Bugün Müslümanlar neden kendi düşünce mirasını geri planda bırakıyor?

​Bugün Müslümanlar neden kendi düşünce mirasını geri planda bırakıyor?
​Bugün Müslümanlar neden kendi düşünce mirasını geri planda bırakıyor?

Hâlâ dindar kardeşlerimiz Aristo’dan, Kant’tan, Nietzsche’den bahsedip duruyorlar. İbn Haldun, Gazzali, Said Hâlim Paşa, Sezai Karakoç’tan bahseden yok. Bu işte sizce de bir yanlışlık yok mu? Müslüman kendi birikimini öğrenmeye ve bugün için yorumlamaya öncelik verse çok daha faydalı olmaz mı?

Nâmık Kemal, “hürriyet, vatan, millet” laflarıyla meşhur bir Osmanlı şairi. Bu üç kelime bile Fransız Devrimi’nin sloganlarından aparılmıştır. Nâmık Kemal, Tanzimat’ın yetiştirdiği tipik bir örnektir. Fransa’dan aparılmış pantolonu, redingotu ve başında ilk şapka devriminin ürünü olan fesi ile o dönemin “entel”lerinden idi. Oğlu Ali Kemal Bolayır’ın hatıralarını okuyanlar; bu “vatan şairi”nin düşmanı olduğu Abdülhamid’den ihsan dilendiğini, atandığı kaymakamlık görevini savsakladığını, diplomatik toplantılara ev kıyafetiyle katıldığını, sabah akşam sarhoş gezdiğini okurlar. Namık Kemal, kendinden sonra gelen birçoğu gibi şöhreti kişiliğinden daha önde gelen bir insandır. Fakat Osmanlı’nın yıkılış döneminde yetişmiş olsa bile o büyük medeniyetin kalitesini gösterir.

Namık Kemal elbette bir mümin idi. Öyle ki iman gayretiyle kalkmış, Ernest Renan denen bir Fransız oryantalistine cevap mahiyetinde bir risale yazmıştı. Renan, 1883 tarihinde Sorbonne Üniversitesi’nde verdiği “L’Islamisme et la Science” (İslam ve Bilim) başlıklı konferansta İslâm’a ve Müslümanlara hakaretler eder. İslam’ın saldırgan bir din olduğunu, bilime ve felsefeye karşı olduğunu, Müslümanlardan hemen hiç düşünür çıkmadığını iddia eder. Namık Kemal bu risaleye cevap olarak Renan Müdâfaanâmesi’ni yazar. Renan’ın iddialarını çürütmeye çalışır. Onun cehaletini sergiler. “İslâm ilerlemeye ve bilime engel değildir.” der.

Aslında İslam ve bilim ilişkisi de bazı başka mevzular gibi iki asırdan beri gündemde: “Müslümanlar neden geri kaldı?”, “İslâm ilerlememize engel mi?” Görünüşte kritik ama aslında saçma bu laflara takılıp durduk. Uzun zamandan beri bir kısmımız Batı’nın kendini yücelten söylemlerini vahiy gibi kabul edip ona yapışıyor, bir kısmımız da bunlara karşı sürekli cevap yetiştirmeye çalışıyor. Fakat cevap verme gayreti sık sık laf yetiştirmeye dönüyor. Aradaki fark ne? Cevap vermek, ilmî, tutarlı ve ciddî bir iş. O yüzden uzun vadede etkisi olur. Laf yetiştirmek ise bilgi, tutarlılık ve ciddiyet gerektirmeyen gündemcilik.

Peki, Batı’nın dinimize, tarihimize, kültürümüze yaptığı saldırılar, çarpıtmalar, ürettiği yalanlar üzerinde bu kadar durmak gerekli mi? Verilen cevaplar işe yarıyor mu? Batı’yı ürettiği yalanlardan geri çeviriyor mu? Geçmişe bakınca bu üçünün de cevabının hayır olduğunu görüyoruz.

İlk yanlışımız, ciddiye alınmaması gereken kişileri ve iddiaları ciddiye almaktır. “Delidir, ne yapsa yeridir.” cinsinden abes lafları dikkate alıyoruz. İslâm karşıtı olanların kışkırtmak için yaptıkları işlere ve kasıtlı propagandalara aynı seviyeden cevaplar veriyoruz. Nitekim Nâmık Kemâl, Renan’ın binbir cahilliğini ifşa ettiği risalesinin sonunda şöyle der: “M. Ernest Renan’ın böyle cehl-i sırftan (som cehalet) mütevellid (doğan) tevehhümât (zanlar) ile mâlâmaâl (dolu) bir hutbe irâdiyle istihsal edebildiği (üretebildiği) yegâne netice, bize kalırsa, kendisinin edyân (dinler) aleyhindeki gayzına, İslâmiyyet’e gösterdiği hücumlar ile de, ne kadar mümkin ise o kadar âdi ve müstekreh (kötü) bir burhan-ı nevin (yeni delil) ikâme eylemekten ibaret kalmıştır!” Peki, tamam da o zaman bu rezili muhatap alıp kadar lafı etmek niye? Sadece Kemal değil birçok Müslüman yazar aynı şeyi yaptı. Renan’ın konferansı hemen Arapça, Almanca, Rusça, Türkçe, İngilizce ve Farsçaya tercüme edildi. Batılı insanların Renan’dan haberi oldu ama Nâmık Kemal’in ona cevabından pek haberi olmadı. Yani yine kendimiz çaldık, kendimiz oynadık. İyi niyeti bir tarafa, keşke Nâmık Kemal ve diğerleri, cevap vermeye değmez Renan’a bu payeyi vermeseydi. Aynı şeyi bugün Müslümanlar ile kâfirler arasındaki sosyal medya tartışmalarında da görüyoruz.

İkinci yanlış, Batılı yazar ve düşünürlerin gerçeği bilmedikleri için İslâm’ı ve Müslümanları karalayan sözleri sarf ettiğini sanmaktır. Oysa Batılı akademik ve siyasi odaklar İslâm’ı bilmedikleri için bunu yapmıyorlar. Hinliklerinden öyle yapıyorlar. Çünkü Müslümanların ana kaynaklarını araştırmak ve öğrenmek, güçlü ve zayıf yanlarını öğrenmek için üç asırdan beri bu işe milyarlarca dolar para harcıyorlar, binlerce akıllı insanı istihdam ediyorlar. Bu herzelerin arkasında akıl ve bilim aşkı olanlar değil, güç ve çıkar üreten devasa bir makine var. Müslümanlar muarızların ardındaki bu gücü bilmedikleri için gelip gelip aynı söylem tuzağına düşüyorlar.

Benzeri bir söylem tuzağına “medeniyetler çatışması” konusunda düştük. Amerikan derin devletiyle bağlantılı olan Samuel Huntington 1993’te bir makale yayınladı. “Medeniyetler çatışıyor. Batı medeniyeti muzaffer oldu. Daha çok çatışırız.” cinsinden bir makaleydi bu. Bizde haydi bir furya. Herkes adamın kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalıştı. Yok, “Vallahi medeniyetler çatışmaz, uzlaşır.” diyenler; yok, “Çatışma var ama biz içinde yokuz.” diyenler... Çoğumuz bu tuzağa düştü. Makalenin yayınlanmasının üzerinden 32 yıl geçmesine rağmen hâlâ ölüp giden o herife laf yetiştirmeye çalışanlar var. Sanki cevap verince Batılılar ikna olacak, aydınlanıp hidayete erecekler.

Artık şunu anlamamız lâzım: Cevap vermek bilene aittir. Ama neyi bilene? Sadece Batılı söylemi değil, onun ardındaki tezgâhı bilene. Uluslararası düzlemde cevap verebilene. Bileni-bilmeyeni bu yapay gündemlere takılırsa bu laf yetiştirmek olur.

Bizim önceliğimiz laf yetiştirmek değil kendini öğrenmek olmalı. Çünkü bizim asıl sorunumuz kendi geleneğimizi ve birikimimizi bilmemek, ona önem ve değer vermemek. Ama bizimkiler “eleştiriyoruz” diye Batı’nın reklamını tersten yapmaya devam ediyor. Hâlâ dindar kardeşlerimiz Aristo’dan, Kant’tan, Nietzsche’den bahsedip duruyorlar. İbn Haldun, Gazzali, Said Hâlim Paşa, Sezai Karakoç’tan bahseden yok. Bu işte sizce de bir yanlışlık yok mu? Müslüman kendi birikimini öğrenmeye ve bugün için yorumlamaya öncelik verse çok daha faydalı olmaz mı?

Hâlbuki biz kendi geleneğimizi ayrıntı olarak anlıyor ve anlatıyoruz. Asırlar öncesindeki başarıları tekrarlayıp duruyoruz. Bunlar mevcut sorunumuzu çözmüyor. Batı merkezli akademik gündemin edilgeni olarak yaşamaya devam ediyoruz. Bir süre sonra laf yetiştirme gayretimiz, asıl konuşmamız gerekenleri ikinci sıraya koyuyor, kendi kendimizi marjinalize ediyoruz. Bizim düşünce geleneğimizi bilen arkadaşlarımız bile hâlâ Batılı kötü niyetli insanlara cevap yetiştirmeye çalışıyorlar. Faydası var mı? Sizin cevabınızı dikkate alan var mı? Batı’nın gündeme getirdiği isimler ya yerli oryantalistler, ya da onların işine yarayacak tipler. Onun için Batı’da Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk parlatılır ama Cemil Meriç ve Sezai Karakoç gibi baba isimlerin esamesi okunmaz.

Kimi, neyini, hangi sözünü muhatap alacağımızı bilmezsek asırlarımız böyle verimsiz bir şekilde geçer. İnsanlar boş gündemler, tartışmalar peşinde ömür geçirir. O yüzden önceliğimizi net koyalım. Batı’nın masasına meze olmayalım. Bizim asıl ihtiyaç duyduğumuz imanı ve adamlığı hatırlamak. Bütün bu zamanı, fikri enerjiyi kendimizi öğrenip günümüze yorumlamaya verseydik çok daha iyi bir yerde olacaktık. Çünkü polemik sizi verimsiz ve dar bir alana sıkıştırır.

O hâlde ciddiye alınacak ve ciddiye alınmayacak şeyleri ayırt etmeyi bilmeliyiz. Cevap vereceğimiz şeyleri seçmeliyiz. Tegafül edeceğimiz şeyleri ayırt etmeliyiz. Batı bir şeyler söylesin de cevabı yapıştıralım diye kuyrukçuluk yapmayalım. Kendi gündemimiz olsun. Bırakın Batı size cevap yetiştirmeye çalışsın. Ama bunun için önce kendi birikimimizi öncelemek, ona önem vermek ve onu öğrenmek lazım. Çünkü asıl işimiz Batılı iddialara laf yetiştirmek değil. Asıl işimiz önce bize unutturulan kişiliğimizi hatırlamak...

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.


Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım