Erbain'de şehir ve şehirlilik

Batı şehirlerinin sağlıksız yönleriyle taklit edilmesi sonucu şehirlerimiz milli kimliklerini kaybetti.
Batı şehirlerinin sağlıksız yönleriyle taklit edilmesi sonucu şehirlerimiz milli kimliklerini kaybetti.

Şehirli evine çiçekle giden, tüketen, mevsimine göre hayatını yaşayan, geceyi saatlerine bakarak anlayan, demokrat ve dindar, ilgileri kaypak, ihanetleri zarif, zevkleri pahalı, cesaretleri ucuz bir insan.

Başka bir dergide yayımlanan bir yazımızda Sezai Karakoç'un şiirlerinde şehir ve şehirlilik konusunu ele almaya çalışmıştık. Cins'teki bu yazımızda ise Erbain şiirleriyle sınırlı olmak kaydıyla şehir ve şehirliğin İsmet Özel'de nasıl bir karşılık bulduğuna bakmak istiyoruz.

Özel'in de Karakoç gibi şehirle başının pek hoş olmadığı söylenebilir.

Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir Uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor domuzuna ölüyor bankerlere durarak noterden onaylı kâğıtlara durarak (Partizan)

Çarpıntı kalbin daha hızlı ve sık atması durumu. Şehri çarpıntı hissinin deneyimlendiği, yaşandığı yer, hatta bu hissin sebebi olarak düşünebiliriz. Kabarmasını ise bu hissin şaire bir anda değil de zamanla geldiği şeklinde yorumlamak mümkün görünüyor. Üçüncü dizede şehri her gün yaşanan ergen ölümlerinin mekânı olarak görüyoruz. Banker ve noter kelimeleri ölüm sebebinin ekonomik olduğunu düşündürüyor. "Neden ergenler ölüyor?" sorusuna açık bir cevap bulamasak da şiirin atmosferi içinde düşündüğümüzde ergenleri şehirli hayatın öldürdüğü sezgisine varabiliyoruz.

büyük tecimevlerinde büyük çarşılarda

pokerde-sinemada-genelevlerde

ne bir suçlu çağrışımı ne karabasan yalnız o herkesler

o herkesler kendine akarak boğulan (Partizan)

Bu dizelerden de şehirli hayatın bireyi ya da şahsiyeti silerek, görünmezleştirerek insanları birörnekleştirdiğini, "şehirde yaşayan herhangi biri", "herkesler içinde biri" konumuna ittiğini çıkarabiliriz. Herkeslerden biri olmak da suçluluk duygusuna kapılmadan, rahat yaşamanın yolu olarak çıkıyor karşımıza. Bu da insanların biyolojik olarak canlı olduklarını, manevi anlamda bir canlılıktan söz edemeyeceğimizi düşündürüyor bize.

döşümde şehrin ahengini bozan ay resimleri (Çağdaş Bir Ürperti)

Ay resimleri şehrin ahengini nasıl bozar? Şehri kendi içinde uyuma sahip bir mekân olarak düşünmeliyiz önce, sonra bu uyumu bozan ay resimlerini düşüneceğiz. Ay resimleri şehrin uyumunu nasıl bozacak ama? Bunu şöyle yorumlamayı deneyebiliriz: Bir yaz gecesi şehrin varlığını hissedemeyeceğimiz kadar uzakta aya baktığımızı düşünerek dizenin anlamına bir ölçüde yaklaşabiliriz sanıyorum. Şehirleri benzer birçok yaşantının ya hiç yaşanamadığı ya da çok kısıtlı yaşanabildiği mekânlar olarak düşünürsek ay resimlerinin şehrin uyumunu nasıl bozduğu bilgisine ulaşabiliriz. Aslında "şehrin uyumunu bozmak" ifadesini başka şiirlerde daha açık ifadelerle dizeleşen şehri kendine uygun görmeyen, kendini şehre kaptırmak istemeyen bir dikkat olarak da anlayabiliriz.

