Dostoyevski'ye cevap olarak Bulgakov

Mihail Bulgakov
Mihail Bulgakov

Stalin de Bulgakov'dan bir Sovyet romanı yazmasını beklemiştir hep. Bulgakov bu isteğe ve bütün devşirme hamlelerine direnmiştir. Usta ile Margarita, yaşamının son on yılında durmadan üzerinde çalıştığı, değişikler yaptığı eseriydi. Romanın o yıllarda yayımlanmayacağından emindi. Fakat bir gün yayımlanacağından ve karşılık bulacağından da kuşkusu yoktu.

Yıl 1864. Moskova'da kasvetli bir evde can çekişen sarışın bir kadın veremin kemirdiği kuru yüzünün ortasında iki anlamsız nokta gibi kalan gözlerini ara sıra açarak, "Odada şeytanlar var! Şeytanlar!" diye bağırır. Kocası çaresiz pencereyi açar, elindeki havluyu havaya kaldırıp indirir, görünmez varlıkları odadan kovar gibi hareketler yapar. Yatakta ecel terleri döken kadın Mari Dimitriyevna'dan, havluyla şeytan kovalayan adamsa Dostoyevski'den başkası değildir. Dostoyevski'nin Sibirya sürgünü dönüşü tanıdığı, tutkuyla âşık olduğu, sarhoş kocasının ölümünün ardından hemen evlenme teklif ettiği bahtsız Mari, Hazar Denizi'nin kıyılarından getirdiği gençlik hayallerinden hiçbirine kavuşamadan şeytanlarla dolu bir odada can verecek ama şeytanlar Dostoyevski'nin peşini bırakmayacaktı. Dostoyevski romanlarında peşinden koşulan tek bir soru vardır. Sayfalar boyu süren yorucu söylevler, birbirini andıran karakterler, dindar kadınlar, kaba köylüler, toplumsal ikiyüzlülüğün her kademedeki mümessilleri, budala aristokratlar, hepsi ama hepsi, cevabı aranan, bazen verilir gibi olan ama asla verilmeyen o soruya hizmet eder: Tanrı var mıdır?

19. yüzyıl, bilimin tanrısal imgeleri öldürmekle kalmayıp yeryüzü, gökyüzü ve gezegenler gibi geçmişte sadakatle dine hizmet eden varlıkları çerçeve içine aldığı bir cüret yüzyılıydı. Dostoyevski'ye Tanrı'yı bulmak için sadece insan kalmıştı. Elinde kazma kürekle insanın içine doğru yaptığı kahırlı kazılardan çıkanlar okurun gözünü kamaştırmaya yetmiş, kumar borçlarının bir kısmını ödemesine yardımcı olmuştur, ama ulaşmak istediği cevabı kendisine asla verememiştir. Tanrı'nın varlığı şeytanın varlığıyla ontolojik bir denklemde buluşur, âdeta birbirinin sağlamasına dönüşür. Tanrı yoksa şeytan, şeytan yoksa Tanrı yoktur. Dostoyevski'nin bu denkleme başvurmaması elbette beklenemezdi. Metinlerinde diyalojik yöntemlerle Tanrı'nın varlığını askıda bırakan yazar, aynı şeyi şeytana yapmaktan da imtina etmez. Dostoyevski romanlarında Tanrı'nın gerildiği çarmıhın hemen karşısında şeytanın gerildiği çarmıh vardır.

Cinler'in Stavrogin'i şeytandan söz ederken, "Ben ona inanmıyorum. Biliyorum ki o, değişik görünüşler altında benden başkası değildir. Ben ikiye bölünüyorum, ben kendimle konuşuyorum." der. Dostoyevski bu bölümü romanın son baskısından çıkarır, ama aklından çıkaramaz.1 Dostoyevski'de şeytan, teolojinin değil modern psikanalizin aktörü olarak meydandadır. Karamazov Kardeşler'de tanrıtanımaz İvan'ın sayfalar boyu ispatlamaya, gerekçelendirmeye çalıştığı inkâr, dindar Mitya'dan daha çok kendisinin muhtaç olduğu bir konuşmadır. Kendini ikna etmeye çalışır İvan. Nihayet şeytanın var olup olmadığı sorusuyla karşılaştığında, "Hayır, şeytan da yok." der. Kötülük meselesini takıntı hâline getiren bu on 19. yüzyıl entelektüeli, şeytanın da Tanrı gibi icat edildiğini düşünmektedir: "Bence, şeytan diye bir şey gerçekte yoksa, kişioğlu uydurmuşsa onu, kendine bakarak, kendisini örnek alarak uydurmuştur."2

Romanın sonlarına doğru şeytan İvan Karamazov'u ziyarete gelir. Dostoyevski, İvan'ı şeytanla karşılaştırırken teolojiyi ya da mitleri değil bilimi önceler. "Doktor değilim gerçi ama İvan Fyodoroviç'in hastalığının bazı özelliklerini okuyucuya açıklamamın zorunlu olduğu dakikanın artık geldiği kanısındayım." der ve okura İvan'da "humma nöbeti[nin] yavaş yavaş etkisini göstermeye" başladığını duyurur.3 Böylece daha doğarken şeytanı yani öbür ucunda inancı taşıyan imgeyi öldürür. Artık karşımızda kahramanın halüsinasyonları vardır. Varlığı yadsınan ruh, esere ancak bilimsel izahlar (belki özür demeliyiz) eşliğinde girebilir. Zaten Dostoyevski, romanın bu kısmını editörü Lyubimov'a gönderirken tedirgindir. Bu sebeple editörüne, bölümü yazarken doktorların görüşlerini aldığını, bu görüşler ışığında metni gözden geçirdiğini söyleyecektir.4 Romanda şeytan, kendi hikâyesinden söz ederken iradesi elinden alınmış biri gibi konuşur: "Ben yaratmadım, sorumluluğu da bana düşmez. Ama gene de kabak benim başıma patladı. Eleştiri bölümünde yazmam emredildi, böylece hayatın içine girmiş olduk."

Anlarız ki bu izah, İvan'ın şeytan ve kötülük sorunu çerçevesinde konuşan iç sesidir. İvan şeytana bir ara "Sende mi inanmıyorsun Tanrı'ya yoksa?" diye sorar. "Sevgili dostum," der şeytan, "İnan ki bilmiyorum."5 Bu agnostik şeytan kendi varlığından şüphe duymaktadır. Şüphesinin sebebini de açık açık haykırır: "Hepimizin aklı karıştı, hep sizin şu bilimleriniz yüzünden." Şeytanın varlığını inkâr eden, ona bir saniye bile inanmadığını haykıran İvan, "Ama sana inanmak isterdim!" demeyi de ihmâl etmez.6 Bölümün sonuna doğru şeytan, bütünüyle İvan gibi konuşmaya başlar. İnsanoğlunun topyekûn Tanrı'yı inkâr ettiği gün eski ahlâk anlayışına gerek kalmadan yepyeni bir hayat başlayacağını, insanların dünya nimetlerini elde etmek için sevinci sonuna kadar tatmak için birleşeceğini söyler: "Kişioğlu kendi gücüyle, bilimiyle doğayı her saat biraz daha yenince öylesine yüce bir haz duymaya başlayacak ki bu ona eski göksel hazların tümünü unutturacak.

Herkes ölümlü olduğunu, öldükten sonra bir daha dirilmeyeceğini öğrenecek. Ölümü Tanrı gibi mağrur, sakin karşılayacak."7 İvan, Luther'in şeytana fırlattığı mürekkep hokkasına bir nazire olarak masadaki çay bardağını şeytanın yüzüne savurur. Fakat şeytanla birlikte bir tanrı-insan çağı hayal etmeden de duramaz.

Başyapıtı Usta ile Margarita'da sadece tiyatro çevreleriyle değil, bütün bir rejimle hesaplaşacaktı. Tanrı'sını inkâr eden Moskova'ya şeytanı bütün gerçekliğiyle musallat edecekti.

