Din ve devlet arasında biri: Cennetten Gelen Çocuk

Akdeniz'den komşumuz olan, ülke tarihi ve kaderi olarak ortak noktalarımızın bulunduğu Mısır sineması... Mısır, kadim kültürüyle bölgede önemli bir işlev gören ülke.
Mısır sineması
Sinemanın icadıyla başlayan süreç aslında Mısır’da da görünür kıldı kendisini. Mısır sineması 1931’de sesli filmler sahneye çıktı. Bu, 1930’lardan 1960’lara kadar Mısır Sineması’nın Altın Çağı olarak kabul edilen dönemi başlattı. Mısır, ilk müzikalini 1933’te, Muhammed Karim’in yönettiği ve ilk filminde popüler Mısırlı şarkıcı Mohamed Abdel Wahab’ın yer aldığı The White Rose’u üretti. Müzikal film türü yükselişe geçti ve 1930’lar ve 1940’lar boyunca Mısır’da hit oldu. Bu Altın Çağ boyunca her türde yüzlerce film çekildi ve çoğu sinema klasiği haline geldi. Bunlar arasında 1939 yapımı, Kamal Selim’in yazıp yönettiği, Fatma Rüşdi ve Hüseyin Sedki’nin oynadığı Vasiyet de vardı. Mısır’ın gecekondu mahallelerindeki yaşamı tasvir eden ilk filmlerden biri olan bu film, Kahire Uluslararası Film Festivali de dâhil olmak üzere birçok kişi tarafından şimdiye kadar yapılmış en iyi Mısır filmi olarak kabul ediliyor. Bu dönemdeki diğer önemli filmler arasında önde gelen Mısırlı sinemacı Youssef Chahi- Mısır Sineması ne’nin yönettiği Kahire İstasyonu (1958) ve Henry Barakat’ın yönettiği, başrolünde Faten Hamama’nın oynadığı sosyal drama olan “The Sin” olarak da bilinen El Haram (1965) sayılabilir. Faten, Ortadoğu’nun en onurlu oyuncusu oldu ve “Yüzyılın Yıldızı” seçildi. O ve Omar Sharif, 1955’te evlendiler. Bu evlilik, beyazperdede ve ekran dışında onlarca yıl süren bir ortaklıktı. Modern Mısır sinemasından bahsedersek, ilk filmi 1950’de Peder Amine, son filmi ise 2007’de Kaos, Budur olan en tanınmış yönetmen Youssef Chahine’nin katkısını takdir etmeliyiz. Filmleri birçok festivalde ödül kazandı. Mısır’ın en ünlü aktörü Omar Sharif, Arabistanlı Lawrence (1962) ve Dr. Zhivago (1966) filmleriyle Altın Küre ödülüne layık görüldü.
Yönetmen kimdir
Yönetmen, senarist ve yapımcı Tarık Saleh, 1972’de Mısırlı bir baba ve İsveçli bir annenin çocuğu olarak Stockholm’de dünyaya geldi. İsveç’in en beğenilen grafiti sanatçılarından biri olarak 1980’lerin ortalarında kariyerine başladı. 1989 tarihli Fascinate adlı duvar resmi, İsveç devleti tarafından kültürel miras olarak korunan ilk grafiti duvar resmidir ve dünyanın mevcut en eski grafiti resimlerinden biridir. Saleh daha sonra sanat yönetmeni ve yayıncı olarak çalışmaya başladı. 2001 yılında Sacrificio-Che Guevara’ya Kim İhanet Etti? filmiyle ilk yönetmenlik denemesini yaptı, Erik Gandini ile birlikte. 2017 yılı, Salih’in Sundance Film Festivali Büyük Jüri Ödülü ve Guldbagge Ödülleri’nde “En İyi Film” de dâhil olmak üzere çok sayıda ödül kazanan uluslararası çığır açan uzun metrajlı filmi The Nile Hilton Incident’ın galasına sahne oldu. Saleh’in ilk gösterimi Mayıs 2022’de Cannes Film Festivali’nde yapılan psikolojik gerilim filmi Boy From Heaven, filminin “hayatı onaylama ve gazetecilik değerlerine bağlılığı” nedeniyle “En İyi Senaryo” ödülünün yanı sıra prestijli Prix François Chalais Ödülü’ne de layık görüldü.
Filme dair notlar
İslam dünyasının en önemli dini otoritesi olan El-Ezher Üniversitesi üzerine hiç düşünür müsünüz? Özellikle bizim gibi Sünni bir ülkede, Ezher’in adını sıkça duyarız. Peki, size Ezher’de geçen bir hikâye; içinde aksiyon barındırıyor ve biraz da macera deseydik izler miydiniz? “Cennetten Gelen Çocuk”, El-Ezher Üniversitesi’nde öğrenim görme ayrıcalığı sunulan, köylü bir balıkçının oğlu Adem’in (Tawfeek Barhom) kurum içinde yaşadıklarına odaklanır. Kahire’ye gelişinden kısa bir süre sonra, üniversitenin en yüksek rütbeli dini lideri Büyük İmam aniden ölür. El-Ezher’in üst düzey dini yöneticileri kurallarda yapılmış son değişikliklerin ardından ömür boyu sürecek bu göreve kimin getirileceğinin seçilme sürecini başlatırlar. Adem’in masum bir çocuk oluşu ve Ezher’de dönen olaylara karşı bilgisinin sınırlı oluşu da ayrı bir sorun. Adem masumiyetiyle sadece okumak isterken kendini birden çok fazla olayın içinde buluveriyor. Peki, El-Ezher Üniversitesi göründüğü kadar masum mu? Sadece bir ilim, irfan yuvası mı yoksa siyasetin döndüğü, devletin içinde güce karışmış bir yapı mı? Adem’in El- Ezher’e devlet tarafından seçilmiş bir kurban rolünü oynaması; din-siyaset ve bize yansıyanlar üzerine de düşündürüyor. Türkiye’de cemaatler üzerinden devlete karışma olayı aslında farklı coğrafyada din üzerinden devam ediyor. Bunun din üzerinden devam etmesinin bizim akidemize göre bir sorunu yok. Çünkü Sünni inanç gereği; din hayatımızın her alanına nüfuz etmeli ve hayatımızın her alanına din hâkim olmalı. İnanç bu şekilde gelişince, modern çağda dindarlık üzerine elbette zorlanıyoruz. İnandığımızı yaşayacaksak o zaman hayatın her alanında din olmalı. Ama bunlar cemaatler üzerinden olunca; devletle çatışma başlıyor. Filmde, Sünni etki nedeniyle kendimize yakın bulduğumuz Müslüman Kardeşler de devrede.
Son söz
Sinemada, İslam dini hikâyelerini ağırlıklı olarak Şii düşünce üzerinden görmeye alışkınız. Cennetten Gelen Çocuk biraz bu anlatıları kırıyor. Sünni kanon da çok etkili hayatın içinde ama görünür değil. Bu filmin elbette eksikleri var, fakat Sünni düşüncenin sinemaya uyarlanması ve uluslararası alanda görünür olmasını sağladığı için görülmeye değer diye düşünüyorum.