Ercan Yıldırım: Akif Ve Necip Fazıl: Beka Kaygısından, milli mutabakata iki kurucu ses!

​Ercan Yıldırım
​Ercan Yıldırım

Aslında Akif de biliyordu,batının ahlakının tekniğinidoğurduğunu... Fakat gündelikhayatta bile o teknik edevataihtiyaç var. Bilhassa askerisahada... Denizaltılar, uçaklar,tanklar Birinci Dünya Savaşındakullanıldı. Böyle bir ortamdaahlak sorgulaması yapmakentelektüel tartışmaya bile imkânvermez, vermiyor. Beka meselesimeseleleri etraflı düşünmeyigüçleştirir, pragmatist olanayöneltir haliyle...

Şiir yine kazandı sanırım. İslamcılığın iki kurucusu, iki şairi işaret ediyor: Akif ve Necip Fazıl’ı. Doğru anlayalım. ‘İslamcılığın kurucularından iki isim’ mi yoksa İslamcılığın en önemli iki ismi mi? Buldukları karşılık oranında mı öne çıkarıyoruz onları? Ahmet Naim Bey neden değil mesela?

İslamcılık düşüncesini nasıl tanımladığımızla ilgili klasik tartış­malara girmeden, İslamcılığın, kurucu, inşacı ve Ortodoks bir yönelim olduğu, Osmanlı devlet adamının da etki ettiği, impara­torluğu ve İslam alemini çöküşten kurtaracak fikirleri içerdiği için İslamcılığı marjinal değil merkez bir fikir, siyaset hareketi olarak görmek gerekir. İslamcılık bir sivil toplum kuruluşu ya da örgüt değil ki, kurucuları olsun. Buradaki kuruculuk belki Necip Fazıl’a daha uygundur. Tek Parti sonrasındaki yönelimler içinde bugün de İslamcıların tezlerini, düşüncelerini, üslubunu büyük oranda Necip Fazıl belirledi. Akif ise Osmanlı İslamcılığı­nın bütün görüşlerini, aktivizmini bünyesinde barındıran ender insanlardan biri... Belki de tek. Elbette Sırat-ı Müstakim, Se­bilürreşad dergilerinde yazan pek çok İslamcı var... Said Halim Paşa’nın Buhranlarımız’ı bir klasik ama Akif, Osmanlı İslam­cılığının sona erdiği 1924 yılına kadar hala konuşuyor, yazıyor, alanlarda yerini alıyor. Akif’e baktığınız zaman Cumhuriyet İslamcılığının da hala kullandığı tezleri, Osmanlı İslamcılığının görüşlerinin tümünü bulabilirsiniz. Efgani ve Abduh’u, asrın idrakine İslam’ı söyletmeyi, Kur’an’ın ölüler için inmediğini, tarikat ve tekkelerin, Müslümanların miskinliğini, çalışmamız, kalkınmamız gerektiğini... Akif hem edebiyatta hem fikirde hem siyasette, eylemde vardır... Kavganın göbeğindedir, Akif ve tabi ki Necip Fazıl... Fakat işte Babanzade Ahmet Naim Efendi, Sait Halim Paşa, Mustafa Sabri Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır etkili olsalar da fikir ve eylem alanında kapsayıcı, bütüncül değiller.

Sizin sorunuz. Cevaba okuyucu da şahitlik etsin istiyorum. ‘Mehmet Akif’in ardılları ‘medeniyetçi’ değilken, Necip Fazıl’ın ardılları medeniyetçidir.’ Neden bu?

Mehmet Akif’in kendisi medeniyetçidir, fabrika kurmaktan, modern okullardan, denizaltılardan, limanlara akan ticaret me­taından bahseder. Akif’i takip edenler de medeniyetçi söyleme sahip. Necip Fazıl İslami nizamı öne çeker, Cumhuriyet İslam­cılığı bir çelişkinin içine doğar. Bir yandan elde laik bir ülke öte tarafta İslami görüş, İslam devleti. Önce İslamileşip devleti mi yönetmeli, yoksa büyük Türkiye’yi kurup öyle mi İslamileşmeli yöntemi medeniyetçiliği beraberinde getirdi. Ülke yönetmeye talip olunca ister istemez enflasyonla da, işçi-memur maaşla­rıyla da ilgilenmeniz gerekiyor.

