Dağılmışlar için bir sözlük VIII

Yeraltına iner soluksuz kalırız, açık denizlere açılıp nefessiz kalırız, mağaralara girer taştan kapağı kımıldatacak iyilikler arar dururuz.
Yeraltına iner soluksuz kalırız, açık denizlere açılıp nefessiz kalırız, mağaralara girer taştan kapağı kımıldatacak iyilikler arar dururuz.

Yaşamak ne kadar güzelmiş diyoruz, ölümün ket vuramayacağı, çelme takamayacağı kadar güzel. Bu an, şurada, şimdi bitemeyecek kadar güzel. Bu kadar güzelse yaşam, demek ki bitmeyecek, beden ölse bile bilinç ölmeyecek.

Lütuf İs. Ele avuca sığmayan düşünceleri bir sıra hâlinde kendine çeken, nimetler ile sıkıştırılmış mıknatıs.

Mecnun olduğumuzu iddia edip bir araya geldik sevgilimiz. İşte Mecnun gibi Mecnun olduk dedik, yan yana oturduk. Henüz kendi benliğimizi tanımamışız, kalbimizin zulme olan mesafesini ölçmemişiz, iki ucu bir arada yaşamamışız, zorlu yolculuklardan geçmemişiz. Dilimize almışız Leyla'yı evirip çevirmişiz. Leyla basmağı, Leyla durağı, Leyladan geçme faslı derken pek çok Leyla telef olmuş bu yolda. Leyla'ya yüklediğimiz rolü, onun benliğinde açtığımız yarayı sorgulamamışız. Kusursuzsun denilen her Leyla bu rolün altından kalkmaya çalışırken kırılıp dökülmüş. Leyla'nın kusurlu olduğunu keşfettiğimizde kendi acizliğimizle de tanışmış olsaydık, kendimizde olmayan şeylerle de yüzleşebilirdik. Lakin Mevla'ya giden yolda her basamağa ayrı bir Leyla yerleştirmeye çalışmışız biz, "O, sen değilsin" tokadı ile pek çok Leyla'yı merdivenlerden aşağıya yuvarlayıvermişiz. Sonra olan olmuş. İncitilmiş pek çok Leyla, bu incinmeyle ve düşüşle bizden önce yanına ulaşıvermiş, sevgilimiz.

Nakış is. Yapraklar düşerken bir kul koşusu, bahçelerde biten ayak izi.

Sevgilimiz, kanat kuşa dâhil, koku güle dâhil, arayış bize dâhil. Hepimiz hakikati arıyoruz, çoğu kez hakikatin uzağında. Yazarak, konuşarak, slogan atarak, siyaset yaparak, kavga ederek. Sonra hastalanıyoruz. Kımıldayamaz hâle geliyoruz, ölümün kıyısına yaklaşıyoruz. Bu kez etimizle, soluğumuzla, dişimizle, tırnağımızla, var olma arzumuzla hakikati arıyoruz. Yaşamak ne kadar güzelmiş diyoruz, ölümün ket vuramayacağı, çelme takamayacağı kadar güzel. Bu an, şurada, şimdi bitemeyecek kadar güzel. Bu kadar güzelse yaşam, demek ki bitmeyecek, beden ölse bile bilinç ölmeyecek. Bıraktığımız eserde veya gittiğimiz yerde bir nakış gibi bizimle. Ölüm korkunç olmaktan çıkıyor böylece. Lakin ölümün korkunç olmaması da insanı korkutuyor bazen. Şahitsiz ölüyoruz çünkü. Şahidi olmayanın şahidi kuşku değil midir? Ölümümüze kendimizden başka şahit yok. Güzel ölüş, güzel yemiş verir demiş atalarımız. En güzel ölüşten en güzel yemişten bile korkuyoruz bazen.

Ah ünl. Kendisi ile birlikte yolculuk eden kişinin yolculuğa kendisini dâhil etmek istemediğinde göğsünde kabaran ağlamaklı hırıltı.

Çocuk mırıldanıyor, çiçekler kokuyor, ağaçlar hışırdıyor, tabiat bir şeyler anlatıyor. Onlara hak veririz. Tüm bunların kendince söylediği bir şeyler var elbette deriz. Arıların çiçeğe konarken çıkardığı hışırtıdan, bir mevsimin diğer bir mevsimin ruhundan çekip çıkardığı yaseminlerden, sedir ağaçlarının kerevet gibi kalbimizin üzerine kuruluşundan bahsederiz. Sonra başka bir çocuk uzak bir coğrafyadan kalkıp gelir ve zeytin ağacının buldozerlerle nasıl söküldüğünü, evlerinin nasıl ateşe verildiğini, bahçesi olanların nasıl öldürülüp ağaçlarına el konulduğunu anlatır. Toparlanırız, sevgilimiz. Elimiz çiçekten şiire doğru kayar, şiir kelimeden ah'a kayar, yakılan zeytin ağaçları burnumuzun direğini sızlatır. Ağaç gölgeleri kaçışırlar. Bir ağaç gölgesi telaşından başka bir şeyi olmayanlara, bir ağaç gölgesi bile çok görülür.

Kalp is. Surların çatladığı yerde her şeye rağmen iki gözü iki çeşme bir merhaba.

Düşeriz, her doğruluşumuzda başka bir şey gelip çarpar omuzlarımıza ve yeniden düşeriz. Sürekli aynı noktaya döneriz. Kalkmak için asıldığımız ne varsa üzerimize devrilir. Yaşlandıkça zorlaşır. Okudukça zorlaşır ve öğrendikçe zorlaşır. Yeraltına iner soluksuz kalırız, açık denizlere açılıp nefessiz kalırız, mağaralara girer taştan kapağı kımıldatacak iyilikler arar dururuz. Bileklerimizi bu dünyaya şahitliğimiz kırıyor. Kaç yanmış ayak gördü bu gözler, kaç ayakkabısız topuk gördü, kaç kopuk parmak. İsminden kendimize zırhlar kılıçlar büktük sevgilimiz, isminden kendimize teller duvaklar ördük, ismini kendimize bir yol bildik. Her düştüğümüzde, bir yol hikâyesinin giriş kısmı burası dedik. Masalda yolunu kaybetmemek için ekmek parçası bırakan çocuğu hatırladık, ekmek parçalarından bir yol yaptığının farkına varmadı dedik. Biz farkına vardık. İsmini andık ilk düştüğümüz yerde. İlk yaralandığımız yerde ismini andık, ilk kaybettiğimiz yerde, ilk incindiğimiz yerde. O hâlde kaybolmayacağız!