Caspar David Friedrich

Sanat bir yolculuk, bir yolda olma hâliyse eğer, Caspar David Friedrich yolculuğuna devam ediyor.
Sanat bir yolculuk, bir yolda olma hâliyse eğer, Caspar David Friedrich yolculuğuna devam ediyor.

Caspar David Friedrich'i anlamak mümkün mü? Hayatına bakarsanız belki. Ya resimlerine bakarsanız? Pek öyle gözükmüyor. Ne renk paleti üzerinden ne figürleri kullanma biçiminden... Çıkaracağınız şeyler var elbet. Zaten çıkarmış çıkaran. Ama hepsi uydurma(öznel yakıştırmalar). Hakiki olan ne bilmiyoruz. Nasıl bileceğiz ki? Karşımızda tuhaf bir adam var. Tuhaf yaşamış, tuhaf çalışmış ve tuhaf ölmüş bir adam.

-Kendi Semasında Namütenahi Yolculuk-

Caspar'ı yazmaya, sanat tarihi koca bir saçmalık diyerek başlamak istiyorum. Ya dayatılan ezberleri sunuyorsunuz insanlara ya hezeyanlarınızı. Adına da sanat tarihi diyorsunuz. Hakkında yazılanlar üzerinden bunu en iyi kavrayacağınız isimlerden biri Caspar David Friedrich'tir. Onunla ilgili yazılanları okuduğum zaman genelde gülüyorum. Çok aciz, çoklukla da ucuz(kolay) cümleler kuruluyor. Benimkiler de farklı olmayacak. Olacaksa farkı şu olacak. Ben kabul ediyorum acziyetimi ve yazacaklarımın objektif değil tamamen sübjektif şeyler olacağını. -Sanat söz konusu olduğunda insanlar neden objektif olmaya çalışırlar bunu hiç anlamış değilim-.

Sanat tümüyle sübjektif bir alan değil. Ama çoklukla öyle. İster geometrik şekilleri kullanın, ister natüralist eserler yapın, isterseniz stilize figürler üzerinden eser ortaya koyun. Fark etmez. Büyük kısmı kendiniz olursunuz eserin, kendinizle doldurursunuz onu. Her işte, her eylemimizde böyledir aslında. Sanat, yaparken değil, yaşarken de hissi süreçleri öncelediği için daha sübjektiftir diğer işlerden/eylemlerden. Bu durum bazı sanatçılar söz konusu olduğunda tamamen sübjektif bir alana kayar. Caravaggio bunlardan biridir. Van Gogh bunlardan biridir. Yazımızın konuğu Caspar bunlardan biridir. Bu isimler sanatlarını icra ederken kendilerini inşa ederler. Kendileriyle beraber bütün dünyayı inşa ederler. İzleyicinin bu dünyadan nasiplerini alıp almamaları gibi bir dertleri yoktur. İzleyici diye bir dertleri yoktur. Daha açık yazayım. Sanat diye bir dertleri yoktur. Sanatla ilgili derdi olan dünyayla da işleri yoktur. O yüzden ne hayatları ne ölümleri normal olmamıştır. Hayatı ve ölümü normal olmayan adamların eserleri de normal olmayacaktır elbet.

Neyi anormaldir bu adamların diye sorulabilir? Veya sorulmaz. Bu soru saçma bulunabilir. Çünkü onların anormal olduğunu herkes söylemektedir. Söylemektedir ama bilmekte midir? Kim biliyor? Sanat tarihçileri mi? Bildikleri bir şey yok. Bildiğimiz bir şey yok. Bilmediğimiz şeyi de anlamıyoruz doğal olarak. Anlamadığı şey karşısında iki temel tavrı var insanın. Ya düşman oluyor ya dost. Düşman olanlar hiç ilgilenmiyor. Dost olanlarsa anlamaya çalışıyor. -Dost anlamayacaksa kim anlayacak diyerek bir arasöze vücut verelim sırası gelmişken-. Anlamaya çalışıyor ama anlamak mümkün mü? Sahiden soruyorum. Caspar David Friedrich'i anlamak mümkün mü? Hayatına bakarsanız belki. Ya resimlerine bakarsanız? Pek öyle gözükmüyor. Ne renk paleti üzerinden ne figürleri kullanma biçiminden... Çıkaracağınız şeyler var elbet. Zaten çıkarmış çıkaran. Ama hepsi uydurma(öznel yakıştırmalar). Hakiki olan ne bilmiyoruz. Nasıl bileceğiz ki? Karşımızda tuhaf bir adam var. Tuhaf yaşamış, tuhaf çalışmış ve tuhaf ölmüş bir adam.

Bir kere biz tuhaf mıyız? Onu anlayacak ve anlatacak kişiler olarak soruyorum. Caspar'a yaklaşıp onunla yakınlaşacak birisi tuhaf olmalı değil mi? Normal hatta formal bir adam onun dünyasına girebilir mi? Dünyası dediğim yer hayatı değil içi. İç dünyası. Oralara girebilir mi? İzin verilir mi? Oranın sonsuzluğunda yol alabilir mi? O sonsuzlukla boy ölçüşebilir mi? Zor. Hatta imkânsız. Açmaz ki Caspar dünyasını size. Onun seviyesi ve seciyesinde değilseniz açmaz kapılarını. Açmayınca ne olur? Sallarsınız işte. Yok çocukluğunda şöyle yaşamış yok böyle bir şey başına gelmiş. Onun travmasıyla şunu yapmış, bunu hiç atlatamamış ve bilinçaltı gezegeninden bir türlü çıkamamış vs. ( Frued olmasaydı zamanımızın duayen yorumcuları ne yapacaklardı diye merak ederim bazı...) Nerden biliyorsun arkadaş! Orda mıydın olaylar olurken? O olayların kendisindeki tesiri ve hislerinin içinde miydin? Sonra, onları hayatına nasıl kattı, olanları hayatında nasıl devam ettirdi biliyor musun? Hayır!

Nasıl ve nerden bileceksin? Mümkün mü bu? Muhal üzerine konuşma olmaz diye sevdiğim bir söz vardır. Bana kalırsa Caspar'ın resimleri üzerine yapılan okumalar muhal üzerine konuşmaktan farksız. Yapılması gereken şey, resimlerinin sizde uyandırdığı his ve düşüncelere odaklanmak. Ben de böyle yapacağım. Bendeki hissi aktaracağım ressamla ilgili. Özellikle de Sis bulutunun üstünde dolaşan gezgin le ilgili. Caspar David Friedrich... Bir romantik. -En azından dönemsel olarak. Anlamsal olarak neye karşılık geldiğini Allah bilir-. Nasıl bir romantik derseniz? Kendine özgü bir romantik. Ortak özellikleri olmakla birlikte her romantik kendine özgüdür diyebiliriz. Arnold Hauser'in tesbitiyle "Romantizm, genele hitaben yapılan sanat döneminin kapanarak bireyin bireye seslendiği dönemin kapılarının açılmasıdır". Romantikler kendilerinden önceki sanat anlayışı ve sanatçılardan farklı oldukları kadar birbirlerinden de farklıdırlar.

Hauser'e ekleme yaparak söylemek isterim ki, romantizmle beraber sanat, başkalarından çok kendine seslenme biçimine dönüşmüştür. Kendini fark edip fark ettirme biçimine dönüşmüştür. Bunu destekleyecek en güçlü dizeler Baudelaire'de diyebiliriz. Modern Hayatın Ressamı'nda şair şu dizeleri yazar. "Romantizm, sanatçının ne konu tercihinde, ne de gerçekliği birebir kopyalamasında yatar – romantizm sanatçının hissetme biçimindedir. Onlar romantizmi dışarıda aradı, oysa o ancak içeride bulunabilirdi". Yine Baudelaire'e göre romantizmin şahikası Delacroix'tir. Onun hakkında övgü dolu söylevinde şu satırlar yer alır. "... böyle bir cesarete ve böylesi bir tutkuya sahip bir adamın en ilginç mücadeleleri, kendisine karşı verdikleridir; savaşların önemli sayılması için ufkun geniş olması gerekmez; en ilginç devrimler ve olaylar kafatasının kubbesi altında, beynin dar ve gizemli laboratuvarında meydana gelir.

