Dünya denizinde bir sabır gemisi: Deve

Sabırlı, dayanıklı, dirayetli, evcil, otçul, kanaatkâr, terlemez, dinlenmez, yünü bereketli, sütü şifalı, eti helal ve derisi kullanışlıdır.
Sabırlı, dayanıklı, dirayetli, evcil, otçul, kanaatkâr, terlemez, dinlenmez, yünü bereketli, sütü şifalı, eti helal ve derisi kullanışlıdır.

Eski dünyadaki kıtalar arası iletişim ağının en önemli taşıyıcısı sayılan, uzun/zorlu yolları aşarak medeniyetleri birbirine yakınlaştıran, tüccarları, seyyahları, savaşçıları ve âlimleri taşıdığı kervanından kültürel iklimin seyrine müdahil olan, insanlık tarihine iz bırakmış binlerce yıllık kadim yol arkadaşımız.

  • "Hâlâ bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı?"
  • (Gâşiye suresi- 17)

Sahra Çölü'nde bir gece vakti develerin sırtında ağır ağır ilerlerken, bütün göz alıcılığıyla karşıma çıkan, itinayla göğe sıralanmış o parlak takımyıldızını -üzerinden yıllar geçse de- hiç unutamadım. O gece hafif rüzgârla yüzüme savrulan kum tanelerinden sakınmaya çalışırken, aklımda yalnızca çölün bitimsizliğine doğru yol almanın ürpertici güzelliği vardı aslında. Kafamı kaldırdığımda gözlerimi büyüleyen berrak manzara, hörgücüne yaslandığım devemin sakinliğiyle birlikte sonsuz bir huzur bahçesinde gezintiye çıktığıma dair bir ikna merasimini andırıyordu. Karanlığın içinden kumları yara yara, uzaktan kısık alevli bir gaz lambasına benzeyen kamp ateşine doğru yaklaşırken, bir devenin sırtında çölde var olmanın mesafeleri yok eden o sırlı hâline göçmüştüm bile. Üstümüzü parlak bir yorgan misali örten gökyüzüne bakarak, sanki o anda saçlarımıza düşecekmiş gibi duran yıldızların şahitliğinde; bir devenin sırtında, Sahra'nın ortasında.

***

Eski dünyadaki kıtalar arası iletişim ağının en önemli taşıyıcısı sayılan, uzun/zorlu yolları aşarak medeniyetleri birbirine yakınlaştıran, tüccarları, seyyahları, savaşçıları ve âlimleri taşıdığı kervanından kültürel iklimin seyrine müdahil olan, insanlık tarihine iz bırakmış binlerce yıllık kadim yol arkadaşımız. Evet, eğri hâlinden nice doğruluklar neşet etmiş devenin hikâyesi bu. Çöldeki sabır taşının. Aşılmaz yollar ulağının. Deve, peygamberler bineği, yörük kamyonu, kum sandalı, sürrealist atlar gibi daima nalsız koşan, çöl gemisi, sadık refik, demir yoldaş, ayaklı kaktüs, Türk'e susuz süvari, uysal ama kini bâki.

Dünyayı adımlar durur, kuma batmaz çivili ayaklarıyla. Heybetli görünümünü bütünleyen; yağ deposu hörgüçleri, büyük kirpikleri, uzun bacakları, eğri boynu ve sırtındaki kamburuyla, bitmeyen yolları, zorlu fırtınaları ve kızgın çölleri insanoğlu için aşacak o sağlam ve sakin adımların sahibidir öncelikle deve. Sabırlı, dayanıklı, dirayetli, evcil, otçul, kanaatkâr, terlemez, dinlenmez, yünü bereketli, sütü şifalı, eti helal ve derisi kullanışlıdır. İnsana yoldaş, alabildiğine musikişinas, yumuşak huylu ve oldukça munis tabiatlıdır. Kum denizinde ağır ağır yol alan mütebessim çehreli bir sandala benzer. Yaban atalarından bugün değin varlığı ve doğası değişmemiştir. En güzellerinin adı da öyle; Kasvâ. Göçebe Türklere 2 bin yıldır, Karakum, Gobi ve Taklamakan çöllerini arşınlayarak eşlik eden develer, İpek Yolu'nun yorulmaz müdavimleri olarak "sefînetü's- sahrâ" (çöl gemisi) adıyla bilinirler.

