Bugün yeni bir eser hangi temeller üzerinde yükseliyor olabilir

Arşiv
Arşiv

Yeni ancak eskinin sayesinde varlık bulur; eskinin verimli toprağında köklenir, hep ona bitişiktir. Bu organik ilişkide her eser yeni olarak eskiyle bütünleşir.

Sanatçı, sanatın ne olduğunu eseriyle deneyimler. Bu yüzden sanatın ne olduğunu tanımlayamaz, zira ona dışarıdan bakamaz. Bu tür sorular karşısında genellikle sanat anlayışından bahseder. Bu soruya verdiği en güzel cevap eseridir.

Tarih boyunca insanların birikimi dilde muhafaza edilir; dil bu devasa birikimi muhafaza edip şimdiye taşır. Yazılı olanın, kayda geçenin kalıcılığının yanında; kavramların anlamsal genişlemeleri, düşünce tarihinin atlası gibidir. Sadece kelimeler/kavramlar üzerinden bile geriye dönük bir yolculuğa çıkmak mümkündür.

Zamanın geçmişte biriktirdikleri, çizgisel bir zaman üzerinde ipe dizilir gibi dizilmez; daha çok bir yumak gibi birbirine tutunarak hep şimdiye dahil edilir. Geçmişin şimdiyle iltisakı dil sayesindedir.

Buradaki temel zamansal birim, geçmişle gelecek arasında bir sınır olan şimdi değil, andır. Zira an, geçmiş-şimdi- gelecek şeklinde diziselleştirilmiş zamanı kapsayarak, onu aşar. (İnsan, zamanı ancak an olarak deneyimlediği için an gerçek zamandır da.)

Modern zamanlarda, geçmişin izini süren edebi eserlerin bu izi zaman üzerinden sürmesi boşuna değildir.

Duygu, romantik eyleme daime eşlik eder ya da duygunun eşliği eylemi romantikleştirir.

İyilik, yaygınlık kazanabilmek için gayreti gereksinir. Kötülükse sâridir, kendiliğinden yayılır. İyilik gereksindiği gayreti bulamazsa kötülük onu sarar ve giderek etkinliğini kırar.

Sanatta ilerleme ve gelişme söz konusu olmadığı için her eser ilk ve sondur. Dolayısıyla elimize bir eser aldığımızda ilk ve son eserle muhatabızdır.

Yeni ancak eskinin sayesinde varlık bulur; eskinin verimli toprağında köklenir, hep ona bitişiktir. Bu organik ilişkide her eser yeni olarak eskiyle bütünleşir. Bir anlamda yeni bir eser için daima hazır temeller vardır, bu temeller üzerinde yükselir, ama bu yükseliş yeni bir yorum, yeni bir biçimledir.

Yeninin yükseldiği temeller aslında değerlerin, anlamın yorumlanarak bugüne taşındığı birikimdir. Birikim sayesinde yeniyi anlamlandırmak mümkün olur. Bu bağlamda dünün dünde kalması bir kopuşu değil, yeninin ona bitişikliğini söylemenin bir yolu olmalıdır.

Yeni bir saray yapmak için eski bir saray, yeni bir kubbe yapmak için eski bir kubbe, yeni bir roman yazmak için eski bir roman daima vardır. Ayasofya’nın kubbesinden Selimiye’nin kubbesine uzanan bir yolculuk gibidir eskiyle yeni arasındaki ilişki.

Arapçada “halk” kelimesi takdir; ölçmek, biçmek, düzüp koşmak anlamındadır. Halk’ın Türkçe karşılığı olan “yaratmak” da “yaramak”tan türetilmiş olup “halk” kelimesini layıkıyla karşılamaktadır. Bu durumda, herhangi bir şeyi yarayışlı hale getirmek, o şeyi yaratmak oluyor diyebiliriz.

Sanatçı elbette yoktan var edemez. Önünde iki yol vardır: i) yaratılanları ait oldukları yere iade etmek; ii) yaratılanları olması gerektiği yerde anlatmak. Bir sebeple olması gereken yerden koparılan yaratılmışlar zulüm altında demektir; onu ait olduğu yere oturtmak hikmetin gereğidir. Çünkü hikmet, yaratılanları en iyi bilgiyle bilmektir. Yaratılanlar da ancak takdir edildiği yerde en güzel haliyle bilinir. Sanatçının yaratması, ele aldığı meseleyi kendi kemalini bulacak şekilde anlatabilmektir.

Yaramanın, yarayışlı hale getirmenin ahlaki bir boyutu olduğu açıktır. O halde sanatçıya düşen hem biçimsel kemali hem de ahlaki değerleri mezcedebilecek bir üslup bulabilmektir.

Güzel, şeyin kemalini bulabilmesidir; bu yüzden eksik, kusurlu, tamamlanmamış olmayıp bütünseldir, bir şey eklenip çıkarılamaz. Sanat eserinden söz ettiğimizde de bu nitelikler aynıyla geçerlidir.

Eğer karşımızda bir sanat eseri varsa onun biçimsel sınırlarını bulamayışından, bu yüzden bütünsel olamayışından, eksik olduğundan söz edemeyiz; zira bu durum eserin ekleme ve çıkarmalara muhtaç olduğu anlamına gelir.

Ama yine de böyle eserlerle karşılaşırız.

Aslında kötü/çirkin eser yoktur. Çünkü kötülükle/ çirkinlikle güzellik aynı eserde yan yana, iç içe olamaz. Doğaları gereği birbirlerini çekmezler, iterler.

Bir eserle karşı karşıya olduğumuzu, ama eserin kötü/çirkin olduğunu düşündüğümüzde aklımız bize oyun oynamaktadır. Çünkü böylesi bir eser yok hükmündedir. Onun varlık bulup sanat kamusunda arzı endamı var olduğu anlamına gelmez ya da yok hükmünde bir varlıktır söz konusu olan.

Sanat tarihinin unutulmuş eserler mezarlığı olması da bunun veciz bir göstergesidir.

Tragedyada hep asiller bir şeylere maruz kalırlar. Çünkü tanrılar sadece asilleri muhatap alıp onlar hakkında takdirde bulunurlar. Zaten bir şeylere maruz kalmak, başa bir şeylerin gelmesi eylemle ilgilidir ve sadece asiller eylem halindedir.

Aşağı sınıflar, asillerin yeme, içme, cinsellik gibi insanın en aşağı sayılan gereksinimlerini karşılamaya çalışırlar. Bir şeye maruz kalmaz, başlarına bir şey gelmez. Sadece düşerler, kalkarlar, sürçerler; ama bu halleri yazgı nedeniyle değil, kendi beceriksizlikleriyledir. Bu nedenle de komedyanın ilgisi dahilindedirler.

  • Sanatta ilerleme ve gelişme söz konusu olmadıgı için her eser ilk ve sondur.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.