Entelektüel züppelik, Ramazan-ı Şerif ve Natalie Portman

Cins Oturum.
Cins Oturum.

Aykut: Az önce sizi beklerken, Furkan Bey ile okuduğumuz kitapları saydık; Furkan Bey benden daha fazla okumuş bu ay.

İsmail: Geçtiğimiz ay hepiniz benden daha çok okumuşsunuzdur. Çünkü ben günde yarım saat Zemahşeri Tefsiri okuyorum.

Yusuf: Müslüman insan…

İsmail: Sen ne okudun Rıdvan geçtiğimiz ay?

Rıdvan: Abi İsmet Özel’in Tahrir Vazifeleri’ni okudum.

Aykut: Öyle kitapları ‘yeniden okudum’ diye söyleyeceksin.

Rıdvan: Ama ilk defa okudum abi.

Aykut: Hayır, öyle olsa da yeniden okudum diyeceksin.

İsmail: Klasiğin tanımı şöyle miydi; bu aralar yeniden okuyacağım dediğin ama asla hiç okumamış olduğun kitaplara klasik denir. Mesela aranızda başından sonuna bir Stendhal romanı okuyan var mı?

Aykut: Ben varım.

Furkan: Ben de okudum.

Aykut: Hem de baya bir kitabını.

İsmail: Vaktiyle ben de okudum. Peki, başka birini sorayım: Balzac okuyan var mı?

Yusuf: Okuduk tabi…

Aykut: Hepsini demeyeyim ama okumaya başladığım dönemde Türkçedeki hemen hemen bütün kitaplarını okudum.

Furkan: Onlarda değil ama modern klasiklerde bir sorun var. Şöyle bir şey var abi; dünyada bunun cevabı aranıyor. İnsanlar neden Joyce’u okumak yerine Joyce’un hayatını okuyorlar?

İsmail: Cevap veriyorum; çünkü Joyce okumak çok sıkıcı ama Joyce’un hayatı eğlenceli. En güzeli izlemek bence, yenice bir Salinger biyografisi izledim. Adamdan tiksindim. Kadın düşmanı, etrafındaki herkese bir şekilde zarar vermiş. Yazmak için çekildiği kulübesinin kapısına gelen kızına kapıyı açmayan bir manyak. Bir de ben son zamanlarda şöyle bir yere geldim abi, Salinger özelinde söyleyeyim: Yazmak için çekildiğin kulübenin kapısını çalan öz kızınsa her ne yapıyor olursan ol, açarsın o kapıyı. Allah belanı versin yani. Putperest, kendi yazdığına tapıyor. Kendini Allah zannediyor.

Yusuf: Ama bu övgü ile bahsedilen bir şey.

İsmail: Entelektüalizm hastalığı ile mustarip kıçı kırık adamlar bundan övgü ile söz ediyor. Yazma lan o romanı, bir kız çocuğunun gözyaşlarına değer mi ulan dünyadaki herhangi bir roman… Vay efendim, Salinger büyük yazar. Büyük yazar olabilir, Salinger aptalın teki! Kendi kızının büyümesini kaçırmış adama yazar denir mi? Bu neymiş ya… Allah belasını versin sizin atacağınız havanın.

Furkan: Aykut Ertuğrul da geçen gün öykü yazacağım diye Ömer Muttalip’i parka götürmedi abi.

Aykut: Ama o kız değil, oğlan olunca o kadar dokunaklı olmuyor.

İsmail: Oğlum az şurada oyun oyna, deyip…

Furkan: Adam edebiyat yapacağım diye çocukları tabletle büyüttü.

Aykut: Tamam, kayıtlardan çıksın burası.

KÜLTÜREL ZÜPPELİKLER

Yusuf: Konuya dönecek olursak; Salinger’ın yaptığının tanımı var; kültürel züppelik dediğimiz şey bu. Bundan övgüyle bahsedilme işi de cabası. Sanatçılık falan… Belki orayı eşeleyebiliriz.

Arda: Abi bu biraz da şeyle alakalı değil mi? İlhamın kendisinden kaynaklı olduğunu düşünüyor ve kimse dokunmazsa ve yeterince zorlarsa onu kendi içinde keşfedeceğini düşünüyor.

