Dinmeyen yalnızlığımız

tutunduğumuz kırık dalların hatrına
tutunduğumuz kırık dalların hatrına

saatlerdir oturmuş sohbet ediyorlardı mekanda. havadan sudankonuşurken aniden gelen bu cümleler masaya da etraflarına da bombagibi düşmüştü doğrusu.. allak bullak olmuştu arkadaşının bu tiradıüzerine, önce sindirmek için bir iki yutkundu, sonra çakmağı parmaklarıarasında çevirip bir zamanlar defter sayfasına not aldığı cümlesini günyüzüne çıkarmaya karar verdi.

"sahici sessizliğin olduğu tek yer muhtemelen güzel bir yüzdür der agamben. bunda insanı teskin eden estetik bir haz vardır."

çay bardağını tutuşundaki kaba anadolu estetiği ile çelişen bir alıntıydı bu ama çok kişi farkına varmadı muhatabı haricinde. istifini bozmadan sürdürdü;

‘’dalıp gittiğini fark ettiğin an rahatlamak için bunu hatırlamak istersin belki. çünkü “yüzün sessizliğinde insan gerçekten evindedir.”

Dalıp gittiğini fark ettiğin an rahatlamak için bunu hatırlamak istersin belki. çünkü “yüzün sessizliğinde insan gerçekten evindedir.

saatlerdir oturmuş sohbet ediyorlardı mekanda. havadan sudan konuşurken aniden gelen bu cümleler masaya da etraflarına da bomba gibi düşmüştü doğrusu.. allak bullak olmuştu arkadaşının bu tiradı üzerine, önce sindirmek için bir iki yutkundu, sonra çakmağı parmakları arasında çevirip bir zamanlar defter sayfasına not aldığı cümlesini gün yüzüne çıkarmaya karar verdi. karşılık vermek mecburiyetinde hissetmişti kendisini;

‘’güzel bir resim gibi yüzün var senin bilsene’’ nefeslendi, ilk tepkiyi ölçtü ve sürdürdü; ‘’ben de bir zamanlar böyle bir cümle kurmuştum hocam, malum resim çiziyorum ama o ayarda şiirler yazamıyorum. bu cümleyle her ikisini kotarmaya çalışmıştım’’

“yüzün sessizliğinde insan gerçekten evindedir.”
“yüzün sessizliğinde insan gerçekten evindedir.”

az evvel kendi düştüğü şaşkınlığın bir benzerini arkadaşında görüp keyiflendi, aynı anda elleri sigaralarına uzandı çayların tazelenmesini beklerken..

  • ‘’yak üstad, yak’’ dedi arkadaşı gülerek. bunun üzerine tutamadı kendini;
  • ‘’sığındığımız her şeyin şerefine..’’

İkisi de formundaydı o akşam, hemen ekledi arkadaşı;

‘’tutunduğumuz kırık dalların hatrına’’

bir yudum çekti çayından, zehir atar gibi bir cümle ünledi bu kez;

‘’bizi yakıştıramadıkları güzel günlerin rağmına..’’

yaralı yerine gelmişti arkadaşının, sağlam bir nefes çekti ve söyledi;

‘’dilimizi bağlayan sözcüklerin lafzına’’

efkarlandıkça tüm sınırları yokladı, gidip gidip dönemediği sınırları;

‘’cihanı da fethetsek dinmeyen yalnızlığımıza..’’

artık ok yaydan çıkmıştı, arkadaşı ikinci sigaraya uzandı ve mırıldandı;

‘’yüzüne gülüp ardından ağladıklarımıza..’’

  • şerefine sigara yakılacak başka ne kaldı diye bir an düşündü ve hatırladı;
  • ‘’düştüğümüz uçurumların her birine aynı adı fısıldayışımıza..’’

ve arkadaşı söyleyemedikleri her şeyi hatırlamanın ağırlığıyla son bir nefeste;

‘’kelimelerin arkasındaki asıl saiklere ve onları saklayışımıza’’ dedi.. yan masalarda kulak misafiri olan birkaç kişinin bu cümlelerden kendi paylarına düşeni alıp darmadağın olduğunu fark edecek halde değildi artık ikisi de. son bir cümleyle bağlayıp kalkma telaşına düştü bu kez. sevdiği bir şiirin o hikayesi yazılacak mısraını hatırladı;

‘’-vuslat mıdır cevabı çıldırtan bilmecenin- mısraına tutuluşumuza..’’

kül tablasına son sigaralarını ve havada asılı kalmış cümlelerini bastırıp doğruldular.. çıkışa doğru yürürken omuzları şimdi biraz daha çökmüştü..