Bir Fransız olarak Delacroix'i tercih ettiğini düşünerek düşüncesine saygı duyuyorum( O kadar müthiş cümlelerin sahibine saygı duymamak ne saygısızlık olurdu). Ama, bana kalırsa romantizmin zirvesinde Caspar yer alır. Ve onun azametli eseri Sis Denizinin Üstündeki Gezgin. Baudelaire'nin Delacroix için söyledikleri Caspar için de geçerlidir ve bu sözler açığa kavuşturulduğunda sis bulutunun üstünde dolaşan gezginin hikâyesi anlaşılacaktır. Resimle ressam birdir çünkü. Bütün resimlerde söz konusu olan bu gerçeklik hiçbir tabloda bu kadar beliğ değildir. Caspar David Friedrich, içinde bulunduğu zamanın ve o zamanın içinden geçen kendinin fotoğrafını çekmiştir bize. Sade ve derin bir fotoğraf. Kılı kırk yaran bir ayrıntı yoktur resimde. Hieronymus Bosch'un Dünya Zevkler Bahçesi eserinde değilsiniz yani. Gözünüzü yoran bir kalabalık yok. Tek bir figür ve her şeyin o figürü ortaya çıkarmak için serferber olduğu bir hâl.

Bir o kadar da her şeye, her şeyin hükümranlığına teslim olmuş bir figür. Tam olarak insan. "İşte insan!" diyerek haykıracağınız bir figür var karşınızda. İnsan figürü ama mimetik değil, natüralist değil. Hatlara bakarsanız canlı, kanlı insan. Bütüne bakarsanız adeta bir soyutlama. Figürden non-figüre geçiş. Geçişli bir gerçeklik, katmanlı bir gerçek. Ressamın kendi gerçeği ve tüm kâinatın. Her şeyin tek bir resimde toplanıp evrene saçıldığı tuhaf bir durum. Çok azın çok fazlayı doğurduğu bir durum bu. Azın çok şeye karşılık geldiği bir durum. Her şeyin tek bir şeyde toplanması hâli. Tıpkı kesretteki vahdet, vahdetteki kesret gibi. -Batılılar bu resimden çıkardığım anlamları okusalar çok gülerlerdi muhtemelen-. Nerden çıkarıyorum bunları? Aslında kendimden. Ben de bir romantiğim. İlla bir akıma dâhil olsam romantizm olurdu ve Caspar bu akımı doruklarda yaşadı. Doruklarda yaşamanın ve oradan bakıp hissetmenin resmi olarak yaptı Sis Denizinin Üstündeki Gezgin'i. İnançlı bir adamdı. Her inanan gibi tuhaftı.

Baudelaire'nin dediği gibi dışarıdan çok içeride yaşadı. Dışından çok içine yöneldi. Dıştan beslenip içten resmetti. Başka türlüsü olamazdı. Melankolik havadan ziyade bilinçli bir durumdu bu. Çocukluğunda yaşadığı trajediler, Kuzey'in oğlu oluşu ve maneviyatın/metafizik derinliğin düşüşünü yaşamış olması, tavrı ve tarzında etkili oldu ama bunlar travmatik değil kemalât çerçevesinde neşvünema buldu. Gelişimine ve erilliğine katkı yaptı. Elini zayıflatan değil kuvvetlendiren etkilerde bulundu. Bu etkilerin izlerini resimlerinde sürmek mümkün. Sis Denizinin Üstündeki Gezgin'le ilgili birçok yorumda olduğu gibi yolunu kaybetmiş bir adam yok karşımızda. Duruşu bunu reddediyor her şeyden evvel. Duruşu ve kıyafetleri. Elindeki baston dâhil. Zümrüt yeşili ve döneminin frak modasına uygun bir ceket var üzerinde. Ancak kendinden emin ve ne yaptığını, nerede olduğunu bilen bir adamın giyebileceği bir kıyafet bu.