BIR BULGAKOV İRONISI: USTA ILE MARGARITA

Yıl 1918. Moskova'da devrimin en coşkulu yerinde kurduğu teatral mahkemede Tanrı'yı yargılayıp ölüm cezasına çarptıran ve ertesi gün şafak vaktinde beş mitralyözle gökyüzünü kurşuna dizen Anatoli Lunaçarski, 1920'lerden 30'lara kadar yayımladığı eserlerle Sovyet kültür hayatını etkileyen isimlerin başında gelir. Rejimin eğitim komiseri olarak daha çok tiyatrolarla ilgilenen Lunaçarski, bütün tiyatroları tek çatı alında toplayıp devletleştirir. Mihail Bulgakov, Lunaçarski'nin şekillendirdiği tiyatrolarda oyunlar yazarak, yönetmen yardımcılığı yaparak, gerektiğinde sahneye çıkarak geçimini sağlamaya çalışan ama hep şüpheyle bakılan, yazarlığı görmezden gelinen eski bir doktordur. Başyapıtı Usta ile Margarita'da sadece tiyatro çevreleriyle ya da etrafını sessizlikle kuşatan yazarlarla değil, bütün bir rejimle hesaplaşacaktı. Tanrı'sını inkâr eden Moskova'ya şeytanı bütün gerçekliğiyle musallat edecek, ona gadreden çevreleri gülünç duruma düşürecektir.

Dostoyevski'de gerçekle hayal arasında askıda bırakılan, varlığı tartışmaya açılan şeytan, Bulgakov'un eseri Usta ile Margarita'da bütün askılardan kurtulmuş olarak yeniden gün yüzüne çıkar. Gogol'den sonra şeytanın Rusya'ya böyle coşkuyla girdiği görülmemiştir. Gogol'ün paltosundan çıkan şeytanlar, Soyvet Dönemi'nin sansürlenen yazarı Bulgakov sayesinde yeninden bir babaya kavuşmuştur. Gogol'le Bulgakov arasında her şeyden önce kültürel bir akrabalık vardır. İki yazar da Ukraynalıdır, ikisi de hicivden beslenir ve ikisin de şeytanları insanlar kadar gerçektir. Belki de en önemlisi, ikisinin de mizahının altında gözyaşları saklıdır. Erdem Erinç, Bulgakov'un Şeytanname'sine yazdığı önsözde, "Gogol'ün mirası birine kaldıysa, o da Bulgakov'dur." derken çok haklıdır.8

Bulgakov'un eserinde elini kolunu sallayarak Moskova'ya giren, ikiyüzlülüğü, açgözlülüğü ve rüşvetçiliği cezalandıran, insanları sınava tabi tutan, tiyatroda tehlikeli sihirbazlıklara imza atan, şehrin altını üstüne getiren şeytan, Gogol'ün Dikanka Yakınlarında Bir Çiftlikte Akşam Toplantıları ile Mirgorod öykülerinde geçen şeytanlarla, aynı anda hem şenlikli hem gotik olabilmek bakımından benzerlik taşır. Ancak Bulgakov'un bir gözü siyah bir gözü yeşil, çarpık yüzlü şeytanı, romanın sonlarına doğru İncil yazıcısı Matta Levi'nin ziyaret edip ricada bulunduğu, böylece kozmik düzendeki görevinin altı çizildiği teolojik şeytana dönüşür. Bulgakov'un şeytanının adı Woland'dır. Yazar, bu isimle Goethe'nin Faust'unu selamlar. Mefistofeles, Harz dağlarında yolculuk ederken Faust'a bu şeytani ismi de telaffuz etmişti. Ayrıca Mefistofeles'in Faust'un karşısına fino köpeği kılığında çıktığı hatırlanınca Woland'ın elindeki bastonun fino köpeği şeklindeki topuzu da anlamını bulur.

Zaten kız kardeşi Vera, Mihail Bulgakov'un biletlerini saydığında tam kırk bir kere Faust operasına gittiğini tespit eder. Usta ile Margarita'nın şeytanında Tevrat, Gogol, Goethe ve Dostoyevski'den izlere rastlanır. Nitekim Woland'ın maiyetindekilerden Koroyev'in soytarı kostümü, hırpani yağlı kıyafeti, İvan Karamazov'un şeytanından mirastır. Yürüyen irice siyah kedi Begemot ile asık suratlı Azazello'nun isimleri ise Tevrat kökenlidir. Usta'nın eserini yakması da bize Gogol'ün Ölü Canlar'ın nüshalarını ateşe atmasını hatırlatır. Roman bir editöryal müdahale sahnesiyle başlar. Moskova Yazarlar Birliği Başkanı Berlioz, genç şair İvan'dan "dine karşı büyük bir şiir" ısmarlamış fakat ortaya çıkan ürünü yeterli bulmamıştır. İvan'a, İsa'nın gerçekte hiç yaşamadığı meselesine daha çok vurgu yapmasını söylemekte, şiiri nasıl yazacağını ayrıntısıyla anlatmaktadır. Bu tür müdahalelere Bulgakov'un hayatında da rastlarız.

