Cisimlerin mukavemeti

Eğer taşradaki zeki gariban bir çocuk bir gün bu ülkeyi yönetebileceğine inanmazsa o ülkenin bir geleceğinden söz etmek mümkün değildir.
Eğer taşradaki zeki gariban bir çocuk bir gün bu ülkeyi yönetebileceğine inanmazsa o ülkenin bir geleceğinden söz etmek mümkün değildir.

Zekâ ve kabiliyete kişilik kazandırma, adil şartlar altında yürüyeceği bir geleceğin olduğuna gençleri ikna etmekdir esas olan. Siyasi birer mevzi hâline gelen akademi kürsüleri, formalitenin tatbiki olmuş liseler ve iyi eğitimin çok para ile olan ilişkisi Türkiye'nin ayağındaki en somut prangalardır.

1931 yılıdır. Yüksek Mühendis Mektebi'ne giriş sınavı için gençler toplanmış vaktin tamam olmasını beklemektedirler. Sırada taşralı bir delikanlı dikkat çeker. İstanbullu gençler ona bakıp aralarında gülümserler. Birisi delikanlıya yaklaşarak; "Buraya girmek her yiğidin harcı değil hemşerim." der. Belli ki kılık kıyafetini, mahcup duruşunu Yüksek Mühendis Mektebi'ne yakıştıramamıştır. Delikanlı Adana şivesiyle cevap verir; "Bir deneyek, bakak…" İstanbul Teknik Üniversitesi'nin efsanevi hocası Mustafa İnan'ın büyük bir bilim adamı olma serüveni işte böyle başlar.

Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı'nda anlattığı olağanüstü bir hayat hikâyesi vardır İnan'ın. Rahmetli olduğu 1967 yılına kadar sayısız öğrenci yetiştirmiş, bu öğrencilerden kimi başbakan olmuş kimi önemli mühendisler hâline gelmiş kimi de kendisi gibi hocalık yapmıştır. Hâlen özellikle inşaat mühendislerinin ellerinin altındadır hocanın Cisimlerin Mukavemeti kitabı. Niyetim Mustafa İnan'ı anlatmak değil. Adını taşıyan kütüphanede nice saatlerim geçti.

Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı'nda anlattığı olağanüstü bir hayat hikâyesi vardır İnan'ın.
Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı'nda anlattığı olağanüstü bir hayat hikâyesi vardır İnan'ın.

Ve bu kütüphaneye her girişimde bir şeyi düşündüm; Adanalı gariban bir çocuğun akademinin zirvesine çıkmasının mümkün olduğu bir düzlem hâlen mevcut mu? Eski Türkiye, olumsuz çağrışımlarla süslü bir tamlamama. Bu da gayet doğal. Bu olumsuz çağırışımın içini doldurabilecek düzinelerce doneden bahsedebiliriz. Fakat bahsedemeyeceğimiz bir şey varsa o da eğitim meselesidir. Alfabenin bütün harflerinden kısaltmalar denediğimiz sınavlar, takip etmek için düzenli resmî gazete okumanız gereken değişiklikler, paranın zekâ ve kabiliyete her anında galebe çaldığı bir düzen…

Ve hepsinden daha mühimi âdil olmayan bir kaos sistemi var elimizde. Eğer taşradaki zeki gariban bir çocuk bir gün bu ülkeyi yönetebileceğine inanmazsa o ülkenin bir geleceğinden söz etmek mümkün değildir. Zekâ ve kabiliyet, çalışma ve azim; eğitimdeki tek geçer akçe olmazsa eğer akçesini veren diplomasını alır.

Sınavlarımızın seçiciliği tartışmalı. O sınavın sonucuna göre gidilecek okulun düzeyi tartışmalı. Diplomaların standart bir zorluk süreci ve tekamülün sonucu olması tartışmalı.

Mesela bu ülkenin köklü şehir liseleri ne durumda? Konya Lisesi, Denizli Lisesi, Afyon Lisesi... Sahibi olan zenginlerin soy adını alan saçma sapan özel okulların, öğrencilerin öğretmelerin patronu olduğu bu garip kurumların pıtrak gibi çoğaldığı düzende esameleri okunuyor mu? Eğitime adam devşirme sahası olarak bakan bazı cemaatlerin okullarından sağlıklı bir nesil çıkacağına gerçekten inanıyor muyuz? Bunun bedelini çok ağır ödemedik mi? Ders kitaplarının ücretsiz verilmesi, özellikle Kredi Yurtlar Kurumu'na bağlı yurtların kapasite ve kalite artırımı, öğrenci burs ve kredilerinin gerçekçi düzeylere gelmesi gibi olumlu gelişmeleri elbette görmezden gelmiyorum. Fakat sorunumuz daha temelde. Sınavlarımızın seçiciliği tartışmalı. O sınavın sonucuna göre gidilecek okulun düzeyi tartışmalı. Diplomaların standart bir zorluk süreci ve tekamülün sonucu olması tartışmalı. Mezuniyetin verdiği ehliyetler tartışmalı. Örneğin X üniversitesinin verdiği mühendislik diploması ile Y üniversitesinin verdiği diploma aynı ruhsata sahip fakat diploma sahiplerinin yetkinliği kabul edilemez derecede birbirinden uzak. Bir vasattan söz etmek mümkün değil. Elbette üniversiteler arası bir kalite farkı olacak. Fakat bu fark pratikte birini gerçek diğerini ise sahte yapacak derecede olamaz.

***

  • Çankırı'nın Kurşunlu İlçesi'nin Şabanözü köyündeki parlak zekâyı elinden tutup yükseltecek bir milli mekanizma yoksa eğer adına gelecek dediğimiz bir cenazenin başında ancak yas tutarız.

O çocukların ellerinden de hiç istemediğimiz birileri tutar. Bu mekanizma fiziksel ve maddi şartları sağlamanın ötesinde, bir güven ve inanç meselesidir. Zekâ ve kabiliyete kişilik kazandırma, adil şartlar altında yürüyeceği bir geleceğin olduğuna gençleri ikna etmekdir esas olan. Siyasi birer mevzi hâline gelen akademi kürsüleri, formalitenin tatbiki olmuş liseler ve iyi eğitimin çok para ile olan ilişkisi Türkiye'nin ayağındaki en somut prangalardır.

Bu toprağın çocuklarına sadece vatanları için canlarını vermeleri gerektiği zaman değil, geleceğe dair hayal kurdukları o ilk andan itibaren güvenmek zorundayız. Ve güvendirmek mecburiyetindeyiz; parası ve çevresi olanın değil kabiliyeti ve azmi olanın kuvvetli olduğuna. Mustafa İnan'ın dediği gibi "Çünkü bazılarına göre 'kuvvet' para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür."