Çobana bakan sürü göğe bakan çoban

Efendimize doğayı bütün ihtişamıyla temaşa etme fırsatı ve tefekkür kabiliyetini çobanlık kazandırmıştır.
Efendimize doğayı bütün ihtişamıyla temaşa etme fırsatı ve tefekkür kabiliyetini çobanlık kazandırmıştır.

Efendimizin "Koyun gütmeyen peygamber var mı ki!" sözünden anlıyoruz ki çobanlık, peygamberlik için aşılması gereken bir merhale, gidilmesi gereken bir okul. Bir elmas yontucusunun elinde işlenen mücevher gibi peygamberlerin ruhları o meslekte nakış nakış dokunarak kemale erdirilmiştir. Mekke'deki yetim çocuk da amca evine gelir gelmez kendinden önceki bütün peygamberlerin mezun olduğu okula yazılmıştı. Sekiz yaşında Mekke'nin koyun ve keçilerini güdüyordu. Nübüvvet öncesi hayatının hemen her aşamasında gördüğümüz gizli ve nurlu bir el onu tam zamanında, tam da olması gereken yere sevk etmişti.

  • "Allah, hiçbir nebi göndermemiştir ki koyun gütmemiş olsun." (Buhari)

Sürüyü doğru istikamete götürmenin tek yolunun göğe bakmak olduğunu bilen adama "çoban" derler. Sürü çobana bakar çoban göğe; çünkü sürünün aradığı şey çobanda çobanın aradığı şey göktedir. Kitlenin insan ve hayvan üzerinde söz konusu ortak işlevleri dolayısıyla peygamberler, koyun güderek insan yönetmenin esrarını keşfetmişlerdir.

Elinden iş gelmeyen birine "iki koyun güdemez" denmesi boşuna değil. Koyun güdemeyen, insan yönetemez. Ayrıca koyun gütmek toplumun en alt kademesindeki insanların mesleği olduğu için Peygamberimiz'e bütün toplumu tırnağından tepesine kadar ne hissettiğini, nasıl yaşadığını bilme fırsatı vermiştir. İlginçtir, çobanlık bir metafor olarak, bu kez her birimizi içine alacak sorumluluk şekilde bir hadisin konusudur:

"Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur." (Buhari)

Herkes bir şekilde hem sürü hem çobansa insanı tanımanın en iyi yolu hayata çoban olarak başlamaktır. İşin bir de âhlakî korunmuşluk boyutu var tabii. Efendimiz, gelişim çağının en verimli olduğu zamanlarını şehirde üretilen kirlilikten, özellikle İslam'dan hemen önce Mekke'nin pis atmosferinden uzak kalmıştır çobanlık yaparak. Koyun gütmek, yetim çocuğun fıtratında var olan tevazu, sabır ve hilm gibi güzel vasıfların gelişmesini sağlamıştır. Bu korunma ve olgunlaşma, yalnızlık korkusunu yenme açısından da risâlet mesuliyetine büyük katkı sağlamıştır.

Herkes bir şekilde hem sürü hem çobansa insanı tanımanın en iyi yolu hayata çoban olarak başlamaktır. İşin bir de âhlakî korunmuşluk boyutu var tabii.

Daha sonraları müminleri arasında tarih boyu emsali görülmemiş bir kolektif ruh ve zihinsel birliğin psikolojik yasalarını bu mesleğin icrası esnasında üstelik son derece doğal bir yolla edinmiştir. "Edinmiştir" diyorum çünkü bu esaslar bir bilgi aktarımıyla gerçekleşmedi. Tecrübi olarak kazandı Efendimiz o meziyeti. Bundan dolayı da karakterinin şekillendiği hayatın en önemli safhasında tabiatının bir parçası hâlini aldı.

Le Bon Kitleler Piskolojisi eserinin girişinde "Dünyanın efendileri dinlerin yada imparatorlukların kurucuları, farkında olmadan daima kitlelerin ruhu hakkında içgüdüsel ve çoğu zaman şaşmaz bir bilgiye sahip psikologlar oldular" diyor. Çünkü sistematik bilgi yığınının literal aktarımı neticesinde "öğrenerek" elde edilmiş bir özellik değildir bu, olamaz. Malum, toplumun sürü mahiyeti taşımamak bakımından ilk akla gelen zümresi çobanlardır. Çobanlar sosyal hayatın dışında oldukları için fıtratlarını korumayı başarırlar. Zihinleri telkine açık değildir. Manipülasyona uygun kitlesel yönlendirmelere maruz kalmazlar. Bu da onları hem özgün hem özgür kılar. Her türlü sosyal bağın dışında kalmak, eşya ve hadiselere kimsenin bakmadığı yerden bakma melekesi kazandırır. Karakterinin şekillendiği dönemlerini yalnız geçirmeyi başarmış bir insanın, hayatın hiçbir döneminde yalnızlıkla imtihanı olmaz.