Yusuf: Bu da kibir. Mesela yazma uğraşı dediğimiz şey, hayatı anlamak ve hayatı yorumlamak amacındadır. Böyleyken hayatın önüne geçemez.

Furkan: Abi Salinger’ın kızını dışarıda bırakması bir yazma tutkusundan ziyade, psikolojik bir sıkıntı.

İsmail: Abi bak ben buna şöyle tahammül edemiyorum; oyuncularına zulmettiği için ballandıra ballandıra anlatılan yönetmenler vardır. Kubrick öyle, Hitchcock öyle… Arkadaşım zalim bunlar, zalim. Sanat eserini, zulümle ortaya koyuyorlar. En nihayet Kubrick dediğin adam Full Metal Jacket’ta şunu yapıyor; bombaları yerleştiriyor ve herkese de yerini gösteriyor… O bombalar da öyle, insan yaralar cinsten. Ölümler istediği gibi olmayınca, bombaların yerini kimseye söylemeyip şuradan koşacaksınız, bombalar patladığında lütfen ölün diyor. Bunu hangi sanat için göze alabilirsin ya? Senin yaptığın zulüm. Zalimsin sen. Şimdi, sanatçı olmak, yönetmen olmak, oyuncu olmak sana başka bir tanım mı kazandırıyor. He bu zalim değil, tamam, mı diyeceğiz. Bunu reddediyorum abi ben. Temelden reddediyorum, bir film eksik yaparız.

Furkan: Bir zaman sonra bu sanatçı yaptığı işe kutsiyet yüklüyor. Kutsiyet yükleyince de işin rengi değişiyor.

Aykut: Baudrillard bir kitabında diyor ya kaybolan kutsallığın yerine sanatı koydular. Sanatçılar da bu yeni dinin rahipleri. O yüzden dokunulmazlar. O yüzden istediklerini yaparlar ve o yaptıkları sanat başlığı altında kalır.

Furkan: İşin ahlaki ve insani boyutunu kolaylıkla göz ardı edebilecekleri bir meşruiyet zemini kazanıyorlar abi. Sadece sanatçılar değil, gazeteciler de öyle değil mi? Adam gazetecilik adı altında her bir haltı bu mesleğin kutsallığı üzerinden meşrulaştırıyor. Adam gazetecilikten bir dinden bahsede gibi bahsediyor.

Yusuf: O halde; hayatı anlamak ve yorumlamak uğraşlarının hiçbiri hayatın kendisinden daha önemli bir yere koyulamaz; konulursa bu hastalıklı bir tavırdır, diyelim.

İsmail: Çok doğru. Sanatçının kendini kutsallaştırması meselesine tekrar eğilecek olursak; Füsun Demirel diye bir oyuncu var. Fena da oyuncu değil ha Züğürt Ağa’dan beri biliriz. Hiç fena bir oyuncu değil. Türkiye’nin en sıkıntılı döneminde, terörle mücadele döneminde tuttu dedi ki bir gerilla annesini oynamak isterim. Sonra da yapımcılar, yani reyting canavarı yapımcılar Füsun Demirel’e dizilerinde iş vermediler. Füsun Demirel de geçenlerde ağladı; bana kimse iş vermiyor dizilerinde diye. Yürekli yapımcı bulamazsın; çünkü burası kapitalist bir alan. Dizi yapıyorsun en nihayetinde senin ne kutsallığın var. Adam diyecek ki; “Ben gelen 50 bin tweetin tepkisini göze alamam.” Yapımcı sana tabii ki iş vermeyecek. Ya bunu neredeyse çocuksu bir acemilikle; nasıl olur ya, “Ben istediğimi söylerim yaptığım her şey de yanıma kar kalır çünkü ben sanatçıyım” ‘aptallığıyla’ yapıyor. İnanılmaz bir örnek bence Füsun Demirel. Ben dilediğimi söylerim, bunun da herhangi bir tepki ile karşılaşmaması gerek; çünkü ben sanatçıyım. Ne sanatçılığın var? Star televizyonunda yayınlanan bir dizide başrol altı roldesin. Diziyi de sanat kabul ediyor ya; dizi de sanat.