Coğrafya itibarıyla Arap toplumuyla özdeşleşse de, aslında Türklerin kültür tarihinde, atla birlikte en önemli iki hayvandan biridir deve. Sözlü kültür edebiyatı içinde varlık bulan kuvvetli bir imge olarak, günlük hayatı belirleyen şiir, benzetme, atasözü ve deyimlerin vazgeçilmez tasvirleri arasında rastlarız ona. Bazı mitolojik anlatılarda sütüyle (ak-deve) ölüyü dirilten deve, nihayetinde kutlu binektir. Ongun hayvanlarla birlikle anılır. İye (koruyucu) vasfına sahiptir. Dede Korkut Hikâyeleri'ndeki yeri, Bayındır Han'ın bir deveyle güreşmesi, yani güç sembolü olması üzerinedir. Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han'ın seçtiği gibi, Buğra (erkek deve) adının kudret sahibi anlamındaki kullanımı Türk kültür evreninde oldukça yaygındır. Deve güzel olan her şeyin (kadın, variyet, itibar) ölçü birimidir. Varlığı güç ve berekettir. Deli Dumrul doğduğunda babası bu müjdeye karşılık dokuz buğra kurban eder mesela. Kızıl bir devenin üstünde beklenir yüceler yücesi.

Karada yaşayan hayvanlar arasında; heybeti, dirayeti, faydası, sabrı ve toplumsal hayat içindeki varlığıyla Türk'ün kıymetlisidir. Güzelliği tescillenir, adına dövüşler tertiplenir. Savaşçının sınanma öncesindeki hazırlık aşaması, ardından kendine taraftar toplaması ve nihayetinde er yiğitler gibi meydana çıkmasını simgeleyen, bu hâliyle eski Türk töresine ait kültürel bir yolculuğu da anlatan hikâyesiyle, kutlu bir bayram olan deve güreşleri, en az atlı cirit kadar önem arz eden bir folklordur. Orta Asya steplerinden Anadolu'ya taşınan bu kadim kültürü bugün hâlâ yaşatan Türkmen (Müslüman Oğuz) boyları için deve güreşleri, tarihsel devamlılığı içeren, töreye saygının olduğu her hâliyle has bir Türk şenliğidir. Deve güçlü bir hafızaya sahiptir, çölde yolunu kaybetmez, yolları, tepeleri, kaynakları ve kum dağlarını ezbere bilir. Sırtındaki yarım ton yük ve aç-susuz hâliyle, günde 160 kilometre yol alabilen, oldukça geniş bir coğrafyaya yayılan varlığıyla, medeniyetler tarihi içinde çok özgün bir yere sahiptir.

Şütürnameler anlatır onu. Sabâ melikesi Belkıs'ın Hz. Süleyman'a sunduğu hediyelerinin yola düştüğüne, Asur kraliçesi Semiramis'in Stabrobates'in fillerini ürkütmeye çalıştığına, İsrâiloğullarının meşhur Bâbil sürgününden döndüğüne, Kâbe'yi yıkmaya gelen Ebrehe'nin ebabillerine, Perslerin Lydia süvarilerini alt etmelerine, Hz. Yakub'un ailesini Kenân ülkesine götürmesine; eşlik ve şahitlik eden de, Hz. Nûh'un yeniden doğuş gemisinde, Hz. Eyyûb'un sabrına karşılık aldığı mükâfatta, Hz. Sâlih'in mucizesinde, Hz. Yahyâ'nın giydiği elbisenin yününde var olan da yine odur. Boynu eğri, yolu dosdoğru; deve.

Kederli bakışları, gülümseyen yüzü ve kanaatkâr haliyle; dünya denizinde bir sabır gemisi olarak ikamet eder deve.

