Bütün ağıtlar birbiri içine doğru bükülüyor

Allah ikramını ve ihsanını sadece inananlara değil inanmayanlara da veriyor.
Allah ikramını ve ihsanını sadece inananlara değil inanmayanlara da veriyor.

Her ne kadar acının keskin yüzleri, gökyüzünün fonunda birer hançer gibi yüreklere savrulsa da gittikçe dünya acının keskin köşelerini, sivri dişlerini, kesip atan soğukluğuna garip bir şekilde duyarsızlaşıyorsa da kaybedilen her duygu beraberinde insanlığı çekip götürüyor olsa da direneceğiz.

Allah veriyor, sürekli veriyor ihtiyacımız olan en önemli şeyleri bize durmadan veriyor ve biz bunun farkında bile olmadan yaşıyoruz. Bu basit mi? Yani şimdi okuyunca sıradan mı geldi? Gerçekten mi? Kirlendi insan işte bu yüzden. İhanetle kirlenmiş bir yürek “O”nun ceberutuna nasıl girebilir ki? Tabii günümüz insanının “Ceberut” deyince acımasız, merhametsiz, zorba gibi anlamlar geliyor aklına. Oysa büyüklük, hâkimlik, kudret, celadet... Tasavvufta Allah’a varmanın üçüncü basamağı. Allah’ın her şeyin üstünde olan kudreti. Acımasız, merhametsiz, zorba… Merhametsizlik, zorbalık. İbranice “kudret” anlamına gelmektedir. Allah’ın büyüklüğü, Allah’ın yüce kudreti. Aşırı büyüklük, pek ziyade kibir. Ululuk, kudret, icbar, zorlama gibi pek çok anlamı var. Yakınlık otağı ve yüce aşk ağacı arasında tek bir adım var. Bunun için Allah insana gerekli olan iradeyi vermiş bize düşen aramak ve çabalamak. Bir engeli kaldırıp öbürüne geçmek.

Allah insana gerekli olan iradeyi vermiş bize düşen aramak ve çabalamak.
Allah insana gerekli olan iradeyi vermiş bize düşen aramak ve çabalamak.

Bu takdirde ebediyet otağına girebiliriz. O zaman anlarız ki; Allah’ın insanoğluna vermiş oldukları için müteşekkir olduğunda insanoğlu, o zaman derdinin devasını bizzat Allah’tan bulur. Vekili Allah olanın ne derdi olabilir ki? Biz bu dünyanın müşteri hizmetlerine alışkınız. Doğrusu ona o kadar alışkınız ki Allah ile de aynı yolla her şeyi çözeriz sanıyoruz. Oysa durum farklı gölgeye benzeyen vehimleri bırakıp nurlu yakîn derecelerine çıkmalı insan. Hak gözünü açmalı ki apaçık görebilsin. Onu istiyorsa başkasını asla isteyemez. Anca o zaman. Tabiat kanunları değişebilir; dua ise asla. Allah sadece inananlara değil, tüm âleme nimet veriyor. Hem iman edenlere hem de iman etmeyenlere veriyor. Bundaki hikmeti anlamak gerek. Allah ikramını ve ihsanını sadece inananlara değil inanmayanlara da veriyor. Buna sadece kendisi karar veriyor. Bize düşen ise sabır göstermek ve akletmek.

Güzelliği seviyorsa insan, gözlerini dünyada olanlardan çevirmek zorunda.

