En mavi göz

Bir çift yeni ayakkabı gibi mavi gözler ister küçük siyah kız çocuğu.

Mutsuzluğun en koyusu senden önce aynı yerde yaşayan ve aynı dili konuşanların bilmediği bir mutsuzluktur. Sana isabet etmiştir ve bununla başa çıkmasını henüz keşfedememişsindir.

Mutsuzluğun en koyusu senden önce aynı yerde yaşayan ve aynı dili konuşanların bilmediği bir mutsuzluktur.
Mutsuzluğun en koyusu senden önce aynı yerde yaşayan ve aynı dili konuşanların bilmediği bir mutsuzluktur.

Mutsuzluğun en koyusu senden önce aynı yerde yaşayan ve aynı dili konuşanların bilmediği bir mutsuzluktur. Sana isabet etmiştir ve bununla başa çıkmasını henüz keşfedememişsindir. Siyah bir kız çocuğunun varlığını görünür kılmak, önemli olmak ve yok sayılmamak için inandırıldığı “bir çift mavi göz” ihtiyacı uzun bir mesafe kat edip bize “var olmamız için satın almamız gerekenler” olarak geldi. Hayır kolay bir tüketim eleştirisi gelmeyecek tam buraya. Araba, mobilya, elektronik vs. değil bizim “bir çift mavi gözümüz”. Mesela sosyal medyadan bir ahlak satın alıyoruz, tarihten nostalji, siyasetten kişilik…Herkes her şey olabileceği için kimse hiçbir şey olamayacak bu durumda. Olasılık çok, olanak az. Çünkü geniş zamanda kurulan cümleler işlevini yitiriyor, sadece “şimdi” var. Ne demekti “modern” kelimesi Latin dilinde?

“Yalnızca şimdi”.

***

“Güzellik hülasa edilemez” diyen şair aynı zamanda şunu söylüyor; “İnsan kendi benliğine tepeden tırnağa silahlı girmeli”. Şimdiki zamanı paylaşan bizlerin en büyük marifeti “güzelliği hülasa etmek” yani özetlemek. Bir diğer marifetimiz de “Benliğimize karşı tam bir silahsızlanma halinde olmak”. Güzelliği; uzun uzun, ilhamın damlalarının sabırla süzülerek surete düşmesinin o ilk anını hayal ederek, anlamaya çalışarak, kendi iç saatimizi tarihin kıyısına iliştirerek izlemek ne satılabilir ne satın alınabilir. Özetlenip paylaşılamaz, öz geçmişlere, profillere konulamaz. Özetlenebilen güzellik gerçek değildir. Siyah bir kız çocuğunun masmavi gözleri gibi yersiz ve dehşetlidir.

Sabır, şükür ve vecd… Tepeden tırnağa silahlı üç adam gibi modern benliğimize girip tarumar etseler, içimizdeki bu yıkıntının güzelliğinden mest oluruz. Uçsuz bucaksız steplerinde insan olmanın, varlığımıza gözümüzün erişemediği mesafeler kazandırırız. Çünkü insan, elini kaşlarının üzerine çatıp şöyle bir baktığı zaman uzaklara, kendisine gitgide yaklaşır. Gözlerini alan güneş, görüşünü de almaz. Sabrederek menziller arasındaki çakıllı yollara, kanayan ayaklara şükrederek, güzelliği sadece vecd halinde görebilmeyi diler. Sermest ve serbest…