Ve ben gövdemi denkleştirmek için doğaya (Çağdaş Bir Ürperti)

dizesinde olduğu gibi doğayı açıkça adres gösterdiği de oluyor Özel'in. Gövdenin denkleşmesini nasıl anlamalı? Denkleştirme düşüncesi doğal olarak gövdede denklik olmadığı fikrine götürüyor bizi. Denkliğin istenen bir şey olması ise denk olmama durumunun istenmeyecek bir durum olduğu fikrine... Doğa burada olumlu, iyileştirici bir işlev yüklenmiş oluyor yani. Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine/ bıraktın vazgeçilmez ırmakları dizelerinde ise tam bir şehir-doğa karşıtlaması görüyoruz. İfadenin anlaşılır olduğunu düşünüyoruz. "Çekiç sesleri" sanayinin remzi, sanayinin mekânı da şehir. Irmaklarsa doğadan, doğaya ait bir unsur. İkinci dize şehir-doğa karşıtlamasında şairin ne tarafta durduğunu izaha ihtiyaç duyurmadan ortaya koyuyor. Bu dizeleri aldığımız "Mazot" şiiri baştan sona şehir-doğa karşıtlamasının şiiri olarak okunabilir rahatlıkla.

Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum

Sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya (Kan Kalesi)

Bu dizeleri aldığımız bölümü takip eden bölümde "şehre karışmayan bir dehliz değildim" diye bir dize var. Üstteki dizeleri bu dize sayesinde doğru yorumlama imkânı elde ediyoruz. Şöyle; gibi edatından sonra virgül varsayarak virgülden önceki ifadenin anlam bütünlüğüne ikinci dize ile vardığını düşünerek gizemli bir dehlizin karışmadığı gibi şairin de şehre karışmamaya çalıştığı yorumuna ulaşabiliyoruz. Sıkı bir dikkate sahip üstelik bu çaba. Dikkatin sıkılığı sorduruyor. Şair şehre karışmamak için neden bu kadar dikkatli? Şehir, şairi şehirlileştirebilirse onu kendi kapitalist, konformist hayat düzeni için tehlikeli olmaktan uzaklaştıracak belki de. Bu yorumumuz, bizi, şairin şehre karışmama dikkatinin sadece doğaya, köy-kasaba yaşamına karşı konumlanmadığı, politik bir tavır, tercih olduğu bilgisine de ulaştırıyor.

Yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir (Yıkılma Sakın)

"Neden uzaktır?" diye soralım önce. Akla hemen modernleşme çabamız geliyor. Modernleşme çabamızın neticelerinden biri olarak Batı şehirlerinin sağlıksız yönleriyle taklit edilmesi sonucu şehirlerimizin milli kimliklerini kaybettiğini görüyor, biliyoruz. Bu tespit İsmet Özel düşüncesinin en temel tezlerinden, en merkezi, en belirgin özelliklerinden birini ortaya koyuyor aynı zamanda. Bize ait olan su katılmamış olarak bize ait olmalı ya da su katılmamış olarak bize ait olanı sahiplenmeliyiz. Neden böyle yapmalıyız peki? Böyle yapmadığımız işlerden hayırlı bir sonuç, Türkiye adına, Türk halkı adına bir fayda umamayız da ondan. Şüphesiz açık şekilde politik bir tavır bu da.

"Propaganda" şiirinin özellikle ilk büyük harften ilk noktaya kadarki bölümü ile "Tahrik" ve "Üç Frenk Havası"nın Ölüm Cantaible'inde, Erbain'deki şehirliyi belirgin vasıflarıyla görüyoruz. Buna göre şehirli evine çiçekle giden, tüketen, mevsimine göre hayatını yaşayan, geceyi saatlerine bakarak anlayan, demokrat ve dindar, ilgileri kaypak, ihanetleri zarif, zevkleri pahalı, cesaretleri ucuz bir insan. Evet, Erbain'in de bugünün de şehirlisi böyle, herkeslerden biri. Bu herkeslerden birinin karşımıza bu vasıflarla çıkışını ülkemizin üç yüz yıla yaklaşan Batılılaşma, çağdaşlaşma çabalarından ayrı düşünemeyiz. Kişiliğimiz, kimliğimiz ülkemizin kaderiyle rabıtalı şüphesiz, diyerek sözümüzü noktalayabiliriz.