Daha az çene daha fazla aksiyon lütfen

Türkiye’de hiç mahkeme görmemiş biri olarak ilk mahkememi San Fransisco’da görecektim.
Türkiye’de hiç mahkeme görmemiş biri olarak ilk mahkememi San Fransisco’da görecektim.

Neye uğradığımı şaşırıyorum. Polis araçta beklememi emrediyor. Ceza kâğıdımı alıp araca döndüğümde arkadaşım da ayrıca bana kızıyor: “Seni defalarca uyardım. Yaptığın şey son derecede tehlikeli, burada polisler trafikte sorun çıkaran insanları acımadan vurur”.

Sene 2008. Müslüm Gürses’ten Elvis Presley’e hızlı bir geçiş yaptığım dönemler. Üstü açık Mustang marka araçla Sunset Bulvarı’ndan ilerleyip Beverly Hills’e havalı bir giriş yapıyorum. Fonda “A little less conversation a little more action please”(Daha az çene daha fazla aksiyon lütfen) çalıyor. Bir süre yol aldıktan sonra arkamda bir polis aracı beliriyor. Polis, sinyal verip sağa çekmemi istiyor. Aracımı uygun bir yere çekip arabadan iniyorum. Polis, elindeki silahla hızlı bir şekilde bana doğru yürüyüp: “Derhâl arabaya bin ve ellerini direksiyonun üstüne koy!” diyor.

“Derhâl arabaya bin ve ellerini direksiyonun üstüne koy!” diyor. Neye uğradığımı şaşırıyorum.

Neye uğradığımı şaşırıyorum. Polis araçta beklememi emrediyor. Ceza kâğıdımı alıp araca döndüğümde arkadaşım da ayrıca bana kızıyor: “ Seni defalarca uyardım. Yaptığın şey son derecede tehlikeli, burada polisler trafikte sorun çıkaran insanları acımadan vurur”. Polis yeniden yanımda beliriyor. Ehliyetimi istiyor ve sonrasında şöyle bir anons geçiyor “26 years old, brown hair, white Cacaussian.”(26 yaşlarında kumral saçlı bir beyaz). Diğer üç arkadaşım yaşadıkları şoku anlamaya çalışırken ben de saçım kumral mı diye kendime soruyorum. Az değil 26 sene siyah olarak bildiğim saçlar bir Amerikan polis telsizi marifetiyle kumrala dönüşmüştü.

Araç mesafesini iyi ayarlamam gerektiğini söylediler ve Amerikan polisiyle olan ilk ama son olmayan imtihanım başlamış oldu.
Araç mesafesini iyi ayarlamam gerektiğini söylediler ve Amerikan polisiyle olan ilk ama son olmayan imtihanım başlamış oldu.

Velhasıl bir miktar cezayla araç mesafesini iyi ayarlamam gerektiğini söylediler ve Amerikan polisiyle olan ilk ama son olmayan imtihanım başlamış oldu. Birkaç gün sonra dev Hollywood yazısının hemen altından geçiyoruz. Dev Kodak Tiyatrosu’nun hemen önünde kaldırımlara işlenmiş ünlü isimleri görmek bize büyük bir keyif veriyor. Sadece bir ismin olduğu yıldızın duvarda olması bizi gururlandırıyor: Muhammed Ali. Muhammed Ali Müslüman olduktan bir süre sonra ismini diğer yıldızların yanına yere nakşetmek isterler. O da isminin Peygamber ismi olduğunu ve bu yüzden yere konulamayacağını söyleyerek teklifi reddeder. Böylece adının bulunduğu yıldız duvara çizilir. Özel adam, özel hikâye. Birkaç gün sonra yine aynı alana geliyoruz. Bu kez burada bulunma sebebimiz Oscar törenini seyretmek. Seyretmek dediysem içerde değil, dışarda. Hani ünlülerin geçtiği kırmızı halının etrafında bağıran çılgınca kalabalık olur ya işte o gün ben de onlardan biriyim. Herkes sırasıyla geçiyor: Angelina Jolly, Brad Pitt, John Malkovich, Antony Hopkins, Charlize Theron... Tam o sırada: Cameron Diaz sallana sallana geliyor. “Merhaba, Cameron” dedim. O da gülerek canlı bir şekilde “Hi” dedi ve arkasını dönerek gitti.

  • Böyle de anlamsız bir anıyla yola koyulduk. Los Angeles’te başlayan yolculuğumuz, Las Vegas, San Diego ve San Francisco ile devam etti. 15 gün süren yolculuktan sonra 8 saatlik uzun bir San Fransisco- Los Angeles sürüşü beni bekliyordu. Hâliyle yer yer hız sınırını oldukça aşıyordum. İşte o anlardan birinde, ansızın bir polis aracı arkamda yeniden beliriyor. Ben de onları görmezden gelerek aracı sürmeye devam ediyorum. Bu kez korkmuştuk. Aracımızı yine sağa bir yere çektik. Önceki tecrübeme dayanarak arabadan inmeden bekledim. Polis yanıma gelene kadar öylece bekledim.

- 117 mille gittiğinizin farkında mısınız?

- Evet, farkındayım. Fakat otobanda hız sınırının olmadığını düşündüm.

- Her 10 kilometrede bir 70 mil sınırı var. Görmediniz mi?

- Yok görmedim.

Umursamaz bir şekilde elindeki makbuza bir şeyler karaladı. Cezayı görünce gözlerime inanamadım. Tamı tamına bin dolar, rakamla da 1000 dolar.

- Ben bu parayı ödeyemem ve aileme de anlatamam.

- Eğer kaza yapsaydınız, zarar vereceğiniz aileye bu durumu anlatamazdınız.

Çok etkili bir savla susmak zorunda kaldım. Yol boyunca da kurallara uya uya gidince yol bitmeyen bir çileye dönüştü. Sonuçta Los Angeles’a varmıştım. Allah’tan diğer üç arkadaşım da cezayı birlikte ödememiz gerektiğini söyleyince rahatladım. Posta yoluyla cezayı ödeyip kurtulduk.

Fakat bir hafta sonra bir mahkeme celbi elime ulaştı. Buna göre para cezasını mahkemeye çıktıktan sonra ödemem gerekiyordu. Bu tam anlamıyla trajediydi. Zira ceza yediğimiz yer yaklaşık 600 kilometre geride kalmıştı. Yapacak bir şey yoktu; iki kişi aynı yere dönmüştük. Türkiye’de hiç mahkeme görmemiş biri olarak ilk mahkememi San Fransisco’da görecektim. Herkesi sırasıyla içeri alıyorlardı. Kısa kırmızı şortlu bir İspanyol araya kaynak yaparak hemen önümde hâkimin karşısına çıktı.

Türkiye’de hiç mahkeme görmemiş biri olarak ilk mahkememi San Fransisco’da görecektim.
Türkiye’de hiç mahkeme görmemiş biri olarak ilk mahkememi San Fransisco’da görecektim.

Giderken bana attığı golü göstere göstere gülümsemişti. Acayip zoruma gitti. Hâkim de şortla hâkimin karşısına çıkamayacağını söyleyerek adamı salondan attırınca ben de aynı bakışı ona atmıştım. Sonunda hâkim karşısındayım. Hâkim, kararı okudu:

- Suçunu kabul ediyor musun?

- Evet.

- Herhangi bir itirazın var mı?

- (Fonda Müslüm Gürses çalıyor “İtirazım var” demek istiyorum. “Paranı öde” diyorum kendi kendime) Hayır…