DÜRÜST OLURSAN HOLLYWOOD’DA ŞANSIN YOK!

Yusuf: Buradan başka bir yere geleyim mi; Natalie Portman’a. Malum İsrail’de kendisine verilecek bir ödülü reddetti. İsrail’deki yankılarını biraz takip ettim. Dışişleri bakanı bile açıklama yapmış. Onun oynadığı hiçbir işe bilet almayın, diye.

Furkan: Fakat orada yanlış anlaşılan bir şey var abi. Sosyal medya ilk bakışta gördüğün şeye inanmak üzerine kurulu ya… Natalie Portman İsrail’i reddetmiyor; Natalie Portman İsrailli bir Yahudi olarak oradaki siyasi iktidarın muhalifi. Netenyahu’nun muhalifi… Reddettiği şey, Siyonizm ya da İsrail değil. Natalie Portman’ın öyle bir geçmişi de yok zaten.

Yusuf: Ama ona rağmen linç ettiler.

Furkan: Linç ederler o ayrı ama Natalie Portman aziz değil. Natalie Portman daha önce de Netenyahu’ya muhalifti yani bu şu; bir Amerikalının Trump’a muhalif olması gibi; onun yerine Clinton’ı istiyor. Ve buna da insani bir bahane buluyor. Mesela diyor ki; Amerika Irak’ı bombalıyor… Demokratlar gelse bu olmayacak, diyor.

İsmail: Yani Natalie Portman açısından sorun İsrail’in bölgedeki varlığı falan değil.

Furkan: Değil tabii ki…

Aykut: Açıklamasında Filistin’de yapılanlar geçmiyor mu?

Furkan: Gazze geçiyor. Ama biraz böyle değerlendirmek lazım gibi geldi bana.

Arda: Bir Ronaldo değil diyorsun yani abi…

İsmail: Ronaldo adam ya…

Arda: Ronaldo Ballon d’Or’unu satıp bağışladı işte.

İsmail: Hakikaten bağışladı değil mi ya…

Arda: Öyle geçti haberler de; bu ilk de değil. Daha önce de çok yardımı olmuştu.

İsmail: Hatta bir A Haber ağzıyla söyleyecek olursak; “Ronaldo Müslüman mı oldu” haberlerine konu olacak kadar çok dolaştı bir ara.

Yusuf: Fakat şu açıdan önemli bir örnektir Ronaldo; uluslararası bir kültür endüstrisi var ya. Sistemin dışında bir şey söylediğin zaman baskı altına alıyorlar seni; ‘yok sayıyorlar’ meselesini kırabilecek bir örnek, doğruysa eğer. İşini iyi yaptığın sürece hiç kimse seni yok sayamaz. Ne yaparsan yap.

Furkan: Futbolcu olduğu için öyle abi…

İsmail: Hollywood’da şansın yok, Mel Gibson’ın şansı oldu mu?

Furkan: Real Madrid, Ronaldo’yu kadro dışı bırakamaz. Bundan dolayı tamamen.

İsmail: Yusuf’un bıraktığı yeri biraz derinleştirmek adına söylüyorum. Mel Gibson abi, olağanüstü başarılı bir oyuncu olmasına rağmen, olağanüstü başarılı bir yönetmen olmasına rağmen. Hazreti İsa’yı Yahudilerin öldürdüğünü anlattı diye, başına gelmedik bırakılmadı. Yok ettiler neredeyse Mel Gibson’u. Biraz tuhaf ama böyle. Yani endüstri endüstri bakmak lazım olaya.

Furkan: Kültür endüstrisinin içinde yok olursun abi…

Yusuf: Hususen sinemada.

Furkan: Abi biz biraz bu kültürel iktidar meselesini açtığımızda; bize bu meseleyi somutlaştıracak bir imkân tanınmadı. Malum sebeplerden dolayı… Fakat dünyanın en büyük 20 tane yayıncısının son iki yılda bastıkları düşünce kitaplarına baktığın zaman üç konu görüyorsun: Feminizm, Eşcinsellik ve Çevre… Dünyanın üçünden başka herhangi bir derdi yokmuş tablosu çıkıyor.

Aykut: Filmler, diziler de bu söylediğine dâhil.

