Evi dünyadan daha büyük olan şair: Behçet Necatigil

Behçet Necatigil
Behçet Necatigil

Harflerin bütün anlamlarının hakkını vererek: Ş-A-İ-R. Büyük şair yani. Özel bir müzik. Zamanı için, zamanının ötesinde, zamanının ötesi için kurulmuş bir büyük müzik.

Evi, dünyadan daha büyük şair. Şimdi şair deyince öyle çokları gibi ortalıkta görünen binlercesiyle karıştırmayın lütfen. Harflerin bütün anlamlarının hakkını vererek: Ş-A-İ-R. Büyük şair yani. Özel bir müzik. Zamanı için, zamanının ötesinde, zamanının ötesi için kurulmuş bir büyük müzik. Tek kelimeyle ‘korkulu usta.’ Herkes için tanıdık olmasına karşın hiç kimse için görülmemiş bir müzikti o. Yapılabilir gibi durmasına karşın aslında ulaşılamaz olan, duyulmuş ama görülmemiş bir müzikti.

Kabul, Cemal Süreya büyük soru sormuştu, bir sürü cevaplar da vererek üstelik. Ama yetişmedi hiçbirisi. Hiçbir cevabı doğru da değildi, büyük de: “Behçet Necatigil Şiirlerini Nereye Yazardı” sorusu kadar.

Kastamonulu bir ailenin oğlu olarak 1916 senesinin nisan ayında başlamış dünya hikâyesi. İstanbul, Fatih’te, Atik Ali Paşa’da... Babası, Osmanlı’nın son dönem dersiam vaizlerinden, Cumhuriyet devrinde de uzun yıllar müftülük yapan Mehmet Necati Efendi, annesi ise Geyveli bir müderris olan Hafız İbrahim Hakkı Efendi’nin kızı Bedriye Hanım’dır. Bunu şunun için söylüyoruz: Türk şiiri nereden gelir, unutmayalım. Bu Türkiye’dir işte.

İlk mektebi, son sınıfına kadar İstanbul’da, sonra babasının işi sebebiyle Kastamonu’da okudu. 1927’de Kastamonu Lisesi’nde orta öğretimine başladı. Tam bu sırada çocukluk günlerinden kalma bir hastalık gelip yakasına yapıştı. Okulu yarıda bıraktı. Ailesi, tedavi için apar topar İstanbul’a geri döndü, uzun tedavi süreci sonrasında 1931’de Kabataş Lisesi’nde ortaokula kaldığı yerden devam etti. Ortaokul, en birincilikle bitti.

Çabası, elbette sadece uzaktan ilgi düzeyinde kalmayacaktı şairimizin.
Çabası, elbette sadece uzaktan ilgi düzeyinde kalmayacaktı şairimizin.

Hikâyenin bizi ilgilendiren kısmı, ortaokulun ilk günlerinde Kastamonu’da başladı aslında. Güzel bir tevâfuk, Zeki Ömer Defne’nin edebiyat öğretmeni olduğu bir okul… Şair Defne, genç çocuktaki kumaşı elbette görecekti ki görmüştü bile. İlgilerini derinleştirmeye çalıştı ki derinleştirdi de. Ailesinin aktardığı bir hatıra: Ortaokuldan kalan bir kompozisyon defterinde Zeki Ömer Defne’nin 1930 tarihli şu satırları vardır: “Yarının iyi bir kalemine sahipsin. Boş durma, oku!” Ne demek bu? İyi şiir, elbette anlaşılır.

  • Çabası, elbette sadece uzaktan ilgi düzeyinde kalmayacaktı şairimizin. Henüz ortaokulda bir dergi çıkarmaya girişir, başarır da: Küçük Muharrir adındaki bu elyazması dergi, yirmi küsur sayı kadar çıkarılır gelmek üzere kendini duyuran şairimiz tarafından.

Aynı yıllarda Akşam Gazetesi’nin çocuk ekinde Küçük Muharrir adıyla yazılar, şiirler ve hikâyeler de kaleme alır. Üstelik telifiyle. Türk edebiyatının en genç yaşta telif almayı başaran şairidir diyebiliriz Hoca için. Telif dediğimiz, bonibon falan…

Kabataş Lisesi bittikten sonra Yüksek Öğretmen Okulu ve sonra bursla Almanya’da dil eğitimi imkânı… 1940’da okul bittikten sonra Kars Lisesi’ne öğretmen olarak atanır, genç öğretmenimiz. Ama iklim şartları hastalıklardan geçen bedenini yorar ve önce Zonguldak’a, sonra İstanbul’a tayini çıkar. Arada iki yıllık askerlikten sonra tüm dünya, ikinci kez savaşa tutuşacakken onun tayini mezun olduğu okula çıkar: Kabataş Lisesi. Savaşla birlikte aynı yıl ilk şiir kitabı da çıkar. 1945’te: Kapalıçarşı.

Sonrası evlilik, ekmek kavgası, hayat meşgalesi ve bütün ömrün etrafında örüldüğü edebiyat… Öyle fantastik bir hayatı, dramlarla örülmüş bir hikâyesi yoktu onun. Sıradan bir vatandaş, sıradan bir memur, sıradan gibi görünen ama olmayan bir şair… Şiirler yazdı, oyunlar ve başka yazılar. Sözlükler hazırladı, çocukların ellerinden tuttu. Sonra öldü. Yorgun bedenini ölüme mümkün olduğunca hazırlayarak.

1975’te mesela Kareler Aklar diye bir şey koydu ortaya. Sadece Türk şiirinin değil, dünya şiir tarihinin de zirve noktalarına kadar ulaştı burada. Demiştim. Herkes için tanıdık ama hiç kimse için görülmemiş bir müzikti bu. Büyüklüğü de sessiz sedasız ihtişamı da buradan işte… Taklit etmek kolay gibi durur ama hepsinden daha zordur aslında. ‘Öyle gürül gürül okunacak bir şiir değil’ demişti Atilla İlhan onun şiiri için. Mırıldanarak, belki bir dua gibi okursun ancak. Bir dua gibi, içten içe bir sızı gibi akarak…

Behçet Necatigil şiirlerini Büyük Türk Şiiri’nin defterine yazardı. Tarihe yazardı. Zamanından önce bir bahçe gibi. Hızlıca açmış bir gül gibi değil ama. Durmadan açan bir gül gibi.

Kabul, Cemal Süreya büyük soru sormuştu, bir sürü cevaplar da vererek üstelik. Ama yetişmedi hiçbirisi. Hiçbir cevabı doğru da değildi, büyük de: “Behçet Necatigil Şiirlerini Nereye Yazardı” sorusu kadar. Biletlerin kenarına demişti, ilaç kutularının üzerine, kâğıt peçetelere yazardı demişti. Tekrar ederiz ki hiçbiri bütünüyle doğru değil. Behçet Necatigil şiirlerini Büyük Türk Şiiri’nin defterine yazardı. Tarihe yazardı. Zamanından önce bir bahçe gibi. Hızlıca açmış bir gül gibi değil ama. Durmadan açan bir gül gibi. Acemiliği, her seferinde ustaca tekrar etmek gibi. Ne demiştik? Şair. Büyük şair.

  • Kızının babasına seslendiği
  • gibidir belki de:
  • “Her şey yarım hala.”