Ezberlenemeyen bazı “Düşüş”ler: Körlerin yürüyüşü

Ezberlenemeyen bazı “Düşüş”ler: Körlerin yürüyüşü
Ezberlenemeyen bazı “Düşüş”ler: Körlerin yürüyüşü

Altı kör adam, o dönem sadaka almak dışında hayatta kalmanın başka bir yolunu bulamazlardı, gerçeğin kendisi buydu. Sadaka çantaları, perişan haldeki görünüşleri ve basit sopalarıyla, önlerindeki çukura doğru yokuş aşağı yürürlerken, grubun önündeki çalgı aletli kılavuzun yere düşüşüyle, diğer beş körün tedirginliği başlamıştır. Aynı sona maruz kalacaklardır belli ki.

Kim görmüş gerçekten, baktığında bir hâli?

Kim gördüğünde parıldamış hakikat

Kimin gözlerinde yanan kıvılcımla tutuşmuş

Sönmeyen ateşinde kavrulan kâinat?

16. yüzyıl / Japon Halk Şarkısı

Körler yürüyor, Moğol ordusu gibi coşkun bir vahşilikle değil, dünyanın geri kalanından tecrit edilmişçesine; sakin, kendi hâlinde adımlarla. Altı kör adam. Karanlık duvarların arasında kalmayı kabullenmenin olanca kederiyle, parmak uçlarına basarak yürüyorlar. Kaybettikleri gözleri var, kayıpları aynı. Ama hepsinin hikâyesi birbirinden farklı. Doğuştan, hastalıklar sonucunda, başına gelen kazayla… İnsan herhangi bir sebeple görme yetisini yitirebilir. Bu bağlamda en dehşetli örnek, gözleri oyularak kör kalmak galiba, tablodaki soldan beşinci körün oyulmuş gözlerine doğru çağırıyor sanki bizi ressam. Soldan üçüncü lösemiye bağlı körlük, soldan dördüncü amorozist hastalığı. Altı kör adam, aynı hikâyenin içinde, tek bir gerekçeyle yan yanalar.

Dilenci olduklarını varsayabileceğimiz altı kör adam, her biri önündekinin omzuna, bastonuna tutunarak, güven mesafesinde tek sıra ilerliyorlar. Izdırap denizinde kulaç attıkları yüzlerinden belli. Birbirlerine güvenmek zorundalar; körlüğün Tanrı’nın cezası olduğuna dair inanışların yaygınlığı söz konusu çünkü. Dervişten değil günahkârdan sayıldıklarını anladıkları o an. Peki, körlük nasıl bir ceza? İnsanın içinde bulunduğu karanlığın şiddetini arttıran, yas ile elemin ruhunu ele geçirdiğini hissettiren ve belki kendi aydınlığına ulaşman için kum saatini çalıştıran bir ceza.

Altı kör adam, o dönem sadaka almak dışında hayatta kalmanın başka bir yolunu bulamazlardı, gerçeğin kendisi buydu. Sadaka çantaları, perişan haldeki görünüşleri ve basit sopalarıyla, önlerindeki çukura doğru yokuş aşağı yürürlerken, grubun önündeki çalgı aletli kılavuzun yere düşüşüyle, diğer beş körün tedirginliği başlamıştır. Aynı sona maruz kalacaklardır belli ki. Çukura düşen çalgıcı-kılavuzun hemen arkasından gelen körün tökezlediğini ve kılavuzun üstüne kapaklanmak üzere olduğunu görüyoruz. Oyuk gözlerindeki dehşetin düşen şapkasıyla tamamlandığı adam, ürpertici varlığıyla resme bakanlarda oluşacak acıma duygusunu bastırıyor sanki. Tabloda göz göze geldiğimiz, bize doğru bakan tek kör o.

Rönesans döneminde, körlerin gözleri kapalı halde resmedilmelerine tezat olarak, bu görmeme “günah”ını gerçekliğinden koparmadan, en çıplak haliyle önümüze getiren bir temsilden söz ediyoruz. Çizgi şeklinde değil, dehşetten fırlamış halde gözler. Bu sebeple tablonun rahatsız edici bir tarafı da var. Gerçeği bütün çapaklarıyla gören ve bunu çirkin, sakat, hasta, kusurlu hâlleriyle tuvaline aktaran Bruegel, gizlenmemiş gündelik hayatın cilasız evrelerini tasvir etmekteki ustalığını gösteriyor. Körlerin Yürüyüşü de üzerine konuşulacak bir örnek.

Kilisenin gölgesinde altı kör adam, fonda başka hiç kimse yok. Kilisenin resimde çok belirgin bir imge olarak, düşmüş-düşmekte olan iki kör ile henüz ayaktaki diğer dördünün arasında konumlanmış olmasını, ressamın burada bir umutsuzluk-kurtuluş anlatısı kurduğu yönündeki bazı çıkarımlara kapı aralamış. Resimdeki baskın söylemin, kurtuluş vaadi, umut gibi kavramlar üzerinden ilerlediğini söyleyemeyiz. Körlerin Yürüyüşü/Körlerin Kıssası (Der Blindensturz) adlı bu tablo, Flaman ressam Pieter Bruegel tarafından, İncil'deki bir pasajdan ilham alınarak tamamlanmıştı. Bruegel’in, altı adam üzerinden anlattığı körlüğü, genel toplumsal körlüğe hizaladığı da düşünülebilir.

Kendi ihmallerinden ve dış etkilerden gelen toplu körlüğün kör kılavuz eşliğinde “tamamlanarak” muhtemel sona (çukur) doğru ulaşmasını, Bruegel’in bıçak keskinliğindeki trajik tasviriyle düşüş’ün altı evresi olarak görüyoruz. Bütün düşüşlerin ezberlenmediğine dair o hissiyatımızı pekiştiren altı kör, altı düşüş. Kör kılavuzlarının peşinde kaçınılmaz nihayetlerine ilerleyen beş figürün anlattıklarını, Matta İncil’inde Hz. İsa’nın Ferisiler hakkında konuştuğu bölümle eşleyebiliriz o hâlde: "Bırakın onları; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, her ikisi de çukura düşer."

Herkesin kör olduğu bir yerde, görmek lükstür ve tehlikeli. İnsan gördüklerinden sorumludur, şahittir çünkü artık. O yüzden görmek istemez bazen olanları. Kimse görmek istemeyince histeri büyür. Sonra görmek istediğini görüp, görmediklerin hakkında kör olma alışkanlığı başlar. Gözlerin sana ait değildir artık. Öyledir, insan kör olduğunu fark etmez bile.

Körün kıssası, uzun olur.

Görmek, hakikatin hangi veçhesi?