Furkan: Tabii, dünyanın başka hiçbir derdi yokmuş gibi… Milyonlarca insan ölüyor, göçler var, ekonomik sıkıntılar var, ne bileyim gelir dağılımı eşitsiz… Bir sürü kriz varken; Feminizm hakkında hepsinden daha fazla kitap üretiliyor. Yani Feminizme daha çok alan açıyorlar. Biz bu Feminizm tartışmaları sosyal medyada birisi tweet attı da başladı zannediyoruz ama bu endüstri daha önceden inşa edildiği için biz bugün burada Müslüman Feminist kızları görüyoruz.

İsmail: Ya çok tuhaf, yani senaryoya neredeyse hiçbir katkısı olmamasına rağmen; La Casa De Papel’de, herkesin izlediği İspanyol dizisinde…

Arda: Oslo muydu?

İsmail: Oslo ya da Helsinki’ydi, ikisinden biriydi. Yani senaryoya o kadar yapıştırma duruyor ki… Hani doğal akışında bir şeyler gerçekleştirecek olurlar da dersin ki adam hikâyeyi derinleştiriyor. Onu da anlamıyorsun tabii de…

Arda: Her diziye bir tane eşcinsel lazım işte abi… Olay bundan ibaret.

İsmail: Hikâyeye hiçbir katkısı yok.

Arda: Ve bahanesi de şuydu sanırım; bir süre boyunca savaştaydım, bir süre de hapishanedeydim. Sadece erkekler vardı. Çok komik değil mi abi? Bu mu yani?

Furkan: Şimdi ben Lilly Hammer diye bir dizi izlemeye başladım. Birinci sezonda hikâyenin hiçbir yerinde eşcinsellikle alakalı bir şey yok. İkinci sezona başladım bir anda hikâyenin konusu mülteciler oldu. Aha dedim, Norveç, göç, mülteciler falan… Napıyor bu adamlar, dedim. Abi hikâyesini anlattıkları siyahi mülteci gay oldu. Ve onun üzerinden bir eşcinsellik hikâyesi anlatmaya başladılar ve bir anda hikâye, acaba gerçekten oraya mı gidiyor dediğimiz hikâye, siyahi bir eşcinselin Norveç’te yaşamasıyla alakalı bir şey oldu.

İsmail: Yalnız daha da azınlık bir kimlik icat edebilmeleri için o Afrikalı Müslüman olabilirmiş mesela. Fakat bu böyle böyle nereye gidecek?

Furkan: Enteresan.

İsmail: Böyle deyince de hemen homofobik.

Furkan: Anti-semitist gibi bir şey oldu bu.

Yusuf: Bunla mücadele etmenin en kolay yolu direk ağzına kürekle vurmak. Anti-semitizm meselesini bir bayrak olarak kullananlara yapmamız gerektiği gibi… Başka türlü bununla mücadele edilemez.

İsmail: Abi ben mesela yazdım, “Sorun Siyonizm değil, Yahudilik” diye. Bizim mahallenin falan insanları da; “Abi naptın sen…” Ben naptım arkadaş, müesses Yahudilik ırkçıdır, faşisttir. Şimdi bunu konuşmayalım mı yani? Kendisi dışındaki tüm ırkları kendisine hizmet etmek üzere yaratılmış ırk saymak adamların imani meselesidir. Akaididir yani… Siyonizm, asıl sorunun Yahudilik olduğunu ortadan kaldırmak için bulunmuş, uydurulmuş bir ideolojik yönelim. Ya bunu konuştuk diye, bizim mahallenin insanı “Ama niye öyle diyorsun” falan diyor. Manyak mısın? Meseleyi görmüyor musun? Ama görmüyoruz meseleyi, hiçbir zaman görmeyeceğiz.

İsmail: Arda aramızda en seküler adam sensin diyebilir miyiz?

Arda: E, diyelim abi.

İsmail: Sence sekülerizm bir din mi? Ya da ilerleyişi bir din gibi mi?

Arda: Değil abi, olur mu? Muhafazakârlık bir din mi sence?

İsmail: Değil, daha çok bir yaşam yönelimi. Sekülerizm de mi öyle?

