Dedem Korkut: Hanım hey!

Dede Korkut, Oğuz Türklerinin en eski destansı hikayelerindendir.
Dede Korkut, Oğuz Türklerinin en eski destansı hikayelerindendir.

Epik destanların kitabı; 11. yüzyıl ila 13. yüzyıllar arasında Anadolu’yu yurt tutmaya başlayan Müslüman Türklerin, Türkmen ve Oğuz boylarının, aşiretlerinin, oymaklarının kollektif bilinçdışına tanıklık eden, onların Anadolu öncesi gazavatlarının, gündelik yaşamlarının, duygu ve düşüncelerinin belgeye dökülmüş hâlidir Dede Korkut Oğuznameleri.

1970’lerin sonuna dek Anadolu’daki birçok köy ve kasabada uzun kış geceleri yaşlıların çocuklara okuduğu, anlattığı masal, destanların menbaı; Oğuzların tarih sahnesine nasıl çıktıklarına ilişkin mitolojik, epik anlatıların, yani Oğuzname geleneğinin bilinen yedi anlatım şeklinden biri; Oğuz Kağan Destanı ile arasındaki irtibatların ortaya çıkarılmasına ilişkin birçok çalışma yapılan epik destanların kitabı; 11. yüzyıl ila 13. yüzyıllar arasında Anadolu’yu yurt tutmaya başlayan Müslüman Türklerin, Türkmen ve Oğuz boylarının, aşiretlerinin, oymaklarının kollektif bilinçdışına tanıklık eden, onların Anadolu öncesi gazavatlarının, gündelik yaşamlarının, duygu ve düşüncelerinin belgeye dökülmüş hâlidir Dede Korkut Oğuznameleri.

Dede Korkut Oğuznameleri’nin iki yazma nüshası olduğunu biliyoruz: Biri Vatikan’da, diğeri ise Dresden’de.
Dede Korkut Oğuznameleri’nin iki yazma nüshası olduğunu biliyoruz: Biri Vatikan’da, diğeri ise Dresden’de.

Dede Korkut Oğuznameleri'nin edebi değeri

Modern çağdaki Türkiyat araştırmalarının “Korkut Atası” sayabileceğimiz Fuat Köprülü’nün deyişiyle “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız; Dede Korkut ağır basar.” Nedir öyleyse Dede Korkut Oğuznameleri’nin esrarı peki? Müslümanlığı kabul etmiş Oğuzların 10.-11. yüzyıllarda Doğu Anadolu’da hem kendi aralarında hem henüz Müslüman olmamış Kıpçaklarla hem Trabzon Rumlarıyla hem de Kafkas Gürcüleriyle savaşlarından bize kesitler sunan bu 12 epik hikâyenin tahminen 15. yüzyıl sonlarında Osmanlılar döneminde Erzurum’da kayda alındığı tahmin ediliyor. Eski nüshaları kayıp olan Dede Korkut Oğuznameleri’nin iki yazma nüshası olduğunu biliyoruz: Biri Vatikan’da, diğeri ise Dresden’de. (Yeri gelmişken, Türklerin en önemli milli destanlarından birini oluşturan bu epik hikâyelerin yazmalarının kendi ellerinde değil de Avrupa’da bulunması da, yaşadığımız o tarihsel ve kültürel inkırazın boyutlarını göstermesi bakımından ayrıca üzerinde durulması gerekli bir nokta olarak görünüyor bana.)

Muharrem Ergin, Orhan Şaik Gökyay gibi birçok araştırmacıya göre, tarihi bir döneme ait yazılı bir eser olan Dede Korkut Oğuznameleri, sözlü edebiyattan yazılı edebiyata geçiş olarak da görülebilir öte yandan. Bununla birlikte Dede Korkut Oğuznameleri’nin sadece edebiestetik bakımdan bir değer arz eden metinler toplamı olarak görülmesinin de eksik bir bakış olacağı söylenmelidir.