Çünkü iki aşk, su ile ateş gibi tek bir gönle sığmaz. Yokluk çöllerindeydin, seni bu madde dünyasından çıkarttılar. Kâinattaki bütün zerreleri ve hakikatleri sana sundular. Nasıl ki ana karnından çıkmadan önce senin için nurlu süt pınarları hazırlandı. Allah seni buluşturdu, sevgisini kalbine koydu, ama sen gafil çağına erince bütün bu nimetleri hiçe sayarak boşa çıkarmaya başladın. Verilenleri normal ve zaten zorunlu verilecek olanlar olarak görmeye başladığı zaman insan kararmaya başlar. Oysa insanoğlu şunu asla unutmamalı Allah’ı seven, Allah’ın sevdiği, Allah’ın hoşnutluğunu kazanan, Allah ile ilişkisinden hoşnut, daimi Allah’la birlikteliğini canlı tutan, hayatını Allah’ın gözetimi altında tanzim eden, hayatı ve ölümü Allah için olan, kalbi Allah zikriyle doymuş pür ve bilinci yarasız Müslümanlar olmamız gerekiyor. Her insan bir oyuncudur, isterse oyuna ve taklide düşman olsun. O hâlde, insan her zaman kendini sergileme derdinde olmuştur.

 Gerçek aşk, tüm engelleri kalıcı bir biçimde, kimi zaman acı çektirerek alt eden aşktır.
Gerçek aşk, tüm engelleri kalıcı bir biçimde, kimi zaman acı çektirerek alt eden aşktır.

İşte insanoğlunun kendini sergilemesi kâinatın sahibi ile sağlam bir irtibat kurduğu takdirde gerçek anlama kavuşur. Dünyadaki büyülü acımasız sakat bilinç bizi yakmamalı, kül etmemeli, tüketmemeli, gerçek değerleri kaybetmemeliyiz. Bunun kaybı sadece kendimize aittir. Değerden bir kayıp söz konusu değildir. Zarar görecek olan da biz oluruz sadece. Aşkta yoğunlaşıp özneyle nesnenin birbirine karıştığı bir buluşma meydana getirilmeli. Bir olunmalı. Gerçek değere doğru yönelmeli. Küçük derelerin okyanusa kavuşma isteği gibi bir özlem yaşamalı insan. Fail ile fiilin birbirine karıştığı aşk da yok olmalı. Önceden bilinecek, dünyanın yasalarına göre hesaplanacak bir olay değildir bu. Gerçekleştiği anda asla tereddüt etmemeli. Başka yollar aramamalı. Aşk inatçıdır. Gerçek aşk, tüm engelleri kalıcı bir biçimde, kimi zaman acı çektirerek alt eden aşktır. Bu, yaşanmadan bilinemez. Bulunduğunda da asla terk edilemez. Kötülerin arkadaşlığı gamını artırır, iyilerin yoldaşlığı gönlünün pasını giderir.

Her kim Allah ile ünsiyet etmek isterse ‘O’ nun seçkinlerinin sözünü işitsin. Tan vaktinin haberini veren horozların ötüşünü duyuyorum. Bahar, gönlünün kapılarını araladı. Uykuya yatan ne varsa uyanıyor gibi. Yaşam serüveni tekrar başlıyor. Bazen gecenin pençesine düşer insan, bazen gecenin huzurlu kucağına. Karanlığın girdabından aşkın pusulası çıkarır insanı düzlüğe. Biliyorum pervaneye düşen pay ateşte yanmaktır, insanın payına düşense aşkta yanmak. Her ne kadar acının keskin yüzleri, gökyüzünün fonunda birer hançer gibi yüreklere savrulsa da, gittikçe dünya acının keskin köşelerini, sivri dişlerini, kesip atan soğukluğuna garip bir şekilde duyarsızlaşıyorsa da kaybedilen her duygu beraberinde insanlığı çekip götürüyor olsa da direneceğiz.

  • Koyu karanlık insanların tenine sirayet etmeye başlıyor. Bütün ağıtlar birbiri içine doğru bükülüyor. Sesler boğuklaşarak etkisini kaybediyor. Dünyanın ahengi kayboluyor.

İşte tam da bu yüzden Allah’ı seven, Allah’ın sevdiği, Allah’ın hoşnutluğunu kazanan, Allah ile ilişkisinden hoşnut, daimi Allah’la birlikteliğini canlı tutan, hayatını Allah’ın gözetimi altında tanzim eden, hayatı ve ölümü Allah için olan, kalbi Allah zikriyle doymuş pür ve bilinci yarasız Müslümanlar olmamız gerekiyor ki koyu karanlık insanların tenine sirayet etmesin.