EĞRİLİĞİNİ BİLEN DOĞRULUR

Develer mûsikîden anlayan, kulakları ritim duygusuna yatkın, müziği duyunca mest olan hayvanlardır. Hâdî adı verilen güzel sesli deve sürücülerinin uzun çöl yollarında develerin yürüyüş ritmine uygun bir melodiyle okudukları maval ve hidâlarla coşan, sırtındaki yükü ve zorlu çölü unutup, uzun yollara revan olan develer için müzik, hâdî tarafından kullanılan ritimli bir vites değiştirme eylemidir aslında. Her kervanın bir hâdîsi vardır. Kafilenin en arkasında tutturduğu ritmi develerin ayaklarına bağlayan hâdînin şarkılarıyla hareketlenen develerin yere batmaz çivili ayakları, sıcak kumların üzerinde büyük bir coşkuyla salınmaya başlar. Kervan gece mola verdiğinde ise devenin o ritimli ayaklarından biri, kaçmaması için yarım katlanarak bağlanır. Akıl kelimesi Arapçadır malum. "İkal" kökünden gelir, "ayak bağı" anlamındadır. Develerin ayaklarını bağlamak için kullanılan akıl, ayak bağıdır, devenin yalnız başına çöle kaçmasını engeller. Akıl bağı koparsa deve rehbersiz kalır, iştahla (hırsla) bulduğu hareselere (diken) saldırır ve uyuşan ağzıyla zehirlenene kadar bütün dikenleri yiyebilir.

Bu deve meseline bir çengel olarak; nefsini ve hırslarını, akılla bağla o hâlde, kendini çölle terbiye et. Şarkını duyduğun anda ise hemen menziline doğru yol al. Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt: Herkes ve Hiç Kimse İçin Bir Kitap (Also sprach Zarathustra) adlı anıt eserinin üç dönüşüm'ü (deve-aslan-çocuk) anlattığı bölümünde, tin'i, ilk olarak deveye dönüştürür. Üstinsanlığın ilk koşulu (evresi) olan deve, yükleri kendine çağıran, bütün zorlukları aşkla ve sabırla kucaklayarak, hayatla çarpışmayı göze alan bir simgedir (aşama). Çöl ise, gayesini aradığı bir yükselme/ufuk sahasıdır. Çölde aslan kesilmeden önce deve olmanın idrakine varmak şart. Felsefenin alanından devenin meşhur "boynun niçin eğri?" sorusuna verdiği "nerem doğru ki?" cevabında saklı hikmetlere gelecek olursak eğer, bunlardan ilki; o eğriliğin aslında dosdoğru yaratılmışlığı anlatması üzerinedir. Devenin, yükünü sırtlanması için o kavisli denge hattına ihtiyacı vardır çünkü, bu doğruluğu gösterir. Görünen kusur, bakan gözün niyetinden ibarettir.

İkinci mesele ise; devenin kambur sırtı, kavisli boynu, orantısız ayakları ve nalsız toynakları gibi "eğrilikleri" çölde bulunması sebebiyle uyumlu ve dolaysıyla dosdoğrudur. Yine de nerem doğru ki demesi, aslında sitem değil, gözün niyetine doğru dervişane bir bakıştır. Ancak eğriliğini bilen doğrulur zira. Anayurdu Kuzey Amerika'da beş bin yıl önce ehlileştirilen, dayanıklı yapısıyla insanoğluna her daim yoldaş olan, ticaret kervanlarıyla dünyayı, hecin süvarileriyle savaşları, uzun yol kafileleriyle kültürleri etkileyen, kederli bakışları, gülümseyen yüzü ve kanaatkâr haliyle; dünya denizinde bir sabır gemisi olarak ikamet eder deve. Develer çölde arka arkaya dizilerek büyük bir sabırla menzillerine doğru yürürler. Onlar çölün ruhundan bir parça taşırlar. Sonsuzluğun içinde yol almanın bütün sakinliği sinmiştir üzerlerine.

Refik Halid Karay'ın Yezidin Kızı romanından bir pasajla bitirelim; "Niçin develer çölde hasta başında yürüyenler gibi ihtiyatlı ve yumuşak adımlarla kayıp gidiyorlar? Zira çölün ruhu çok fazla gürültü ve hürmetsizlik istemiyor; kutsiliğini bozanları cezalandırmaya hazır bir hâli var. Onun içindir ki develerin sırtı bu korkuyla kamburlaşmıştır sanıyorum; sanki geviş getirmiyorlar, çölün boşluğunda dönen o korkunç ruhu teskin için tehlil (kelime-i tevhid) hâlindedirler ve dişleriyle tespih çekiyorlar!"

Hâlâ bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı?