Din ve ırk arasında Yahudilik -II-

Arşiv
Arşiv

İsrailliler asıl dinsel dehalarını, Tanrının “seçilmiş halkla ilişkileri” üzerinden o zamana dek bilinmeyen bir şekilde kutsal tarihe dönüştürerek gösterdiler.

Yahudilerin kâinat ve tarih tasavvuru

Yahudileri anlamak için elimizdeki ilk ve en önemli kaynak kutsal kitaplarıdır. Özellikle yazılı (Tanah) ve sözlü (Talmud) külliyat içinde Tevrat (Tora) ya da Musa’nın kitapları denen ilk beş bölüm, dünyanın yaratılışından eti yenen hayvanlara, nüfus düzenlemesinden tapınak ritüellerine Yahudiliğin kurucu metinleridir. Başta On Emir olmak üzere 248 emire ve 365 yasağa yer veren Tanah (Yaygın ve Hristiyan’ca tesmiye ile Ahd-i Atîk/ Eski Antlaşma, İslami gelenekteki tabiriyle Tevrat ve Zebûr) Yahudilerin hem kitabî hem inançtan çok pratiğe odaklı toplum olduklarını gösterir.

39 kitaptan oluşan ve yazımı yüzyılları bulan İbranice kutsal kanoniklerin ilk bölümü olan Yaratılış (Tekvîn), hepsine temel giriş niteliğindedir. Antikçağ Yahudi yazarları ve ilk kilise babaları bu kitabı Musa peygamberin milattan önce yaklaşık 1445-1405 tarihlerinde Kutsal Ruh’un esiniyle derleyip yazdığına hemfikirdirler. Yaratılış ilklerin kitabıdır: İlk insan, ilk evlilik, ilk aile, ilk günah, ilk müzik aleti, ilk giysi… Hz. Musa bunlarla birlikte diller, uluslar, İsrail ve kurtuluş tarihi konularında Hz. Âdem’den Yusuf’a; başlangıçtan Malaki’ye kadar geçen sözlü ve yazılı kültürü Tanrının kontrolünde ifadeye dökmüştür. On Emir’de olduğu gibi bazısı doğrudan vahiydir.

Yaratılış’ta resmedilen tarih tasavvuru iki kısım üzerinden okunabilir: Âdem’den İbrahim’e insanlığın ilk evresini işleyen 1-11 bölümler, her biri yeni dönemin başlangıcını oluşturan beş olaya yoğunlaşır. Tanrının Âdem ve Havva’yı Aden bahçesine yerleştirmesini de ihtiva eden yaratılış evresi, ikisinin itaatsizlikleriyle insanlık tarihini günahın ve ölümün lanetine soktukları düşüş devresi, tarihteki iki temel olguyu; insan çabasına dayalı uygarlığı ve kurtuluşa erişen azınlığı başlatan acıklı Kayin ve Habil olayı; Nuh’un döneminde kötülükle dolan eski dünyanın Tanrı tarafından evrensel bir tufanla mahvını konu edinen büyük tufan ve sonraki dönemde putperestliğe ve isyana düşen insan ırkının yine Tanrısal kararla parçalanan dil ve kültürler yoluyla yeryüzünün dört bir yanına dağıtılması.

Sonraki 12-50 bölümlerde İbranî halkının başlangıcı, ardından Tanrının İsrail’in dört büyük atası Hz. İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf’un hayatı üzerinden kurtarış amacı serdedilir. Hz. Yusuf’un ölümü ve İsrailoğulları’nın Mısır’da köleliğe düşmesi Yaratılış kitabının sonudur. O Kenan topraklarının bir gün halkının anayurdu olacağına dair Tanrının vaadine kesin iman ettiği için yüz on yaşında öldüğünde kemiklerinin arz-ı mev’ud’a götürülmesini istemiştir.

Bu başlıkta öne çıkan noktaları Eski Ahit’ten çeşitli ayetler üzerinden görelim:

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. Tanrı, ‘Işık olsun’ diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa ‘gündüz’, karanlığa ‘gece’ adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.”

Kutsal kitabın bu açılış cümlelerinden sonra sırasıyla Tanrı gök kubbeyi, kara ve denizleri, bitkileri, gün ve mevsimleri, deniz, hava ve kara canlılarını, erkek ve dişi olarak insanı yaratmış ve bu şekilde altıncı gün bitmişti: “Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.”

İnsanın yaratılma kararı şöyle gelişir: “Tanrı, ‘Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım’ dedi; ‘Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.’ Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, ‘Verimli olun, çoğalın’ dedi; ‘Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın. Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak.”