Arda: Seküler biri sekülerizmi din olarak algılıyorsa bile sekülerizm din olmaz, mevcut ya da baskın dine karşıtlık veya din düşmanlığı olur ama yine din olmaz.

İsmail: Geçen gün kafası karışık biriyle konuştum. Sekülerizm basitçe günaha günah dememektir, dedim. Hiç öyle değil, diyor. Deistim, sekülerim, hiç öyle düşünmüyorum, dedi. Ben de dedim ki kategori olarak günah diye bir kategoriyi kabul ediyor musun sen? Etmiyorum, dedi.

Arda: Ama bu onu seküler yapmaz ki…

İsmail: Deist olmak aynı zamanda seküler olmak manasına geliyor. Vicdanı ve ahlak kaidesini insanda başlatıp insanda bitirdiğin an sekülersin.

Yusuf: Günahı kategori olarak kabul etmiyorsa deist değil bence. Direk gâvur. Bu bağlamda belki farklı yorumlayana seküler demek lazım.

İsmail: İnsanlar bu söyleşiyi okurken Arda. İki basit gerçekle karşılaşmış olabilirler. Birincisi Ankaragücü her şeye rağmen Süper Lig’e çıktı; ikincisi Samsunspor küme düştü.

Arda: Samsunspor, inşallah düşmez ama artık kaçınılmaz gibi gözüküyor.

Aykut: İnsanlar bu söyleşiyi okurken bir de Ramazan geliyor abi.

Yusuf: Ramazan’ı nasıl idrak etmeliyiz İsmail Bey?

Aykut: Siz bu satırları okurken biz şu an olduğumuz hâlde olmayabiliriz.

İsmail: Okurlarımızın Ramazan-ı Şerif’i mübarek olsun ama Ankaragücü ve Samsunspor konuşmak istiyorum. Lütfen manipüle etmeyin. Ankaragücü şuna rağmen çıktı Arda. Neredeyse ligdeki bütün takımlardan daha kısıtlı bir kadro derinliği vardı ve daha az desteği vardı. Ben mesela artık belediye takımı denen şeyden neredeyse nefret ediyorum. Sen belediyesin ya, çek spordan elini.

Arda: Ya da destekleyeceksen de böyle destekleme.

İsmail: Ya da destekleyeceksen de böyle destekleme. Siyaseten müdahale edilerek desteklenir mi abi? Koca Samsunspor camiası da kayyuma düştü. Endüstriyel futbolun şehir takımlarına yaptığı kötülüklerin son örneği olmayacak sanırım.

Arda: Aslında abi bunun sebebi endüstriyel futbol değil; bunun sebebi kişilerin ahlaksızlığı… Tamam taraftar grupları olarak, ultraslar olarak endüstriyel futbola karşı olmak bir duruştur elbet, protest bir duruştur. Bunu bir kenara koyalım ama Samsunspor’un başına gelen şey endüstriyel futbolla alakalı değil. Yakın örnek olduğundan Samsunspor özelinde söylüyoruz ama bu genel bir problem aslında. Mesele kişilerin ahlaksızlığı; para kendi cebinden çıkmıyorsa kolay harcayabiliyorsun. Belki de tüm kulüpler şirketleşmeli.

HURMA MI, PİDE Mİ?

İsmail: Peki o hâlde son soru: Hurma mı pide mi Aykut Bey niçin?

Aykut: Pide, çünkü Yozgatlıyım. Her zaman ekmaanan yerim.

İsmail: Yusuf?

Yusuf: Tartışmasız hurma. Çünkü Resulullah’tan hatıra taşır.

İsmail: Arda?

Arda: Hurma, çünkü madem seküler olduk, hazır Ramazan gelmişken fazla kilolarımızdan da kurtuluruz. Senden de bir ara hurma diyetini alırım.

İsmail: Ya çok iyimiş. Hurma diyeti inanılmaz gerçekten, 21 hurma ve 2 kase yoğurt. Furkan Bey, pide mi hurma mı?

Furkan: Abi iftardan bir saat önce sorsan bu soruyu hurmalı pide yok mu derim.

İsmail: İyiymiş. Ben de oyumu pideden yana kullanıyorum. Çünkü “ekmek sıcak, Allah güzel, sen iyi…”

İsmail: O zaman, eyvallah.