Ekmek yiyişin kaya gibi sağlam

ccns
ccns

Tüm yurda salma saldılar. Haber gönderdiler. “Bir hayır işimiz, birsevdalı kardeşimiz, bir de güzel planımız var. El atın kurtaralım Zakir’isevda çukurundan.” dediler. İnsaf sahipleri ceplerini yokladı. Yurdunhemen hemen her odasında bir sevdazede vardı zaten. Kendisi de sevdalıolanlar bugün Zakir›e yarın bana diyerek ne var ne yoksa verdiler.

Saçları sarı ve düz, gözleri bildiğin yeşil zeytin. En basit mesele onun dilinde baldan tatlı bir şey olur. Taşradan kumaş pantolon, gömlek üstüne örme süveter ve ceketle fakülte koridoruna ışınlanmış Zakir için bu kız güzelden de güzel bir şeydi.

Zakir, severek her kapıyı açabileceğini zannedip yola düştü.

Kız “ay ne otantiik” dediği için süveterini hiç çıkarmadı.

Kız “Ne kadar demli içiyorsun çayı” dediği için çayı sadece dem çekerek içmeye başladı.

Kız “ Ekmek yiyişin çok şey, ne bileyim kaya gibi sağlam“ dediği için bir tabak kurunun yanında üç ekmek yemeye başladı.

Kız, “Zakir müzik zevkin çok şarklı.” dedikçe sek Müslüm dinlemeye başladı. Bir ara Hüseyin Altın dinlediyse de bünyesi kaldırmadığı için Müslüm›de karar kıldı.

Lafı uzatmayalım kız bizim Zakir’i belgesel seyreder gibi oryantalist bir merakla ve garipseyerek izledikçe Zakir daha kederli daha sevdalı ve sonuçta daha yaralı bir adam oldu.

Zakir kızın adını öğrendiği gün haşa sanki derviş zikri gibi Şeyda Şeyda diye diye arşınladı sokakları.

Zakir’in arkadaşları fakülteden değil yurttandı. Taşralılar okudukları yerden değil yatıp kalktıkları, karınlarını beraber doyurdukları yerden arkadaş bulabiliyorlardı. Zakir’in kendisi gibi süveterli, kumaş pantolonlu arkadaşları onun Şeyda sevdasından dolayı her gece pofurdamasından yoruldular. Nasıl bir kızmış bu Şeyda diye Zakir’in fakültesine gelip türbe ziyaret eder gibi saygıyla Şeyda’yı gördüler. O zaman Zakir’e hak verdiler. “Oğlan yansa değil ya kül olsa yeridir. Bu Şeyda yengemiz adamı bitirir.” dediler. O günden sonra yurttaki arkadaşları her akşam kalbi yaralı Zakir’i yokladılar. Odasına kapanıp kalmasın diye zorla da olsa dışarı çıkardılar. O günlerde yurttan bir çocuk ne niyetle bilinmez “Mavi Bir Ölüm” isimli şiiri telefonundan açarak dinletti Zakir’e. Şiiri Seyfullah Kartal okuyordu. Ömer Çelik yazmıştı. Siyaset koridorlarına girmeden evvel Ömer Çelik’in vardı böyle baharatlı işleri. Zakir’in örgü süveterinin hemen altında çırpınan sevdalı yüreği şiire dayanamadı. Zakir yatağa düştü. Zakir’e şiiri dinlettiren genci yakaladılar. Konuşturdular. Meğer örgüt mensubu falan değil bildiğin saf bir şeymiş. Çocuğa dediler ki Zakir’e sevda yarasından bir şey olursa seni fakülte girişindeki bayrak direğine asacağız ona göre. Çocuk Zakir’in arkadaşlarının Zakir’i bu kadar sevmelerine şaştı. Ve nerden geldiği bilinmez bir cesaretle dedi ki erkekseniz kızı kaçırın da Zakir bu dertten kurtulsun yoksa yurt köşelerinde fakülte kantininde sefil olur bu çocuk. Şiir dinleten çocuğun böyle olur olmaz yerden ateş etmesine şaşırdı Zakir’in arkadaşları. Ama çocuk haklıydı.