Buraya kadarki bölüm genel yaratılışa, kâinatın oluşumuna ilişkin iken bundan sonraki insanlık tarihiyle ilgilidir. İlkin Hz. Âdem’in yaratılışı şöyle kıssa edilir: “Rab Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu. Rab Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı. Aden’den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu. (Sonraki cümlelerde geçtiği üzere; Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat ırmakları). Rab Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Âdem’i oraya koydu. Ona, ‘Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin’ diye buyurdu. ‘Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”

Sonraki iki konu, canlıların adlarının verilmesi ve Âdem’e yardımcı olarak kadının yaratılmasını işler: “(Tanrı) Sonra, ‘Âdem’in yalnız kalması iyi değil’ dedi; ‘Ona uygun bir yardımcı yaratacağım.’ Rab Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Âdem’e getirdi. Âdem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Âdem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı. Rab Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. (…) Âdem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi.”

Ve ilk günahın işlenmesi, insanın Tanrılığa kalkması, masumiyetten kopuş, ölümlülük ve ekmeğin ancak alın teriyle kazanıldığı toprağa bağlı zorlu yaşam… “Âdem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı. Rab Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, ‘Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?’ diye sordu. Kadın, ‘Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz’ diye yanıtladı; “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi. Yılan, ‘Kesinlikle ölmezsiniz’ dedi, ‘Çünkü Tanrı biliyor ki o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.’ Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.”

Yaptığından ötürü Hz. Âdem “Yanıma koyduğun bu kadın bana meyveyi verdi” diye savunma yaptı. Kadının mazereti ise “Yılan beni aldattı” şeklindeydi. Suçlarından dolayı ilahî gazap ve cezaya müstahaktılar: “Rab Tanrı kadına, ‘Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim’ dedi, ‘Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, Seni o yönetecek.’ Rab Tanrı Âdem’e, ‘Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi, ‘Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.’ (…) ‘Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.’ (…) ‘Rab Tanrı Âdem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. Sonra, ‘Âdem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu’ dedi; ‘Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.’ Böylece Rab Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Âdem’i Aden bahçesinden çıkardı.”

İlk insanın ve ilk evliliğin kıssası bundan sonra Havva’dan Kayin’in ve kardeşi Habil’in doğmasıyla birlikte geniş aileye ve Rabbe içtenliksiz sunusu kabul edilmeyen Kayin’in kızıp kardeşini öldürmesiyle birlikte ilk cinayete sahne olarak devam eder. Hz. Âdem 930 yıl yaşadıktan sonra öldüğünde, soyu diğer oğlu Şit üzerinden devam etmiş, onun yedinci kuşak torunu olan Hz. Nuh’un 500 küsur yaşında doğan Sam, Ham ve Yafet adlı oğulları üzerinden Tufan sonrasında bütün insanlık yayılıp çoğalmıştır.

Yahudilerin tarih tasavvurunun mütemmim cüzlerinden bir diğeri, Bâbil kulesinin inşasıdır. Burada insanların Tanrıdan ayrı olarak örgütsel birliğe kavuşup kendi kaderlerini ellerine alma ve yeryüzüne egemen olma arzusunu görüyoruz. Günah ikinci nesilde kardeş katlinden yedinci nesilde Tanrıya küstahça bağımsızlık ilanına dönüşmüştü. Sonuçta tahakkuk eden ilahî irade, itaat yerine isyanı seçen kulların yaratılışa hükmetme çabasının nasıl engellendiğini göstermesi bir yana, dünyadaki ırkların ve dillerin çeşitliliğini açıklayacak mahiyettedir.

“Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı.’ (...) ‘Birbirlerine, ‘Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, ‘Kendimize bir kent kuralım’ dediler, ‘Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.’ Rab insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. ‘Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar’ dedi; ‘Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.’ Böylece Rab onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü Rab bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.”

Yazının sınırlı çerçevesinde yer verebildiğimiz bu ayetler seçkisi, hem vahyî gerçekliğe hem belli tarihsel paradigmaya karşılık gelir. Bir yandan teleolojik ve ontolojik olgulara vurgu yaparken, diğer taraftan fenomenolojik ve hermenötik açıdan zengin bir simge ve mit ağına işaret ediyor. İsrailliler eski Kenan dininden ve Ugarit panteonundan birçok etki taşımalarına rağmen, asıl dinsel dehalarını Tanrının seçilmiş halkla ilişkilerini o zamana dek bilinmeyen türde kutsal tarihe dönüştürerek gösterdiler. Görünürde milli nitelik taşıyan bu kutsal tarih, zamanla bütün insanlık için ders alınacak örnek bir anlatıya dönüştü. Peygamberler de tarihe görülmemiş şekilde değer yüklemiştir. Geçmiş hadiseler Tanrıyla belirlendikleri ölçüde kendi içinde anlama sahip oluyor, bir aşama sonra insanın Tanrı karşısındaki durumlarına dönüşüyordu. Bu başka bir şeyle sağlanamayacak dinsel değerdi. Bu nedenle tarihin Tanrının bir epifanisi (tezahürü, tecellisi) olarak anlamını ilk keşfedenlerin İbranîler olduğu söylenebilir.

Gelecek yazı: Eski Ahit’te Rabbin Sıfatları, Yahudi İnanç ve Hukuku