Duruşunda bir hakimiyet var figürün. Hâkimiyet ama neye? Tabiata mı? Aydınlanmayla beraber tabiata diş geçiren insanın hâkim olma arzusunu mu temsil ediyor bu hâkimiyet? Hayır! Bu hâkimiyet kendi kendine hâkimiyeti temsil ediyor. Haddini bilmenin hâkimiyeti. Teslim olmanın hâkimiyeti. Ama başı dik bir teslimiyet bu. Kendinin ve değerinin farkında bir teslimiyet. Tabiat karşısında kim olduğunun ve değerinin farkında bir teslimiyet. İnsan olmanın teslimiyeti/haysiyeti. Kendini ve her şeyi yaratanın karşısında yerini ve haddini bilmenin teslimiyeti. (Abartılı mı geldi? Yukarıda söylemiştim. Tamamen sübjektif şeyler yazacağımı ve resmin bende uyandırdığı hissi aktaracağım.) Romantikler bir idealin peşindedir... Daha güzel bir dünya idealinin... Daha güzel bir kendi idealinin. Bu yüzden kendileriyle uğraşırlar en çok. Kendini var etmek esastır ve resimlerinde açık olarak görülür bu.

Caspar'ın en güçlü varoluşu da bu resimdedir. İdeali gerçekleştirme utkusunun ete kemiğe bürünmüş hâlidir buradaki gezgin. Birçok sanat eleştirmeninin söylediğinin aksine karşımızdaki figür Caspar'ın kendisi değil idealidir. Caspar'ın içindeki Caspar'dır. Hayattayken dışarıya verdiği görüntü değil, içinde çoğalan, kimselere göster/e/mediği ve yalnızca resimlerine yansıyan, resimlerinde ipuçlarını bulabileceğiniz Caspar'dır. -Tâbiri caizse dünyayı satmış Caspar'dır-. Çağının deliliklerinden sıyrılarak kendi evrenini inşa etmiş ve orada hüküm süren Caspar'dır. Hükmü, bir dikte değil, içsel armoni olarak cereyan eden bir insandır bu. Bu yüzden Sis bulutunun üstündeki gezgin seviye olarak karşısındaki dağların üstünde değil, aşağıda bir yerdedir. Burada hâkim olma yarışı yerine hayretini gizli tutma ve onu yaşayarak aşikâr eyleme durumu vardır.

Resimdeki figür hayret makamında ve hayranlık sathındadır. Kendinin zirvesinde olmakla birlikte varlığın zirvesinde değil, ona eklemlenmenin aşkındadır. Bu yüzden uzak ufuklar, yüce dağlar, figürde kesişen diyagonal çizgiler, her yeri kaplayan sis ve resmin merkezinde bulunan insan birdir. Ve bizi baktığı yere değil içine davet etmektedir. Yüzünü görmüyor oluşumuz dışsal olanda oyalanmamamız içindir. İçindeki patlamalara bir davettir bu ve dışındaki ahenge bir açılım. İçten dışa, dıştan içe doğru gidip gelen ve her gidiş-gelişte evrilen bir seyr-ü sülüktür karşımızda olan. Resmin bende uyandırdığı his ve düşünceler saymakla bitmez ama bizim yerimiz biter. Bahusus, son bir tanıyı koyarak sahneden çekileyim. Bakıyyetü-s Salihin'den Uğur Derman Hoca'nın sıklıkla tekrarladığı bir söz vardır; "Her insan bir muammadır" der hazret. İnsanın kim olduğuna değil ne olduğuna dair bir cümledir bu. Bu resim de insanın ne'liği üzerine bir resim. Açık uçlu sorular gibi açık uçlu bir resim.

Öyle ki, ressamın acziyetinin dışavurumu aynı zamanda. Kendinde fetihlerin olduğu kadar kendini ve varlığı çözemeyişin boyayla vurulan kelimeleri. Hem sükûnet hem azamet ifade eden kelimeler bunlar. Ama muğlâk. İnsanın bir muamma oluşu gibi çözülmeye açık ve kesin bir cevabı yok. Cevap veren bir resim yerine soru soran bir resim var karşımızda. Soruları cevaplarından çok olan bir figür(ressam) var. O yüzden devamlı okuyan(tabiatı ve her şeyi) bir figür ve devamlı okunan(okunacak olan) bir resim karşımızdaki resim. Sanat bir yolculuk, bir yolda olma hâliyse eğer, Caspar David Friedrich yolculuğuna devam ediyor. Sis denizinin üstünden hâlâ yepyeni haberler veriyor.

  • Resim: Caspar David Friedrich, Sis Denizi Üzerindeki Gezgin, 1818.