Bugün televizyonda katliam var

Onlar son gökyüzünü de işgal ettikten sonra hayatı öğretiyorlar bize.
Onlar son gökyüzünü de işgal ettikten sonra hayatı öğretiyorlar bize.

Bugün televizyonda bir katliam var. Bugün, bir çocuğun bedeninden politik açıklamalara uzanan ve bol ‘ama’lı cümlelerden kurulu bir katliam var televizyonda. Ketçap reklamlarının ardından, kolalar ve kahveler ve büyük çok uluslu şirketler ve onların destekçilerinin arasında ve batının gelişmiş uygarlığının batılı değerler adına sokakta itiraz eden insanları tutukladığı ve ifade özgürlüğünün sadece bazı ifadeler için geçerli olduğunu hala anlamayan ve köşe başlarını tutmuş herkesin gerçeğini domuz gibi bildiği bir yalana inanıyor göründüğü bir katliam var. Ana haber bülteninde.

Bugün, bebek bedenlerinin basın açıklamalarına ve kelime sayılarına sığmak zorunda kaldığı canlı bir katliam var. Ve bazı ölümlerin neden diğerlerine nazaran daha hak edilmiş olduğu konusunda en ufak bir tereddüde yer bırakmayan televizyonda yayınlanmış bir katliam… Canlı. Öldürülen bebeklerin ve meşru müdafaa hakkının meşhur gazeteciler ve meşhur yöneticiler ve meşhur kurumların meşhur temsilcileri eliyle tayin edildiği ve geri kalan dünyanın meşhur olmayan insanlarının meşhur kâğıt kahve bardaklarına isimlerini yazdırırken her şeyi unutup olaylar arasında kuramadığı ilişkinin aşikâr ettiği bir katliam.

Ve biz, İngilizcemizi mükemmelleştirip, ezberlerken BM kararlarını. Uluslararası hukuk ve diplomasinin yazılı ve olmayan tüm kurallarını en ince ayrıntısına kadar öğrenirken. Yale üniversitesinin yılda üretilen toplam bilime katkısının geri kalan dünyanın katkısından daha fazla olduğu için katliamı destekleme hakkının bilimsel bir hak olduğuna inanmamız gerektiğine inanırken. Kamu dengeleri ve bol ‘ama’lı cümleler arasında kalırken biz.

Bugün, televizyonda bir katliam var.

Bombalanan hastanelerde ölen doktorlara şiddete ne zaman son vereceklerini sormak için diplomasiye gerek yok. Kardeşinin parçalarını poşetle toplayan ablanın bunu hak etmek için kötü bir çevresi olduğuna inanmamızı istedikleri bir dil için gazeteciliğe gerek yok.

İnsan hakları’ndaki ‘insan’ların hiçbirinin burada olmadığını bilmek için…

Bugün, televizyonda bir katliam var. Canlı. 13 yaş sınırı getirilmiş ve küçük bir logoyla da aydınlatılmış medya düzeninde sözümüzü güçlü söylediğimiz facebook’un, kitabındaki o’nun aslında tek harften oluştuğunu anlamamıza yaramayacak bir şaşkınlıkla izleyebiliriz bunu. Dünyanın her yerinden, hastaneleri de bizim vurduğumuza inanmamızı istedikleri iyi bir filmin hemen öncesinde, yozlaştıkça yozlaştığının fark edilmediğini sanmakla; alıklaştıkça alıklaştığını fark edememek arasında akşam yemeğinde bir aile tablosu…

Gülümseyin! Hayatı öğretiyorlar bize. Hayatı ve onuru öğretiyorlar.

Onlar son gökyüzünü de işgal ettikten sonra hayatı öğretiyorlar bize.

Onlar işgal ve ırkçılık duvarları inşa ettikten ve son gökyüzünü de işgal ettikten sonra. Hayatı öğretiyorlar aslında bize.

Ama bugün, televizyonda bir katliam var.

Filistinli çocuk bedenlerinin teşhir edildiği. Ve tüm dünyada halkların aksine hükümetlerin bu et sergisine bol ‘ama’lı demeçler ürettiği bir katliam. Ve sürerken bu, kahve içmekten ve hamburger yemekten bile kendini alıkoyamayan insanların üzerine de bomba atıldığında bir parça umut için gözlerini çevirebilecekleri hiçbir yer olmadığını anlamak için biraz tarihin 1914 yıllarında baş başa kaldığımız şarapnelin parçalarını bile görmeyen bir nesli yetiştiren bu boşluğun yol açtığı bir katliam.

Ölen bebeklerin yeri var elbette, bize bir hikâye verirlerse, insani bir hikâye ama, dediği gibi Bayan Ziyade’nin… Anlıyorsunuz değil mi, siyasi olmayan bir hikâye. Hamas’ı ve sivilleri kınayarak… Çünkü objektif basın yanlı değildir ve bizi de anlatmak istiyorlar. Fakat, “ırkçılık” ve “işgal” kelimelerini kullanmadan bunu yapmamızı ve savaş yüzünden değil, savaşın yol açtığı yaralar yüzünden öldüklerine önce bizim inanmamızı istiyorlar. Bu siyasi değil çünkü. Hadi bize bir öykü ver, diyorlar. Ölen çocukların niye öldüğünü İsa’ya yalan söyleyerek açıklamak istiyorlar çünkü. Tevrat’ta “sizden tiksiniyorum” diye konuşanın aslında ‘siz’ derken Yahudileri kastettiğini anlamamızı istemiyorlar elbette. Sadece hikayesini anlatmak istiyorlar o hastanenin. Tarafsız gazetecilikle. Kendi kendine yıkılan ve yıkılırken sivilleri kalkan olarak kullanan Hamas’ın yıkılması için hastane yıkmayı gelişmiş dünyanın anlayışla karşıladığı bir düzene itiraz eden teröristlerin varlığının dünya için fazla olduğunu kabul etmemizi istiyorlar.

Ama bugün, televizyonda bir soykırım var.

İstatistik bilgisi gerekiyor, kendi kendine ölen o kadar insan için.

İsim listeleri bile olur, 1200 kelime sınırını aşmadan yer verecekler onlara.

Eğer yeterince ölürlerse, dururlar bile belki.

Bugün, televizyonda bir katliam var.

Bugün siyasi demeçlere ve bol ‘ama’lı cümlelerin ölüler arasında tasnif yaptığı güzel bir katliam.

Ama yalan yok üzüldüler.

Gazze’de, Filistin’de, daha önce Irak’ta bile hatta.

Ölerek onları katil gibi gösteren bebekler için üzüldüler.

Ölerek onları katil gibi gösteriyor olmamızın suçuyla yaşamaya alışabiliriz belki.

Okumuşlarımız, onlara BM kararlarını ve istatistikleri anlatıyor.

Ve lanetliyoruz. Ve yas tutuyoruz… Ve reddediyoruz! “And içtik ve kızarmış patetes yedik” diyen büyük Türk şairinin sesini duymamayı tercih ederek, bütün o lanetler ve kınamalar arasında kahve ve kola ve diğer bütün şeyler… Ve bunlara karşı alınacak her tavrı ‘sürdürülebilir’ bulmayan çok bilmiş bütün şeyler ve bu tavrı bile olsun sürdüremeyen bütün o şeyler…

Ve burada iki eşit taraf yok: işgal ve işgalci var. burada iki eşit taraf yok: katiller ve masumlar var.

Ve ölüler, sadece rakamlardan ibaret.

Sıfır’ı Müslümanlar mı bulmuştu, ne iyi. Toplar ve ifade edebiliriz belki bu sayede olan biten her şeyi.

Sıfır’ı kullanarak.

Biz anlatalım yine de anlatıyoruz da: yüz ölüyü, iki yüz ölüyü, bin ölüyü!

10 günde 5 bin çocuk. Gün dışında sıfır yok burada ama.

Kimse var mı orada?

Kimse dinliyor mu?

Ve onca savaş suçu ve katliamın arasında açıklama yapmalıyız. “Terörist gibi görünmeden” bazı şeyler söylemeliyiz.

Ve biliyoruz hepsini, söyleyelim, BM kararlarınız hiçbir zaman buna çare olmadı. Olmayacak da. Ve hiçbir demeç, hiçbir kınama, İngilizcelerimiz ne kadar iyi olursa olsun! Hiçbir demeç geri getirmeyecek ölümleri. Hiçbir demeç bunu düzeltmeyecek.

Siz hayatı öğretiyorsunuz.

Ve biz biliyoruz,

Siz Filistinliler, her sabah dünyanın geri kalanına hayatı ve onuru öğretmek için uyanıyorsunuz.

Biz izliyoruz.