Bugün gençler neden fabrikada değil de memurluk peşinde koşuyor

Fabrika öyle koskocamandı, öyle bir kutsal nizamı vardı ki herkes üzerinde; patron bile efendisi değildi mülkünün. Bilakis tebaası olmak üzereydi.
“Öykündüğüm en afili erdem, yılmamak sanatı! Bunu ne zaman, kimden öğrendiğimi henüz hatırlamıyorum. Sanatı parmağına yüzük edip menziline seyirden vazgeçmeyen bir gece perisi öğretti belki. Ezelin en yakınındaki bebek bilgeliğimden bir hayli uzaktayım.” diye yazıyordu defterin ilk sayfasında.
İkinci sayfada “Civarda bir âlim yok. Belki vardır. Ancak benim bildiğim, civarda bir âlim olmadığı. Fakat ‘yok’ demek şu lahza benim ‘gerçek’liğim. Ben bilmiyorum diye, ‘yoktur’ demek adil olmayabilir. ‘Hakikat’, ‘gerçek’ten öte bir şey olmalı. Bu bir sır gibi. Sırra erişebilmek için sır olmak gerekir belki. Bir şeyi bilmek için her şeyi unutmak lazım hem.” diye yazıyordu. Buradan sayfa sonuna kadar uzunca bir bölüm karalanmıştı.
Üçüncü sayfada, ilk iki sayfaya nazaran daha anlaşılır ve daha uzun metinler vardı:
“Aklımı, hafızada tutmalar ve hatırlamalar yüzünden seviyorum. Fakat ona bu sevgim nedeniyle dahi olsa fazla iltifat etmemeliyim. Kendini tanrı ilan ediverir. Akılsız olmaz elbet. Bazen aklın yükünün fazla olduğunu ve benim de onu çok zorladığımı düşünmüyor değilim. Ancak zihin ihtiyatiyle kalbim ekseninde itidalli bir yol tutturmaya gayret ediyorum. Şu an hatırladığım nedir? Şudur: Henüz kimse ölmemişken, örneğin ben daha gençken, yani şu dev holdingleri yeneceğimden hiç şüphem yokken… İsraf edeceklerimi, hiç acımadan israf ederken ve bunun hayata karşı ne kadar büyük bir kibir olduğunu bilmezken… Çalıştığım fabrikayı hatırlıyorum. Diliyle malzemenin tadına bakıp pH’ını ölçen ve bunun pH olduğunu bilmeyen ustaların pek çoğu dünyadaki vazifelerini tamamlamış olmalı şimdi. Onların çocukları, belki torunları; böyle hususi zanaat isteyen işleri terk etmeye başlayalı çok oluyor. Bu işi terk ettiler ama köye de dönmüyorlar. Şehri terk etmek çocuklar için kabil değil zira. Kimi açık öğretim fakültesinden iktisat bitirdi bankada memur oldu, kimi memurluk sınavıyla belediyeye girdi. Memur olamayanların kimileri işsiz, bir banka ya da belediye yolu için tetikte bekliyorlar. Doktor, mühendis, avukat, öğretmen de çıktı aralarından. Benim yolum da hasbelkader bitirdiğim kimya fakültesinden sonra düşmüştü o fabrikaya. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Tecrübem yoktu, askere gitmemiştim. Zahmetli işler olduğu için bu fabrikalarda çalışacak adam kalmadığından, etraftakiler “hemen işe başlarsın, sabredip olgunlaşınca çok büyük paralar da kazanırsın” dediler. Böylece başlamıştım. Hüküm hep para’nındı. Etiyopya halkının, Etiyopya kahvesi kadar konforu olmayan bir dünyadan ne bekliyordum ki? İş için başvurduğumda, patron kendi haklılığından emin bir tavırla “asgari ücret bile şu an sana çok. Burada işi öğreneceksin. Bunların değeri para ile alınamaz. Yemeğin var, servisin var.” deyip beni işe kabul etmişti. Yalan değil, etkilendim. Koskoca fabrikanın laboratuvarında işe girmenin şehvetiyle neredeyse üste para verecektim. Fabrika öyle koskocamandı, öyle bir kutsal nizamı vardı ki herkes üzerinde; patron bile efendisi değildi mülkünün. Bilakis tebaası olmak üzereydi.”
Bu bölümden sonra sayfada iki kelime daha yazılmıştı ama üzeri hırsla karalanmış, hatta kâğıt kalemin ucunun baskısıyla incecik yırtılmıştı.
Dördüncü sayfada, şunlar vardı: “Dünya bu kadar mı dar benim gibilere? Hiç mi yerimiz yok? İşten çıkıp meydandaki büyük parkta bir kenara çekilmek ve biraz kafa dinlemek istedim. Meydanı kaplayan çınar yetiyordu üzerimizi örtmeye. Tam biraz dinlenir gibi olmuşken, o meczup kılıklı adam nereden çıktı?”
Ve yine karalanmış üç kelime…
Beşinci sayfa boştu. Altıncı, yedinci, sekizinci sayfalar da boştu.
Dokuzuncu sayfada yalnız bir cümle yazıyordu: “Meczup değilmiş! Hû! Hattat Hıdır!”
Defteri kapattı.
“Şu ev taşıma işi ne güzel vesile oldu. Demek bu defteri bulmam ve şu satırları yeniden hatırlamam gerekiyormuş” diye tebessüm etti Kerem. Az önce ev sahibiyle telefonda ettiği kavgayı unutmuştu şimdi. “Zaten artık ev sahibim sayılmaz.” dedi ve doğruca Hattat Hıdır’ın dükkânına gitmek üzere hızlıca kapıyı çekip dışarı çıktı.
Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.