Eski sahaf

Giderken bana epey de kitap verdi. "Ne olacağı belli değil bu kitapların, bari okuyacak adama gitsin" dedi.
Giderken bana epey de kitap verdi. "Ne olacağı belli değil bu kitapların, bari okuyacak adama gitsin" dedi.

Gidip geldikçe sahafın sahibi Hasan abiyle ahbap olduk iyice. Hiçbir işte dikiş tutturamayınca ilk olarak evindeki kitapları satarak başlamış bu işe. İş kuracak sermayesi de yok, tek sermaye bu kitaplar. Zamanında epey okumuş, bayağı kitap biriktirmiş. Üç tekerlekli seyyar arabasıyla okul önleri, cami çıkışları, hastane bahçeleri dolaşmış durmuş bir süre.

- Sahaftım, kitapçı oldum; parayı gördüm, dedi Hasan abi. Ne demeli şimdi bu söze...

- Sen de haklısın be abi, diyebildim sadece.

Hasan abi, Pendik'in işlek bir caddesi üzerinde sahafçılık yapıyordu. İşlek bir cadde dediysek, caddeye bağlanan tali yolların birinde, ufak bir pasajın en uçtaki dükkânında. Kapısında tabela bile yok. Girişteki duvara çakılmış kontraplağın üstüne, ispirtolu kalemle yazılan "SAHAF" yazısını saymazsak tabii. Bir gün Furkan; "Pendik'te bi sahaf buldum" dedi. Yine Bademli Camii'nin bahçesinde dünyayı kurtarmış, üzerine bir sigara yakmıştık. "Nerden buldun, hangi cadde, o sokak da öyle bi pasaj mı var yahu" gibi boş sözleri geride bıraktıktan sonra; çantasından İsmet Özel'in Geceleyin Bir Koşu kitabını çıkardı. Keskin bir bıçağın ucunu tutuyormuş gibi nazikçe çevirdi kitabın sayfalarını. Furkan, açık kalan sayfadaki şiiri okurken; sigaramı tazeleyip, paltomun yakasını havaya kaldırmıştım. Yarın ilk iş olarak o sahafa gitmek gerek, diye geçirdim aklımdan. Ertesi gün Furkan'ı da yanıma alıp o sahafa gittim. Daha sonra ben yalnız gittim. Daha sonra Kerim de bizimle geldi. Daha sonra ben tekrar yalnız gittim. Zamanla diğerlerinin ayağı kesildi birer birer. Ben yine ara sıra uğramaya devam ettim.

Gidip geldikçe sahafın sahibi Hasan abiyle ahbap olduk iyice. Hiçbir işte dikiş tutturamayınca ilk olarak evindeki kitapları satarak başlamış bu işe. İş kuracak sermayesi de yok, tek sermaye bu kitaplar. Zamanında epey okumuş, bayağı kitap biriktirmiş. Üç tekerlekli seyyar arabasıyla okul önleri, cami çıkışları, hastane bahçeleri dolaşmış durmuş bir süre. Cumartesi günleri de meydandaki kuşçu parkında açıyormuş tezgâhını. Yine bir cumartesi günü parkta tezgâhını açmış, öğlen yediği simitten arta kalan susamları kuşların önüne atarken İlyas bitivermiş başucunda. "Vay Hasan abi sen ha!" demesiyle sarılmışlar hemen, ayaküstü hâl hatır sormanın ardından yanı başına çökmüş. Hasan abinin anlattığına göre; İlyas'la önceden komşuymuşlar. Babası emekli olunca, birikmişleri de varmış herhâlde, önce kabadan bi' daire almış sonra gel zaman git zaman daire tamamlanınca da hepten göçmüşler mahalleden. O gün bugündür; bayramlarda, kandillerde atılan mesajların haricinde neredeyse hiç görüşmemişler. "İyi çocuktur İlyas" demişti Hasan abi. Kimin bi' derdi, sıkıntısı olsa mevzuya el atmadan rahat edemezmiş. "Abi ufak bi dükkân var bizim pasajda" demiş İlyas, "iki aydır boş duruyor, valla bak tam sana göre."

Tabii öncesinde o pasajda çay ocağı işlettiğinden, işlerinin Allah'a şükür iyi olduğundan falan bahsetmiş. Hasan abi "olmaz oğlum o iş" demiş. Olurdu olmazdı derken ertesi gün kendini spotçunun önünde ikinci el, çıkma raf bakarken bulmuş. İşte öyle bir hengâmeyle, alelacele açmış bu dükkânı. Açmış açmasına ya, ne zaman gitsek dert yanardı bize. Sigara dumanından sararmış bıyıklarını kemirirken; millet almıyor bu eski kitapları artık, derdi. Yahu arkadaş; ben sahafım sahaf, kitapçı değilim ki yeni kitap satayım, diye de çıkışırdı ardından. Askere gitmeden önce bir gün Hasan abiye uğradım. Uzun zamandır gidemiyordum. Kapatacağım dükkânı, dedi; elindeki plastik boncuklu tespihi çekerken. Bu cümleyi aslında çok zor söyledi. Gözlerini kapı kolunun üzerinde duran sineğe sabitlemiş, elindeki tespihi mi çekiyor yoksa uzamış tırnaklarıyla başparmağını mı kaşıyor, belli değildi.

- Kirayı bile zor çıkartıyorum son zamanlarda, dedi ardından

Pasajın yankılanan uğultusu tütsülenerek dükkânın içine doluştu.

- Kayınço bi tekstil fabrikasında çalışıyor, dedi. Fabrika deyip geçmemek lazım, sevkiyat bölümünde şef. Ayarlayabilirse yanına aldıracak beni. Maaşı fena değil, yurt dışına falan da mal gönderiyormuş. Yedi yirmi dört çalışıyor adamlar anlayacağın. Sürekli de mesaisi oluyor dedi kayınço.

Parmaklarının arasında ezdiği sigarasından derin bir nefes çekti.

- Asıl mesele şu ki; benim ufak kız okula başlayacak bu sene. Sağa sola da üç beş borçlandım. Dükkân açacağız diye hanımın kenarda bi tane burması vardı, onun da kanına girdik. Elde avuçta bi şey kalmadı. Sabit bi gelire ihtiyacım var yani. Hiç yoktan sigortam işler, dedi. Bu işle bi yere varılacağı yok.

Hiçbir şey diyemedim. Onun ki kadar derin olmasa da bir nefes çektim sigaramdan, cevap olarak. Hasan abiden helallik alıp çıktım. Giderken bana epey de kitap verdi. Israr ettim, gönül koydum; ama para almadı bir türlü. "Ne olacağı belli değil bu kitapların, bari okuyacak adama gitsin" dedi. Askerden geldikten sonra Hasan abinin dükkânı kapatmadığını söyledi arkadaşlar. Birkaç gün sonra gittim, kapatmak şöyle dursun, bir de büyütmüş işleri. İçeri girip selam verdim. Beni görünce biraz şaşırdı; ne çabuk bitirdin askerliği, dedi. Sana çabuk geldiğine göre keyfin yerindeydi herhâlde, dedim. Gülüştük, kapının önündeki iç içe geçmiş plastik taburelerden birer tane alıp karşılıklı oturduk.

Sahaftım, kitapçı oldum; parayı gördüm, dedi ardından. Ne demeli şimdi bu söze... Sen de haklısın be abi, diyebildim sadece. Tekstil fabrikasında gömlek paketlemektense, kitap satmak daha iyidir.

- Kapatmamışsın abi dükkânı, dedim.

- Son anda vazgeçtik, dedi. Kayınço koltuk çıktı bana, ortak olduk anlayacağın.