Bu 12 hikâyeyi her okumaya giriştiğinizde, hep kendi kendinizi bilmeye can attığınızı fark edersiniz. Beyrek’e “Sen seni bilirsin.” diyen çobanların deyişidir dönüp kendinize söylediğiniz.

Dede Korkut'u okuma teknikleri

Dede Korkut Oğuznameleri’ne yönelik filolojik, mitolojik, psikanalitik birçok araştırma yapılabilir; başta Tepegöz, Boğaç Han, Sarı Donlu Selcen Hatun, Deli Dumrul, Basat, Beyrek, Salur Kazan, Banı Çiçek olmak üzere bu 12 epik hikâyede bahsedilen kahramanlar ile Grek mitolojisindeki tiplemeler arasındaki benzerlik ve farklılıklar göz önünde tutularak da okunabilir bu Oğuznameler. Yahut Dede Korkut Oğuznameleri’nde aktarılan epik hikâyelerin metin içi ilişkileri çözümlenebilir, sözgelimi nice kahramanın baş edemediği Tepegöz’ü niçin Basat’ın tepelemeyi başardığı sorulabilir? Bu soruya “Tepegöz mitik bir varlıktır, bir periden doğmuştur; onunla kahramanlar arasında da sadece Basat’ın mitik bir yanı vardır; Basat’ı çünkü bir aslan büyütmüştür.” şeklinde cevaplar üretilebilir.

Dede Korkut kimdi?

İster filolojik, ister edebi, ister mitolojik, ister psikanalitik olsun bütün bu okuma şekillerinde gözden kaçırılmaması gerekli en temel konu bellidir. Bu epik hikâyeleri okuyanların da en az onları yazıya geçiren kadar duyarlı ve Dede Korkut’a hürmetkâr olması beklenir. Kimdir bize “yom sunan” bu Dede Korkut? Kendi anlatımıyla “Bayat boyundan bir er... Oğuzun ol kişi temam bilicisi... Oğuz kavminin müşkilini hal eden, o her ne buyursa kabul olunan, sözünün tutulup tamama erdirildiği” ulu bir kişi. Boğaç Han hikâyesinde gördüğümüz üzere üstün bir isimlendirme mercii, “yapa yapa yağsa da yaza kalmayan karlar” üzerine türlü hikmet söyleyen, her hikâyenin sonunda çıkagelip aynı kalıplarda aynı mahiyette hükümler düzen, “soy soylayan, boy boylayan” bu ulu şahsın anlattığı topluluğun içinde mi dışında mı olduğunu bilmeyiz bile. O mudur bu hikâyelerin anlatıcısı, eğer o ise niçin kendinden hep üçüncü şahıs kipinde bahseder? Sorular çoktur, sorulara verilebilecek cevaplar sorulardan daha çoktur, ama hepsinden daha çok olan bir şey daha var: Bu 12 hikâyeyi her okumaya giriştiğinizde, hep kendi kendinizi bilmeye can attığınızı fark edersiniz. Beyrek’e “Sen seni bilirsin.” diyen çobanların deyişidir dönüp kendinize söylediğiniz.

Kimdir bize “yom sunan” bu Dede Korkut?
Kimdir bize “yom sunan” bu Dede Korkut?

Gelsin öyleyse Dede Korkut, çalsın sazını, eydi versin okuyucu nam gazi erenlerin başlarına gelenleri:

“Kanı dedügüm yeg erenler

Dünya benüm deyenler

Ecel aldı, yer gizledi

Fanbi dünya kime kaldı”

(Dede Korkut Oğuznameleri, haz. Semih Tezcan-Hendrik Boeschoten, Yapı Kredi yayınları, 2001)