Efendimiz, gelişim çağının en verimli olduğu zamanlarını şehirde üretilen kirlilikten, özellikle İslam'dan hemen önce Mekke'nin pis atmosferinden uzak kalmıştır çobanlık yaparak.
Efendimiz, gelişim çağının en verimli olduğu zamanlarını şehirde üretilen kirlilikten, özellikle İslam'dan hemen önce Mekke'nin pis atmosferinden uzak kalmıştır çobanlık yaparak.

Çoğu zaman insanı hataya sevk eden yalnızlık korkusu onlar için bir tehdit olmaktan çıkar. Öyle ya, insanın yalnızlık korkusuyla kitleye dâhil olduğunu, özgün özelliklerini bu korku vesilesiyle yitirdiğini biliyoruz. Efendimiz böylelikle herkesin sukut-i hayale uğradığı davetin ilk yıllarında, en ufak bir endişe belirtisi göstermeden inandığı yolda dosdoğru kalmayı başarmıştır. Denebilir ki Efendimize doğayı bütün ihtişamıyla temaşa etme fırsatı ve tefekkür kabiliyetini çobanlık kazandırmıştır. Varlık hiyerarşisinde kendisinden daha aşağıda olan canlılarla iştigal, kendi varlığının temeyyüz etmesine ve ibret nazarını kendisine çevirmesine sebep olmuştur. İnsan hemcinsleri içinde kendi varlığının ayırdına eremez. Bir şey ancak zıddıyla kaim olursa tebellür eder, hayvanların içinde insan olma farklarını idrak eder ve kâinatı izlediği gibi kendisindeki harikalığa da nazar etmesine vesile olur.

"Şu kararmış olanları toplayın"

Efendimiz aleyhisselam bir yolculukta arkadaşlarının kebas denilen bir yemişi topladıklarını görünce "kararmış olanlarını toplayın. Onlar daha iyidir" buyurur. O yemişin ancak dağlarda koyun otlatan biri tarafından bilinebileceğini düşünerek şaşıran sahabeler, "Ey Allah'ın Resulü! Siz koyun mu güttünüz?" diye sorarlar. Cevaben Efendimiz "Evet, koyun gütmeyen bir peygamber var mı ki!?" der. Sahabelerin şaşkınlığı bize başka bir şey öğretiyor: Nasıl olur da Haşimoğulları gibi asil bir ailenin bir ferdi koyun güder? Sanayi öncesi toplumlarda hayvan beslemek en önemli geçim kaynağıydı. Genelde koyun gütme işi evin küçük çocuklarına teslim edilirdi. Fakat Mekke, Kuran'ın da beyanıyla "ziraata elverişli olmayan" (İbrahim, 37) bir yerdi.

"Ey Allah'ın Resulü! Siz koyun mu güttünüz?" diye sorarlar. Cevaben Efendimiz "Evet, koyun gütmeyen bir peygamber var mı ki!?" der.

Mekke'de en gözde meslek ticaretti. Çobanlık çoğunlukla kölelerin ya da toplumun en alt kesimine mensup zayıf ailelerin yaptığı bir işti. Hatta deve çobanları ile koyun çobanları arasında bile bir ayrım yapılır; deve çobanları daha üst bir statü olarak görülürdü.

Çölde kurulan okul: Çobanlık

Aslında koyun gütmekle insan yönetmek arasında çok fark yok. Ünlü sosyal psikolog Wilfred Trotter; "insan bir sürü hayvanıdır" diyor. Belli bir sayının üstüne çıktığında insan kendisini hayvandan ayıran bütün özelliklerinden soyutlanıyor. Kuran "Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir." (En'âm, 38) buyuruyor. Bu ayetin geçtiği bağlam ve sure çok manidar; En'âm suresi. En'âm kelime anlamıyla "davar" demek. Ayette geçen "sizin gibi" ifadesi bu hakikati ifade ediyor. Topluluk belki birçok açıdan insanla hayvanın eşitlendiği yerdir. Efendimizin "Koyun gütmeyen peygamber var mı ki!" sözünden anlıyoruz ki çobanlık, peygamberlik için aşılması gereken bir merhale, gidilmesi gereken bir okul.

Hudeybiye'de sürüsünü ölümden ve yenilgiden kurtaran çoban, sonrasında bizi de "dünyaya yenilmekten" kurtarmıştır. Onun baktığı gökten yere inen bir "harita" ile yolunu arayan sürü, yeteri kadar dikkatli bakacak olursa "işaretler"in orada, bir çobanın dünyaya karşı duruşunda olduğunu fark edecektir.

Bir elmas yontucusunun elinde işlenen mücevher gibi ruhları o meslekte nakış nakış dokunarak kemale erdirilmiştir. Mekke'deki yetim çocuk da amca evine gelir gelmez kendinden önceki bütün peygamberlerin mezun olduğu okula yazılmıştı. Sekiz yaşında Mekke'nin koyun ve keçilerini güdüyordu. Nübüvvet öncesi hayatının hemen her aşamasında gördüğümüz gizli ve nurlu bir el onu tam zamanında, tam da olması gereken yere sevk etmişti. Hem zor günler geçiren Ebu Talip'in evinin bütçesine katkıda bulunacak hem de ileride tekellüf edeceği vazifelerin temrinini yapma fırsatı bulacaktı.

Koyunu güdebilirsen dünyayı avucunun içine alırsın

Çobanlık ve kitle yönetimi arasında sarsılmaz bir bağ olduğunu tekrara lüzum yok. Fakat biz "kitle yönetimi" meselesinin dört sütununu hatırlayalım yine de. Birincisi şudur: "Kitle akıl yürütmez, eylem üretir." Le Boon bu noktada diyor ki "Kitlenin davranışları beyinden ziyade omuriliğin etkisi altındadır." İnsan kitle içinde ilkelleşir. Zaten doğal varlığın ihtiyaçlarıdır bireyi kitle olmaya iten. Yaşamın devamı için yeme, içme ve üreme gibi doğal gereksinimler... Kitleyi oluşturan fertlerin eğitim ve kültür seviyesi hangi düzeyde olursa olsun, kitle içinde eşitlenir. Bir şair veya akademisyenle bir kaportacı arasında eğitim ve zekâ farkı ne düzeyde olursa olsun, kişilik ve karakter bakımından birbirlerinden çok farklı olamazlar. Kitle içinde insanın düşünme kabiliyetinin azalmasına mukabil hayvan kitle/sürü içinde daha üst seviyeye yükselir. Amerikalı davranış bilimci ünlü psikolog John Watson, hayvanların davranışlarında karmaşıklık ve değişen şartlara uyum sağlama kabiliyeti gibi bir dizi bilinç belirtisi taşıyan özellikler barındırdığını saptamıştır.

Kuran "Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir." (En'âm, 38)

Keza Cambridge Üniversitesi'nden psikolog Nicholas Humphrey imzasıyla yayımlanan "Zekânın Toplumsal İşlevi" başlıklı tez, hayvan zekâsının kendi toplumsal yaşamı(sürü) içinde daha üst seviyeye çıktığını ileri sürüyor. İkincisi şudur: "Kitlenin de hayvanlar gibi dili yoktur; davranışlarıyla konuşur." Kitle davranışları gerçeği gizlemez. Taleplerini ve korkularını hem çok açık hem de süratle ortaya koyar. Oysa dil düşünceyi çarpıtır, gerçeği gizler. İnsanın arzuları başta olmak üzere, özünde taşıdığı gerçekliği yansıtmada davranışın yeri eşsizdir. Özünde taşıdığı bu şeyler dışarıya taşmaya başladığında, dil ve bilincin çarpıtmasına maruz kalır. Burada elbette davranışların olduğu gibi özü yansıttığını iddia etmiyoruz. Ne var ki davranışlar gerçeği maskelemede dil kadar becerikli değildir. Wittgenstein'ın dil oyunu dediği şeydir bu. Dil ve bilinç insan yavrusunun psiko-sosyal gelişimiyle beraber seyreder. Dil içinde devindiği kültür ortamının taşıyıcısıdır.

Dolayısıyla bir çocuk dili öğrenirken kültürü de edinir. En doğal hâlini davranışları ele verir. İnsanın hayvanla ortak mahiyet arz ettiği ikinci yerdir burası. İnsan dille/bilinçle hayvandan ayrılır. Kitle içinde dil/bilinçten soyutlanarak en doğal hâline döner. Kitlenin yaşı hep küçüktür ve adeta hayvanlar büyümeyen çocuklardır. Her ikisi de davranışlarıyla dile gelirler. Üçüncüsü şudur: "Kitle-lider ilişkisi hayvan- insan ilişkisi gibi çift taraflı ve aktiftir." Sen hayvanı beslersin, hayvan da seni. Lider kitleyi yönetir, kitle de lideri belirler. Siyaset dediğimiz şey özünde hayvan-insan ilişkisi değil midir? Seyis ile at arasındaki antagonizmayı yönetmek...