Zakir’i ikna ettiler. Kızı kaçıracaklardı. Plan hazırdı. Ekip hazırdı. Ama para yoktu. Tüm yurda salma saldılar. Haber gönderdiler. “Bir hayır işimiz, bir sevdalı kardeşimiz, bir de güzel planımız var. El atın kurtaralım Zakir’i sevda çukurundan.” dediler. İnsaf sahipleri ceplerini yokladı. Yurdun hemen hemen her odasında bir sevdazede vardı zaten. Kendisi de sevdalı olanlar bugün Zakir’e yarın bana diyerek ne var ne yoksa verdiler. Ama koskoca yurttan çıkan para ile değil Şeyda›yı kucaklayıp kaçırmak. Fakülte kampüsünden dışarı çıkarmak bile zordu. Zakir tüm yurdu dolaşıp arkadaşlarıyla kucaklaştı. “Veren de vermeyen de sağ olsun biz niyet ettik ama olmadı. Kısmet değilmiş. En azından canımız sağdır. Sevdiğimiz sağdır. Bu kapı kapandı bakalım hangisi açılır?” dedi. Zakir’in muhtar adayı gibi herkesle kucaklaşması yurttaki çocukların hoşuna gitti. Hem sevdalı hem hakikatli çocuk dediler. O gece Zakir’in arkadaşları arasından kafası, kalbi ölmemiş bir genç dedi ki Şeyda yengemizi kaçıramaz madem yemeğe götürsün. Beraberce yemek yesinler. Belki bir ışık görünür Zakir’e.

Bu fikir akıllarına yattı. Zakir’i giydirdiler. Yurdun her odasından bir şey geldi. Kimi en sevdiği kravatını kimi en lacivert takımını verdi. Örgü süveteri çıkartmak istemeyen Zakir’i birazcık döverek ikna ettiler. Elde çiçek yürekte sevda ile Şeyda’nın karşısına geçmeyi beceren Zakir bir de yemeğe götürdü Şeyda’yı. Yemek sırasında her zamankinden daha çok ekmek yiyen Zakir’i arkadaşları uzak bir köşeden seyrettiler. Zakir ekmek yemekten konuşmaya vakit bulamayacak diye çok korktular. Ekmek yemenin sonu olmadığını anlayan Zakir nihayet geriye yaslandı ve Şeyda’ya dedi ki öleceğim herhalde. Sevdan başıma ne işler açtı? Koskoca yurt her işi bıraktı benim derdime düştü. “Eee…?” dedi Şeyda. Zakir bu sefer yediği ekmeklerin hakkını verdi. “Eee’si yok. Seviyorum!” dedi. Şeyda o zaman kocaman yeşil gözlerinin ne işe yaradığını gösterdi. Şaşırmak bu kadar güzel olur muymuş? Bir insan bu kadar essah şaşırabilir miymiş? Şeyda şaşkınlığından çabuk sıyrıldı. “Eh Zakir sana aşk olsun.” “Oldu zaten” dedi Zakir. “O manada değil sana yuh olsun manasında aşk olsun diyorum. Neredeydin haftalardır senden bir haber bekledim. Hiç sormayacaksın sandım. Ben de seni seviyorum.” dedi. Zakir o zaman çorabını çıkarıp halaya durdu. Köşede bekleyen arkadaşları da ona katıldılar. Ortada Şeyda etrafında alehey eden gençleri görenler gelecek neslin ne hale geldiğini düşünüp kafa sallayarak “cık cık” ettiler. O hengâmede Zakir Şeyda›nın kulağına fısıldadı. “Şu önündeki ekmeği yemeyeceksen ben yiyeyim. Zayi olmasın yazık.”