Bir süre ballandıra ballandıra anlattı yeni ticari girişimini. Kayınçoyla ortak olduktan sonra rafları zenginleştirmiş. "Güzel çeşit yaptım" dedi. Yandaki terzi, caddenin sonunda daha küçük bir yer bulunca boşaltmış dükkânı. Hasan abinin de işleri iyi gidiyormuş son zamanlarda. Bir gün kayınçoya çıtlatmış inceden, daha büyük bi' yer lazım, demiş. Yandaki boş dükkân tam bize göre. Çok satan kitapları anlatmış, okullarda öğretmenlerin ders olarak verdiği dünya klasiklerinin kuşa çevrilmiş baskılarını. "İşte bunlarda kampanya falan yaparız" demiş. "Sonra fotokopi makinesi de lazım. Küçük de olsa kırtasiye bölümü şart, müşteriyi boş göndermemek gerek." Kayınço bir iki mırın kırın etmiş ama bizimki, onu ikna etmeyi başarmış sonunda. Yan tarafa taşınmışlar hemencecik. Dükkânı da olduğu gibi değiştirmişler; yeni raflar, duvarlara bir iki tane tablo, yerler laminat parke, ceviz renginden. Yeni çıkanlar ve çok satanlar bölümü, giriş kapısının hemen önüne, üzerinde "Hoşgeldiniz" yazan bir paspas... Kapıya da kabartma harfli ufaktan bir tabela: ESKİ SAHAF

- Bayağı değiştirmişsin dükkânı abi, dedim. Tüm bunları onaylamak ister gibi.

Hasan abi aslında konuya bir yerden girmek istediğimi anladı. Lafı hiç çevirmeden;

- Değiştirdik ya, ne yapalım. Güzel oldu ama böyle, dedi.

Bir süre yeni dükkânına dikkatlice dip köşe göz gezdirdikten sonra;

- Sahaftım, kitapçı oldum; parayı gördüm, dedi ardından.

Ne demeli şimdi bu söze...

- Sen de haklısın be abi, diyebildim sadece. Tekstil fabrikasında gömlek paketlemektense, kitap satmak daha iyidir.

İçeriye müşteri girince "hemen geliyorum" diyerek ayrıldı yanımdan. Ben de ayağa kalkıp rafları biraz dolaşayım dedim. Dükkânın sonuna doğru, arka taraflarda, eski kitapları koyduğu bir bölüm gördüm. Toplasan iki üç raf anca doldurur buradaki kitaplar. Üzerine "Tane 6 TL, iki tane 10 TL" yazmış. Eski dükkândan geriye bir tek bunlar kalmış anlaşılan. Raftan çektiğim herhangi bir kitabın sayfalarını karıştırırken, Hasan abi geldi yanıma.

- Kitapsız göndermeyeyim seni, dedi. Birkaç tane seç, hediyem olsun.

- Hediyeyi bizim getirmemiz lazımdı abi, dedim. Bi daha ki sefere telafi ederiz inşallah.

Biraz daha ayaküstü konuştuktan sonra müsaade istedim. Tam çıkacaktım ki, genç bir kız girdi içeri. Elindeki kâğıt parçasına bakarak; "Don Kişot diye bi kitap varmış" dedi. Hasan abi, kızın söylediklerini onaylar gibi kafasını salladı ve "tabii, hemen getireyim" diyerek ayrıldı yanımızdan. Biraz sonra üç dört farklı yayın evinden kitapları seçerek kıza gösterdi. Genç kız, büyük bir titizlikle kitapları inceledikten sonra;

- Şu ince olanını alayım, dedi; gülümseyerek. Fiyatı ne kadar acaba?

- Yedi lira.

Kız çantasının içini bir hayli karıştırdıktan sonra nihayet cüzdanını bulabildi. Arka taraftaki çıtçıtlı bölümü açarak eline aldığı bozuk paraları saymaya başladı.

- Beeş, altıı, altı buçuk; şöyle gerisini de bozuk vereyim. Size lazım olur, dedi.

Ne lazım olacak kardeşim, minibüs şoförü mü bu adam, diye geçirdim içimden. İşin zor Hasan abi, Allah kolaylık versin sana.