Çoğu zaman insanı hataya sevk eden yalnızlık korkusu onlar için bir tehdit olmaktan çıkar.
Çoğu zaman insanı hataya sevk eden yalnızlık korkusu onlar için bir tehdit olmaktan çıkar.

Bir çoban dışarıdan bakıldığında tek parça görülen sürüyü çok iyi tanır. Koyunlar arasındaki ilişkiyi ve hangi şartlarda neler isteyeceklerini bilir. Hangi koyunun diğerlerine etkili olduğunu, sürüyü sevk etmek istediğinde nasıl davranacağını, içlerinden hangisini öncelikli olarak harekete geçirmesi gerekeceğini bilmesi gerekir.

Kolektif psikolojiyi yorumlama ve yönlendirmenin en iyi öğrenildiği meslektir çobanlık. Dördüncüsü ise şudur: "Kitlenin birey üzerindeki en belirgin tesiri taklittir." Kitle bireyi, çevresinden çok farklı olamaz. Ve evet, çevresini taklit ettiğinin farkında da olmaz. Sirayet yoluyla dönüşür. Bir kitle insanı, içinde bulunduğu kitlenin tamamını yansıtır. "Ben" kitle içinde erir. Benin sınırları aşınır, kendine ait olan ile olmayan arasındaki geçişler kitle içinde o kadar hızlı hareket eder ki kendisine ait olan yerin nerede başladığı bilinmez olur. Bu konu da eğitim zekâ farklılığı eşitlenir. Bir sanat eseri ya da bir düşünceyi hangi dönemde ve hangi sosyal şartlarda üretildiğini tespit etmek çok kolaydır.

  • Romantizm, doğalcılık, gizemcilik gibi tesmiye edilmiş sanat ve düşünce akımları hep aynı dönemde ve aynı sosyal şartlar altında ekolleşmiştir. Ve sahasının dâhileri bile bu sirayetten kurtulmayı başaramamış, o çemberin kırıp dışarıdan bakmayı akledememişlerdir.

Aynı durum hayvanlarda da gözlemlenir. Hemcinslerinden ayrı bir sürü içinde yaşayan hayvanların kısa zaman sonra içinde bulundukları sürünün nasıl ferdi oldukları görülmüştür. Üstelik anatomik özellikleri birbirlerinden çok farklı olmasına rağmen psikolojik olarak içinde doğduğu hayvan gibi hissedip davrandığı tespit edilmiştir. Ünlü etoloji uzmanı Donalt Griffin "hayvan içinde bulunduğu sürüye aittir, bir fare uzun süre fillerle yaşarsa artık o bir fildir diyor." Bu durum bitkilerde bile böyledir. Bir elma ağacını üzüm bağının ortasına diktiğinizde zamanla tabiatının bozulup çevresindeki ağaçların şeklini aldığı görülüyor.

Yol nereden gider?

Efendimiz çobanlıkla uzun yıllar irşat ve siyaset yapacağı bölgeyi tanıma fırsatı bulmuştur. Bölgenin krokisini çok iyi bilmesinin sonraki dönemlerde çok faydası olmuştur. Hudeybiye Seferi'nde ordusunu kimsenin bilmediği bir yoldan yürüterek Mekkelilerin Halit b. Velid komutasında yola kurduğu pusudan kurtarmıştır. Keza askeri seferlerde kimsenin bilmediği yolları kullanarak düşmana aniden baskın yaptığı; seriyyelerde mutat yolların dışındaki dağ patikalarını çok iyi bildiğine bütün sahabe şahit olmuş, hatta çok defa şaşkınlıklarını gizlememişlerdir. Küdür bölgesine düzenlenen Beni Süleym Gazvesi bunlardan biridir. Denebilir ki bir peygamberden beklediğimiz "yol gösterme" meselesi, söz konusu Efendimiz olduğunda fiziki olarak da gerçekleştirmiştir kendini.

Hudeybiye'de sürüsünü ölümden ve yenilgiden kurtaran çoban, sonrasında bizi de "dünyaya yenilmekten" kurtarmıştır. Onun baktığı gökten yere inen bir "harita" ile yolunu arayan sürü, yeteri kadar dikkatli bakacak olursa "işaretler"in orada, bir çobanın dünyaya karşı duruşunda olduğunu fark edecektir.