Batı’nın tekniğini alalım, ahlakını almayalım diyordu Akif.

Aslında Akif de biliyordu, batının ahlakının tekniğini doğur­duğunu... Fakat gündelik hayatta bile o teknik edevata ihtiyaç var. Bilhassa askeri sahada... Denizaltılar, uçaklar, tanklar Birinci Dünya Savaşında kullanıldı. Böyle bir ortamda ahlak sorgulaması yapmak entelektüel tartışmaya bile imkân vermez, vermiyor. Beka meselesi meseleleri etraflı düşünmeyi güç­leştirir, pragmatist olana yöneltir haliyle... Bu konu 27 Mayıs sonrasında da tartışıldı. İsmet Özel, medeniyet ve teknik konu­sunda toptan reddi öne çekti fakat insanların asfalttan gitme özgürlüğünün de engellenemeyeceğini söyledi! Çelişki burada, bir kere asfalttan gittikten sonra niye toprak yola razı olasınız! Kapitalizm böyle bir döngü demek.

Müslümanlar kapitalizmi ne yapacaklarını bilemedi, ona karşı tez geliştiremedi, karşı durdu, yok saydı ama sonunda bütü­nüyle “teslim olma”yı tercih etti. Bugün iflasımızın nedeni biraz da zihniyet dünyamızdaki köklü dönüşüm: Müs­lümanlar kapitalizmi bile en iyi bizim yürüteceğimizi iddia etme noktasına geldi!

İstiklal Marşı şairi diyoruz... Milli şair. Fakat yazıları daha yeni günümüz Türkçesine aktarıldı. Cumhuriyet sekülerleşmesinin etkisi diyelim. Ama sözgelimi Seyyid Kutup çevrilirken Akif sadeleştirilmedi bile. Bu planlı bir şey gibi...

Planlı olduğunu zannetmiyorum, bizde plan program yoktur... Fakat İstiklal Marşı ayrı, Akif ayrı algısını Kemalistler her daim canlı tuttu. Marşı, anonim bir metin gibi sundular. Akif’in fikirle­ri pürİslamcı olduğu için metinlerinin yeni alfabeye çevrilmesini bırakın, çevrildikten sonra da yine yok sayılmıştır, biyografisi çok kısa olarak okullarda okutuldu. Bakarsanız, Kutup da, Akif de, öteki önemli isimler de yeni nesillerin ufkundan çekip alın­dı. Kültürel iktidar, siyasal dil, fikri tıkanıklık zaten böyle böyle meydana geldi.

İstiklal Marşı’nın yeni Cumhuriyetin modernleşme hamlesi içinde iğreti durması üzerine marşı değiştirelim teklifine Necip Fazıl’ın da katılması çocukluğumdan beri rahatsız eder beni. Burada düşük bir şey görmüştüm...

Elbette... Bu şairlikle ilgili bir durum. Necip Fazıl ne kadar Akif’i şair olarak kabul ediyor, bakmak gerek. Akif’in yerine talip olan çok ama Akif’in ahlakına, mücadelesine, gayretine, safiyetine talib olan yok! E tabi Allah da bu şerefi onun gibi hesap kitap, içten pazarlık yapmadan, karnından konuşmadan dövüşe girene nasip ediyor!

Son dönem için söylersek; İstiklal Marşının aslında neye işaret ettiğine dair ilk çıkışı İsmet Özel yapmıştı. 15 Temmuz’dan sonra mesela İstiklal Marşı, gerçek çehresiyle bir kez daha göründü bize.

İstiklal Marşı bundan sonra da tartışılır, gündeme daha çok gelir. Milli marşlar puttur diyen Abdulkadir es Sufi’nin Cihad kitabı­nı İsmet Özel çevirmişti; Türkiye’nin toptan yok olma sürecine vurgu yaparak İstiklal Marşı’nı gündeme getiren de yine kendisi. İstiklal Marşı’nı tam anlamıyla tartışıyor muyuz, o da şüpheli... Marşı anlamak için düşmanın süngülerini ensemizde hissetme­miz gerek!

Cumhuriyet İslamcılığı ile Osmanlı İslamcılığı arasında bir farktan söz ediyoruz. Ve Akif için “Onun İslamcılığı bu topraklara yönelik düşünme yöntemidir” diyorsunuz.

Elbette... 27 Mayıs sonrası tercümeler bir büyük entelektüel boş­luğu kapattı ama Osmanlı İslamcılığında olduğu gibi Türkiye’nin merkez olduğu fikrini de yok etti. Mısır, Pakistan sonrasında İran İslami hareketleri yüceltilirken asıl kanal olan İstanbul, bizim fikri kanallarımız küçümsendi, aşağılandı hatta etnik iddialarını İslamcılık ardına gizleyenlerce Anadolu, İstanbul, Türkiye di­yenler milliyetçilikle itham edildi. Fakat milliyetçi-muhafazakar kesimle birlikte İslamcılar, Cumhuriyet döneminde, 27 Mayıs sonrasında bile Meşrutiyet İslamcılığının öne çıkardığı temel ilkeleri temel kabul etti, üzerine konjonktürel etkilerin dışında hiçbir yeni söylem geliştiremedi. Kur’an İslam’ı bile, Meşruti­yet İslamcılığının neoselefi söyleminin yeniden üretilmesiydi. Ulemadan gazeteciye, siyaset anlayışından, gündelik hayatın İslamileştirilmesine, yöntemlere kadar Osmanlı ve Cumhuriyet İslamcılığı farklılık arz eder. Aslında bir sürecin, başından ve sonundan bahsediyoruz.

AKİF, BAŞTANBAŞA DEVLET VE ÜMMETTİR

Akif ve Necip Fazıl nerede duruyor?

Akif burada kritik bir isim, İstiklal Marşı’nda ırk kelimesini de kullandı. Milliyetçilikten nefret eder fakat bu toprakların küfür karşıtı, yola gelmez kimliğinin İslam ülkelerinde bulunmadığının farkındaydı... İslam ülkelerinin genelinde kâfirle aynı ülkeyi bir­birlerinin ilkelerinden oluşan ortak bir zeminde paylaşma iradesi maalesef yaygın. 2000’li yıllara kadar Akif’in pürİslamcı fikirleri öne çıkarılıyordu, öze dönüş, içinde Osmanlı’nın da olduğu tarihi İslam eleştirisi, tasavvuf eleştirisi, batının tekniğini alalım, kül­türünü almayalım, İslam mani-i terakki değil âmir-i terakkidir, Kur’an ölüler üflemek için inmemiştir... Fakat 2000 sonrasında İstiklal Marşı öne çıkmaya başladı, öteki fikirleri çok gerilerde kaldı. Beka sorununa bağlı milli mutabakat arayışı büyük oranda İstiklal Marşı’nda bulundu. Necip Fazıl da zaten ilk kaynakların Türk yorumlarına dönmeyi temel alır.

Akif, ideal karakteri Asım’ı Berlin’e göndermişti.

Kendisi de gitti, çöllere de gitti, Anadolu’nun içlerine de... Çünkü bahsettiğimiz iki dergi dünyanın her bir yöresinden mektup alı­yordu... Akif’in Müslümanlarla bağlantısı çok kuvvetliydi, İslam âlemindeki Müslümanların hissiyatla­rını, eğilimlerini takip edebiliyordu. Haliyle hep onlara seslendi... “İs­lam’ın son yurdu, sahip çıkın Ana­dolu’ya” dedi... Akif “devlet” için her türlü faaliyeti yaptı; hangi devlet... İmparatorluk yani dün­yadaki Müslümanların devleti için. İslam eşittir İmparatorluk olarak düşünülüyordu hala da öyledir, Mısır’dan gelen birisi anlattı yaşlı bir kadın “devlete sahip çıkın” diyor ulus devlet bile olsa Türkiye hala onların gö­zünde Osmanlı. Fakat İttihat Terakki idaresini ayırıyordu mesela, işlerini iktidardaki İttihatçılar için değil, devlet ve ümmet için yapıyordu. Akif, baştan başa devlet ve ümmettir.

Necip Fazıl, bugün merkezi belirleyen istisnasız hemen bütün isimleri etkileyen dev bir şahsiyetti. Üstad’ın böylesine devleşmesini nasıl anlamak gerekir?

Fikirleri kadar kişiliği bence. Bazıları onu fikir erbabı saymaz fakat Necip Fazıl iyi bir düşünürdür, felsefe adamıdır. 1950’den sonra başlayan şehirleşmeyle ortaya çıkan yeni aydın sınıf kira ve eğitimsiz, ilmi geçmişi olmayan kökene sahipti. Necip Fazıl tam da o dönemde entelektüel olarak zayıf, kitabın az olduğu, ürkek, çekingen, sistemden korkan bir neslin, sol-Kemalist aydın kuşağının karşısında dağ gibi arkalarında durdu. Bugün genel olarak siyaset ve kültür sahasında etkili isimlerin özgüven kazanmasının belki de tek sebebi Necip Fazıl’dır. Babası hâkim, İstanbullu, sol-Kemalist aydınların içinden çıkıp gelen, CHP idaresinin birinci derece idarecilerinin, Bayar’ın muhatap aldığı Necip Fazıl, başta İnönü olmak üzere herkese ayar veriyordu. O dönem bunu bir tek Necip Fazıl yapabilirdi, yaptı da! Gençlik onu gördükçe kendilerinin merkez olduğu kanaatini edindi. Akif asrın idrakine söyletmeliyiz Kur’an’ı demişti, Üstad “Kuran’ın idrakine söyletmeliyiz asrı”, “ben varsam Türkiye var” dedi... Haliyle bu benmerkezlilik Cumhuriyet İslamcılığının en büyük kazanımı oldu.

Hem Mehmet Akif’e hem de Necip Fazıl’a aynı anda bakmak, özelde İslamcılığın genelde de Türkiye’nin toplam serüvenine şahitlik etmek demek aslında. Hem oraya bakan hem de bugünü bilen biri olarak bize söyleyin; işler iyiye mi gidiyor kötüye mi?

İşler dünya savaşına doğru gidiyor! Net. Dünya bugün büyük sa­vaşlarda olduğu gibi bölüşüme bağlı rahatsızlıklarla dolu. Kimse memnun değil. ABD bile imparatorluğu kaybettiğini düşünüyor, Trump’ın yeniden büyük ABD söylemine sığınıyor. Tatminsizlik, kaygı, boşluk duygusu, aktif nihilizm, zulümden kurtulma ve yoğun neoliberal kapitalizm ve açtığı derin ve geniş gelir dağılımı sıkıntısı dünya savaşının şartlarını tamamlıyor. Burada tabi ki kritik ülke ve bölge bizim etrafımızda şekilleniyor.

TÜRKİYE’NİN İSLAMİ DÖNÜŞÜMÜNÜ İSTİYOR MUYUZ?

Son olarak şunu soralım abi. İslamcılık öldü, İslamcılık geri çekildi deniliyordu. Ne oldu sizce, içinde bulunduğumuz günlerde durum nedir?

İslamcılık biraz da dünya sisteminin girdiği yeni duruma göre şekilleniyor. Sistem tüm gücüyle insanlara yüklenmeye devam ediyor. İslamcılık ölmedi, geri çekilmedi fakat her kuşağın ken­dine özgü İslamcılık anlayışı değişiyor. İslamcılığın en bariz tezi neydi; İslam ilerlemeyi emreder. Bu derece değişimi, yenilenme­yi içeren bir ideoloji elbette uluslararası konjonktürü takip eder, bitmez, form değiştirir. Önemli olan özü duruyor mu durmuyor mu ona bakmalı...

Duruyor mu özü peki?

Türkiye’nin İslami dönüşüm geçirmesini isteyenler varsa duru­yordur. Buna ben cevap vermeyim, herkesin kendine sorması gerek; Türkiye’nin İslami dönüşümünü istiyor muyuz, diye!