Örneğin 3 Mayıs 1932 tarihinde günlüğüne şunları yazmıştır: "Angarskiy dün geldi ve şöyle dedi: Avantür bir Sovyet romanı yazmaya razı mısınız? Yükse tiraj, bütün dillere çeviri, döviz, çek, avans ister misiniz?" 9 Bulgakov bu ve benzeri teklifleri reddetmenin, kalemini rejimin hizmetine sunmamış olmanın bedelini hayatı boyunca görmezden gelinerek ödeyecekti. Berlioz ile İvan'ın konuşmasını bölen şeytan Woland, nazik bir yabancı olarak ikiliyi selamlar ve sohbete dâhil olur. Onların Tanrı'yı inkâr ettiğini hayretle öğrenir. Bu fikir hoşuna gider şeytanın. Be rlioz onun hayretini yatıştırmak için, "Ülkemizde Tanrı'ya inanmamak kimseyi şaşırtmaz. Uzun süredir, bilinçli olarak halkımızın büyük çoğunluğu, bu türden masallara inanmayı bıraktı." der.10 Şeytan bu iki arkadaşa vaktiyle İvan Karamazov'a da sorulan o soruyu sorar: "Şeytan var mı yok mu sizce?" Şair tıpkı Karamavoz'daki İvan gibi küplere biner, "Şeytan diye bir şey yok! Şeytan yok!" diye bağırır.11

Bulgakov'un derin ironisi burada başlar. Moskova'da bir şair, farkında olmadan şeytanın yüzüne karşı şeytanın olmadığını haykırmaktadır. Stalin de Bulgakov'dan bir Sovyet romanı yazmasını beklemiştir hep. Bulgakov bu isteğe ve bütün devşirme hamlelerine direnmiştir. Usta ile Margarita, yaşamının son on yılında durmadan üzerinde çalıştığı, değişikler yaptığı eseriydi. Romanın o yıllarda yayımlanmayacağından emindi. Fakat bir gün yayımlanacağından ve karşılık bulacağından da kuşkusu yoktu. Nitekim eser Bulgakov'un ölümünden yirmi altı yıl sonra 1966 yılında Moskva dergisinde yayımlanmış, yayımlanır yayımlanmaz da büyük ilgi görmüş, derginin tirajını artırmış, ertesi yıl da Amerika'da üç ayrı yayınevi tarafından basılmıştır.

  • 1. Henri Troyat, Dostoyevski, Çev. Leylâ Gürsel, İstanbul: İletişim, 2014, s. 92.
  • 2. F. M. Dostoyevski, Karamazov Kardeşler, Çev. Ergün Altay, İstanbul: İletişim, 2012, s. 190, 191, 317.
  • 3. Dostoyevski, age., s. 781.
  • 4. Joseph Frank, Dostoyevski Çağının Bir Yazarı, Çev. Ülker İnce, İstanbul: Everest, 2017, s. 876.
  • 5. Dostoyevski, age., s. 790, 791.
  • 6. Dostoyevski, age., s. 793.
  • 7. Dostoyevski, age., s. 798.
  • 8. M. Bulgakov, Şeytanname, Çev. Erdem Erinç, İstanbul: Everest, 2015, s. 9.
  • 9. Ayla Kaşoğlu, Mihail Afanasyeviç Bulgakov'un "Usta ve Margarita" Romanında Anlatım Sanatı, AÜSBF Doktora Tezi, s. 11.
  • 10. Mihail Bulgakov, Usta İle Margarita, Çev. Aydın Emeç, İstanbul: Can, 2016, s. 54.
  • 11. Bulgakov, age., s. 97.