Kebikeç


  • Oğuzname geleneğine bakış
  • Oğuzname anlatıcılığı içinde birçok arkaik, tarihi ve klasik destanı da barındırır.
  • Oğuz Kağan Destanı’nın ya da daha kısa bir deyişle Oğuzname’nin Türk mitolojisinin özünü, esasını teşkil ettiği söylenebilir. Türk kültürünün birçok katmanı hakkında geniş bilgilerin edinilebileceği bir ana kaynaktır bu anlamda Oğuzname. Oğuzname anlatıcılığı içinde birçok arkaik, tarihi ve klasik destanı da barındırır. İlki “İslam öncesi” döneme ait Uygur harfleriyle yazılmış, diğeri İslam sonrası Farsça kaleme alınmış ve günümüze kadar ulaşmış iki Oğuzname vardır. Necati Gültepe, Oğuznamelerin günümüze ulaşmış versiyonlarını, Alper Tunga Destanı, Şecere-i Terakime’yi, Dede Korkut Oğuznameleri’ni irdeleyerek Türk kültür yapısının köklerini sorguluyor.
  • (Oğuzname, Necati Gültepe, Kapı yayınları, 2018)
Kamal Abdulla, Oğuznameleri otopsiye tabi tutuyor.
Kamal Abdulla, Oğuznameleri otopsiye tabi tutuyor.

Mitolojik açıdan Dede Korkut

Dede Korkut Oğuznameleri’ni sözlü dönemden yazıya mitolojiden edebiyata geçiş aşamasındaki bir eser olarak ele alan Azerbaycanlı araştırmacı Kamal Abdulla, mitolojiye hâkim “düalizm” perspektifi ile okuyor metni. Bu perspektif içinde “sözyazı”, “ilkellik-medenilik”, “kaos-kozmos” zıtlıkları çerçevesinde “tabiat-medeniyet”, “kuralsızlık-kural”, “eski-yeni”, “sadakatmükafat”, “ihtiyar-genç”, “sınama-inanma” ana varyantları aracılığıyla Oğuznameleri otopsiye tabi tutuyor. Kadim Grek mitolojisi ile paralellikler içinde Abdulla’ın ürettiği okuma zengin bir bakış açısı sunuyor.

(Gizli Dede Korkut, Kamal Abdulla, akt. Ali Duymaz, Ötüken yayınları, 2015)


  • Dede Korkut, açık yapıt
  • Açık Kitap: Dede Korkut, Kamran Aliyev, akt. Rabia Işık, Ötüken yayınları, 2018
  • Dede Korkut Oğuznameleri’nin edebi değerini etnopoetika kavramı çerçevesinde irdeleyen Kamran Aliyev, Türk şiirinin doğuş ve gelişim sürecini bu oğuznamelerde arayıp buluyor. çift dizeden, dörtlüğe, dörtlükten bütün bir şiire yürüyüşün izini sürerken Türk etnosunun da poetikasını üretmeye çalışıyor. Bu arada metne ilişkin birçok ilginç soru sorup, cevap da üreten Aliyev’in metin içi ilişkilere yaklaşım şekli örnek alınası. Aliyev’in yaklaşımı, başka bir eksikliğimizi vurgulaması bakımından da önemli: Dede Korkut Oğuznameleri’ne yönelik teorik incelemeler, özgün nüsha araştırmacılığının epey gerisinde kalmıştır maalesef.

(Deli Dumrul’un Bilinci, M. Bilgin Saydam, Metis yayınları, 2017)
(Deli Dumrul’un Bilinci, M. Bilgin Saydam, Metis yayınları, 2017)

Deli Dumrul'un köprüsü

Psikolojiyi özünde psikomitoloji olarak ele alan M. Bilgin Saydam, mitlerin kaynağına ancak psikososyokültürel çözümlemelerle ulaşılabileceğini öne sürerek Deli Dumrul’un şahsında tek tanrılı bir din olan İslam’ ı kabul ediş sürecinde animist-şamanist Türk topluluklarının yaşadığı sancılı/coşkulu süreci psikanalitik yaklaşımlar yardımıyla çözümlemeye çalışıyor. Psikanalitik yaklaşım denildiğinde Freud’dan çok Jung’a yaslanan Saydam’ın çözümlemesi Deli Dumrul’un eski ile yeni, söz ile yazı arasına kurduğu köprüyü daha iyi kavramamıza yol açıyor.