Çokluk müsabakası: Çok daima daha çok olanı celbeder

Gazzâlî her insanda bir meyletme yetisinin mevcut olduğunu, muhabbetin de meylin kavîleşmesiyle meydana geldiğini ifade eder.
Gazzâlî her insanda bir meyletme yetisinin mevcut olduğunu, muhabbetin de meylin kavîleşmesiyle meydana geldiğini ifade eder.

Gazzâlî, insanın "bir olan yegâne varlığa" yöneldiği zaman âlemde çok gördüğü her şeyin azaldığını, bakışının Bir'e tebdil olduğunu ve ulaşılan bu bilgide, kişide sadece tevhidin manasının mevcut olduğunu ifade eder.

Tüm dünyayı etkisiyle hapseden ve yıllarca da sürebilmesi muhtemel olan salgın bir hastalıktan daha tesirli bir olgu var karşımızda. Üstelik ne zaman etkisi altına girdiğimizi fark etmediğimiz ve dert de etmediğimiz için devasını hiç aramadığımız bir hastalık bu. Ancak sokaklarda, yakın ve uzak bakışlarda, düşünülerek ya da düşünülmeden sarf edilmiş cümlelerde ve aynada, bir "çokluk müsabakası" var. Bir başkasının ne yaşadığını hiç bilemeyecek olmamıza rağmen bu müsabakada "En çok dert bende" cümleleri havada çarpışıyor. Tıpkı, birer vazife olmasına rağmen, ailevi ve mesleki meşguliyetlerimizde "en yoğun benim" yarışına kuşanılması ya da maddi ve manevi taleplerimize en layık olanın daima kendimiz olduğunu düşünmemiz gibi… Hâlbuki insan bu müsabakaya dâhil olduğundan beri bir kazananı olmamış ve de olmayacak görünüyor. Çünkü vakitsizlik zannı vakitsizliği getiriyor, talepler talepleri ve onlara bitişik memnuniyetsizlikleri getiriyor. Dertler dertlerle yarıştığında maksuduna hiçbir zaman ulaşamıyor, çoğalıyor da çoğalıyor. Çok, daima daha çok olanı celbediyor. Peki, çokluğun mahalli nedir?

Ebu Hâmid el-Gazzâlî, bu soruya insanın cevheri (özü) diyecektir. Yani çok olarak gördüklerimiz, onlara çokluk nispet eden bir "ben" vasıtasıyla meydana gelmektedir. Gazzâlî, insanın vehimlerine varlık atfettiğinde "çokluk" (kesret) varsaydığını ve bunun neticesinde de bedbaht olduğunu ileri sürer. Bir diğer yandan ise, insanın "bir olan yegâne varlığa" yöneldiği zaman âlemde çok gördüğü her şeyin azaldığını, bakışının Bir'e tebdil olduğunu ve ulaşılan bu bilgide, kişide sadece tevhidin manasının mevcut olduğunu ifade eder. Gazzâlî'ye göre "bir olan"ın hakikati bu mertebede kişiyi merhale merhale öyle bir bilgiye muttali eder ki, muhatap olunan gerçeklik karşısında "ben" denebilecek bir ferdiyet dâhi kalmaz ve sadece Bir bilinir. Bu tevhid bilgisine muhatap olduktan sonra âleme dönüp bakıldığında ise, kişinin lisanında hayrete şâyan şu cümle belirir: "Bu âlemden daha mükemmel bir âlem mümkün değildir."

SEVEN SEVDİĞİNİN Fİİ LLERİNDE SADECE MÜKEMMELLİK BULUR

Çokluğun görülmediği ancak Bir olanın görüldüğü bu bakış aynı zamanda kişide muhabbetin mevcudiyetinin bir neticesidir. Gazzâlî Bir'in bilinmesinin merhale merhale gerçekleşen bir muhabbet tâlimi olduğunu vurgulayarak, tevhidin bizâtihi muhabbet kavramı ile irtibatına dikkat çekmektedir. Sevgi, aşk ve muhabbet modern dünyada her ne kadar duyu bilgimize hitap eden kavramlar olmaya itilmeye [hatta alçaltılmaya] çalışılsa da, tasavvuf geleneğinde bu bağlam zannedilenin aksine meçhul bırakılmamış ve birçok mutasavvıf tarafından da müstakil olarak muhabbet bağlamına yer verilmiştir. Sistematik ve sarih bir şekilde ele alanların başında ise Gazzâlî gelmektedir. Gazzâlî her insanda bir meyletme yetisinin mevcut olduğunu, muhabbetin de meylin kavîleşmesiyle meydana geldiğini ifade eder.

Muhabbetin muhatabı farklılık gösterebileceği gibi, kemâl ve hakiki olan ise Allah'a muhabbettir. Mahlûka muhabbet Allah'a muhabbetin ancak bir cüz‘ü olarak telakki edilmiştir. Hakiki muhabbet, O'nu sevmenin mahlûkata meyletmeye galip olmasıyla meydana gelmektedir. Bu muhabbet hasıl olduğunda ise âlem, âşığa sadece mâşukunun fiili olarak görünmeye başlar. Dolayısıyla da bu âlemde süregelen ve "kötülük" atfedebileceğimiz tüm vâkıaların mevcudiyetine rağmen bir kimsenin âlemi mükemmel olarak görmesi, Allah'a muhabbetin iktiza ettiği bir neticedir. Çünkü Gazzâlî'ye göre muhabbet aynı zamanda kişiyi O'nun fiillerinden razı olmaya sevk etmektedir. Nitekim muhabbet mâşuktan gelebilecek her türlü fiile tahammül etmeyi değil, onun fiillerinden razı olmayı gerektirir ve "Bu alemden daha mükemmel bir âlem mümkün değildir" cümlesi de bu sebeple âşıkta muhabbetin hâsıl olduğunun bir emaresidir.

Dolayısıyla insanın vehimlerine varlık atfetmesiyle çokluğa yöneldiğinde dâhil olduğu bu "çokluk müsabakası"nın, kendisini türlü türlü hüzünlere gark ettiği su götürmez bir gerçek olsa da; Gazzâlî'nin de ifade ettiği üzere, kişinin Bir olan varlığa yöneldiğinde "âlemin mükemmelliği"nden bahsederek neyi gördüğü ve neleri görmediği ise bir o kadar hayreti celbedicidir. Muttali olunan bu tevhid bakışının muhabbet ile doğrudan irtibatlı olması ve tevhidin müstakil olarak bir muhabbet tâlimi olarak ele alınması, insanlığa sunulan bir deva olması hasebiyle büyük bir önemi hâizdir. Çünkü günümüzde insanın yaratıcısı ile son derece mesafeli ve soğuk bir irtibat kurabileceğine inandırılması, nasıl öğrenildiği bilinmeyen ancak bir şekilde kalplere yerleşmiş bir galat-ı meşhur olarak durmaktadır.