düşmanlıkları, bu tuhaf fitneyi sorgulamak gelmiyor. Lafta bir iki beylik vah vah tüh tüh. Lafta kimsenin umursamadığı derin bir ilgisizlikle esneyerek karşıladığı bir iki hutbe, üstünkörü bir iki vaaz. Bu nedir diye sormuyoruz. Bu utanç nedir? Bu tarif edilmez acı nedir? Bu lanet, bu kendi alnımıza çaldığımız kara, bu kan nedir? Bu çocuklar kim, bu masalardaki haritalar, bu aç açına ölen babalar, başını eğen kadınlar nedir? Neden diye sormaya korkuyoruz bir yandan. Neden?

Dilencilere kimsenin inanmadığını biliriz. Aslında bunu, yani kendilerine inanmadığımızı onlar da biliyor. “Bana para ver ve Allah’ın rızasını kazan.” Bu saçma beş saniyelik tiyatro oyunu bin yıllardır sürüyor. Bu oyuna bilet alan, yani dilenciye para verenler olduğu sürece de belli ki devam edecek. Ve yine herkes içten içe

biliyor ki Allah’ın hiç hoşuna gitmeyen böyle bir iş için Allah’ın rızasını telaffuz etmek gerçek bir kandırmaca olmasa bile, bu oyun iki taraf için açık olsa bile, Allah’ın adı alışkanlıktan, ezberden, formalite icabı söylense bile çok çirkindir. Bir insan deli değilse ve bunu kendine bile isteye yapıyorsa biliyoruz ki bu yol iyi bir yere çıkmıyor. Ne dünyada ne ahirette. Lafı döne dolaşa nereye getirmeye çalıştığımı anladınız. Bir iki kelime daha sabredin o zaman. İnsanların birkaç lirasını alan dilencinin bile bu rezilliğine Allah’ın adını alet etmesinden tiksiniyoruz. Birkaç lira da olsa, çocuk oyunu gibi bile olsa insanların parasını Allah rızası diyerek haksızlıkla almak çirkin bir iş. Peki, Allah’ın adını anarak, Allah rızası için diyerek, hatta Allah’ın emri diyerek canını almak? Bugün hangimiz tüm dünyada oluk oluk akan Müslüman kanının Allah’ın rızası için akıtıldığını söyleyebiliriz? Hangimiz bu soytarılıkta, gözü dönmüşlükte, manyaklıkta Allah’ın rızası var diyebiliriz? Tıpkı dilenci örneğinde olduğu gibi alan da veren de, atan da tutan da, vuran da vurulan da biliyor ki bu tezgah gavur tezgahı. Herkes biliyor ki Allah’ın rızası da emri de bu katliamların karşısında. Tam karşısında. Ne oluyor diye sormuyoruz. Bu nedir diye sormuyoruz. Neden diye sormuyoruz. Neden?

DELİDUR DA!

Anlatacağıma benzer hikayeler birçoğunuzun başına gelmiştir. Yakın bir arkadaşımın bir anısını paylaşacağım. Bir bayram günü, Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinin bir köyüne çevre köylerden bir deli gelmiş. Tabii bayram günleri delilerin piyasası olduğu için köyün orijinal delisinin ağzının tadı kaçmış. Köyün delisi Ahmet, bir bahaneyle misafir deliye sardırmış. Ahmet aslında yarı deli. Sıkı bir kavgaya tutuşmuşlar. Sonra bu ikisini binbir güçlükle ayırmışlar. Köylülerden biri “Yahu Ahmet, eldureceğudun uşağu, sen napayisun” demiş. Ahmet cevap vermiş, “E neyapayidum, anama söveyi!” Diğeri, “E oğlum” demiş, “Söveyise söveyi, delidur işte da!” Ahmet’in cevabı ibretlik: “E delidur diyeysinuz da, hep benim anama söveyi. Deli olsa bi’ sefere de kendi anasına söver!” Bu hikaye aklıma geldi, çünkü son zamanlarda dünyada ne kadar deli varsa sadece bizim anamıza sövüyor. Adı “vekalet savaşı”ydı bir ara. Neymiş, aslında Orta Doğu’da dünyanın bütün büyük güçleri kapışıyormuş. Onlara vekaleten, artık devletler değil örgütlerin çarpışması sahne alıyormuş. Çok güzel.

Yırtılan bizim anamızın yakası. Amerika’yla Rusya savaşıyor ama mesela ölenler sadece Müslüman. Çin, kartlarını Orta Doğu’da karıyormuş, Almanya da bu çetin vekalet kapışmasına giriyormuş. İrili ufaklı bütün dengeler oyuncularını Orta Doğu’ya sürüyormuş. Peki. Pekala, bu büyük kapışma gerçekte kimler arasında oluyor? Müslümanlarla Müslümanların. Adı vekalet savaşı. Adı IŞİD. Evet.

IŞİD, değil mi? IŞİD deli, biliyoruz ama yine hepimiz ezbere biliyoruz ki IŞİD sadece bizim anamıza sövüyor ve son kullanma tarihi dolana kadar da sadece bizim anamıza sövecek. Hangi gavur olduğu fark etmez, gavur gelip IŞİD’in olduğu bir yerlere saldıracak; havadan, karadan bombalayacak; sonra IŞİD gelecek, sonra gavur bombalayacak; sonra IŞİD işaret edilen başka bir yere gidecek, orası bombalanacak, filan. Bu arada aynı gavur milyonlarca Müslüman’ı yerinden yurdundan edecek, sayısız Müslüman öldürecek, sakatlayacak, sürecek, sefil edecek. İki yüz yıldır en iyi bildikleri şeyi yapıyorlar. Katliam, sürgün, zulüm, toplum mühendislikleri, isyan bilimi, nüfus teknolojisi. IŞİD manyak, evet. He IŞİD deli he. Yav he.

HANGİ BİRİNE YETİŞECEKSİN

İnternetin ve bu kadar çeşitli iletişim aracının her yanımızı sarmış olmasının birçok berbat tarafı var. Herhalde bunların en çetini de bu haber bombardımanının yarattığı çaresizlik duygusu. İnsan saniye saniye haberdar olduğu dayanılmaz hadiseler karşısında önce çıldıracak gibi oluyor, sonra yığılıp kalıyor. Her yanımızı kaplayan suçluluk duygusundan, beyhudelikten, çaresizlikten kıpırdayamıyoruz. Boğuluyoruz. Aslında galiba çok derinlerde bir yerde bu işimize de geliyor. Çünkü zaten olan bitenler bizim hiçbir şey yapamayacağımız kadar uzakta. Ve şahit olduğumuz sıkıntılar, acılar o kadar fazla ki... Hangi birine yetişeceksin? Bu arada olabilecek en çıplak halde, işlenmemiş bir video, üzerine hiçbir yorum katılmadan servis edilen bir olay veya cep telefonuyla aynen çekildiği gibi yayılan herhangi bir fotoğraf dahil olmak üzere ortalıkta dolaşan haber nevinden tüm bilgiler ucundan köküne manipüle ediliyor, ayrı. Bu bilgilenme, haber alma kanallarının tümü tam olarak yönlendirme, öne çıkarma, karartma, tekrarlama, kaygı yaratma, alıştırma gibi sayısız yöntemle her an manipüle ediliyor, belirleniyor. Kontrol ediliyor demiyorum. Manipüle ediliyor. Bu, uzun ve başka bir konu. Sadece zikredip geçmiş olalım. Evet. Uzaktaki çığlıkların, haykırışların hepsini duymaya başladığımızda artık yanı başımızdakine bile sağır oluyoruz. Değiştirmek için, işe yaramak için hiçbir şey yapamayacağımızın açık olduğu bu sahneyi seyrediyoruz çaresizlik içinde. Ayağımıza takılmadığı sürece, paçamıza bulaşmadığı sürece duyarlı bir televizyon seyircisi gibi izliyoruz. Ha, çok özür dilerim, izlemekle kalmıyoruz tabii, tepkimizi koyuyoruz ortaya, değil mi. Tabii ya, o kadar Facebook mesajı, “tweet”ler, mesajlar, yardım kampanyalarına gönderdiğimiz SMS’ler var. Mücadelenin bir parçası oluyoruz böylece. Tabii.

Toparlamayacağım. Bu dağınıklıkta bırakmak istiyorum. Bir şey yazarken uzatır, kısaltır, yeniden yazar, okuyucunun önüne koyacak bir bütünlük, bir mantık içinde yazarız ya. Hayır. Parça parça, yarım yamalak şekliyle arz etmek istiyorum bu sefer meramımı. Ankara gibi, Türkiye gibi, İslam coğrafyası gibi. Karman çorman karamsarlığımızı, derinde ama sapasağlam ümidimizi, alakalı alakasız çağrışımları olduğu gibi koymak istiyorum ortaya. Bomba demek, Ali demek, internet demek, deli demek, istikamet demek, dilenci demek istiyorum. Tutarsız ve açıkça çelişkili kalsın hatta söylediklerim. Birleştirmeden, bağlamadan. Kafam, kalbimi düşmanlığa ikna edebilecek kadar berrak olmasın istiyorum. Kesik kesik, deli deli kalsın. Emin olmayayım diyorum. Bir dakika diyeyim istiyorum kendi kendime. Birbirimize düşman olacak, Müslüman’a kin tutacak seçikliğe, zihin konforuna, keskinliğe mesafeli olayım. Mesafeli olalım. Allah diyeyim diyorum, Allah’ım. Dağıldık Allah’ım. Bizi sen topla, bizi bize bırakma.

Devlete millete zeval verme.